T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Aleviliği tanımlamak

Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "Aleviliğin bir mezhep olduğu" görüşünden yola çıkarak "Başka mezhebi yapılanmalar için de emsal olur" gerekçesiyle Alevi ve Bektaşi Kuruluşları Birliği (ABKB) Kültür Derneği'nin kuruluşuna izin vermemesiyle başlayan tartışma büyüyor.

"Alevi" ve "Bektaşi" isimleri etrafında hem yurt içinde hem de yurt dışında oluşan örgütlenmeler adına tepki ortaya konuyor. Tepkiler;

-"Diyanet'e öfke, Diyanet'in bir başka mezhep adına Aleviliği yoketmek istediği" iddiaları,

-"Biz de Alevi ve Bektaşiyiz, biz de suç işliyoruz" tarzında suç duyuruları,

-AB ve AİHM nezdinde girişimde bulunma uyarısı,

-"Alevilik bir mezhebin adı değil, bir kültürel oluşumdur" söylemi,

-"Alevilik gericilik ve şeriatçılığa karşı Atatürkçülüğün ve Cumhuriyet'in teminatıdır" söylemi,

-"Alevilik bir azınlık grubu değildir" söylemi etrafında yoğunlaşıyor.

Tepkilerin hedefi TBMM ve talep, mezhep eksenli oluşumları yasaklayan yasa maddelerinin değiştirilmesi...

Aslında Alevilik'le ilgili sorun yeni değil. Alevilik uzunca bir süredir statü arıyor. Diyanet bünyesinde veya kimi gruplara göre Diyanet dışında statü arayışı var. "Diyanet'in sünniliğe göre örgütlendiği ve sünnilere hizmet ettiği" söyleminden "Neden Alevilik de Diyanet'e ayrılan kaynaklardan yararlanmıyor?" sorusunu da üretiyor, "Diyanet kaldırılsın" söylemini de... Burada bir yerde mezhep tavrı var, başka yerde mezhebi ve dini oluşumları tümden yadsıma tavrı var. Bu da muhtemel ki, Alevi kitlesi içindeki farklılaşmadan kaynaklanıyor. Bu farklılaşmanın dine saygıdan din dışılığa kadar uzanan bir yelpaze içinde seyrettiği söylenebilir.

Aslında Alevilik çevresinde "Diyanet'e karşı" geliştirilen söylemin, sadece Diyanet'in yapılanma zaafını tamir amacı mı güttüğü, yoksa Diyanet'in sadece örgütlenmeyi kolaylaştırmak için bir hedef mi seçildiği sorusu da altı çizilecek bir soru.

Aleviliğin "statü arayışı" etrafında odaklaşan gerçek sorununun devletle olduğunu söylemek daha doğru olur, kanaatindeyim. Neden?

Bir kere, Alevi önderleri, Diyanet'in tavrının bir "devlet tavrı" olduğunu bilmiyor olamazlar. Türkiye'de belki de en gözaltında, en çok kontrol edilen kurumdur Diyanet. Bir ara AP'li bakan Re'fet Sezgin, "Bize göre Diyanet İşleri Reisinin Tapu Kadastro memurundan farkı yok" demişti. İşte böyle bir konum Diyanet'inki... Önemsiz mi? Hayır. TC'nin en hassas olduğu kurum belki de... Ama devletin denetimi açısından Tapu Kadastro memurundan farksız bir statüye sahip.

Bunu bir de 28 Şubat sürecinden sonraki durum için değerlendirdiğinizde, çok daha kontrol altında bir kurumdan söz etmeniz gerekir. Diyanet, belki pek çok kurum gibi, askeri danışmanları olan bir durumdadır şimdi. Yani Diyanet Alevilik hakkında bir görüş bildirecek ve bundan devletin diyelim MGK gibi kurumlarının haberi olmayacak, bu mümkün mü? Diyanet tek başına "Alevilik" gibi son zamanlarda hem de uluslar arası boyutlarıyla fark edilir bir hareketliliğin merkezi olan bir vakıayı tek başına tanzim etmeye kalkışacak! Olabilir mi bu? Burada Diyanet olsa olsa, devletin devreye soktuğu bir enstrüman olabilir.

Dolayısıyla olay, devletle ister mezhep tanımlı, isterse kültür eksenli olsun, Alevilik etrafındaki bir oluşumun arasındadır. Denebilir ki Alevilik statü arıyor, devlet de bu arayışın "Nasıl bir statü?"ye doğru seyrettiğini tanımlamaya çalışıyor. Sanırım bu konuda devletin bilinç altında taa Osmanlı dönemlerine kadar uzanan bir ukde var. "Neyi hedefliyor Alevilik?", "Azınlık statüsü istemiyorsa ne istiyor?", "Alevilik mezhep değilse ne?" soruları, belki de şu anda devletin de tam cevaplayamadığı bir sorudur? "Nasıl bir kültürel bağlılık, uluslar arası ölçekte sıkı dokunmuş bir aşkı ve birlikteliği harekete geçiriyor?" sorusu devleti de meşgul eden soru olmalıdır. Bir "Siyasal Alevilik" kuşkusu vardır belki de devlette... Devletin, örgütlerin Alevi vatandaşları ne kadar temsil ettiği sorusu üzerinde düşündüğü de var sayılabilir.

Aslında en üst devlet erkanı, "Hacı Bektaş Şenlikleri"ne katılmak, orada barış ve eşitlik mesajları vermek suretiyle, biraz "Bu ülkede Alevilik olacaksa onu da biz yaparız" usulünü de hatırlatsa, belki de "statü"ye yönelik talebi karşılamayı amaçladılar. Ama, "Alevi-Bektaşi talebi" ile tam örtüşemedikleri anlaşılıyor.

Tabii ki olayın, bir de toplumsal barış boyutu söz konusu. Şu söylenebilir: Devletin kuşatmak isteyip de kuşatamadığı, olumlu bir temsile imkan sağlayan sağlıklı bir hukuki zemin bulunmadığı için de sağlıklı iletişime yol açmayan, toplum kesimleri arasında kuşkular oluşturup derinleştiren bir sosyal hareketlilik var. Dış güdümlemeye son derece müsait olan bu zeminin, Türkiye'ye iyi günler hazırlamadığını tahmin etmek zor değil. Toplumsal barışı inşanın yolu da her alanın devlet tarafından zaptu rapt altına alınması değil. Ülke olarak zor bir durumla karşı karşıyayız elhasıl.

NECATİ ÇELİK'LE SÖYLEŞİ: "Aferin Necati Bey" başlığını taşıyan 15 Şubat tarihli yazım üzerine Cumartesi günü Necati Çelik'le bir görüşme yaptım. Necati Bey üzgündü, üzüntüsünü bildirdi. Amacının bir özeleştiri yapmak olduğunu, benzeri eleştirilerin bizler tarafından da yapıldığını, bir kısım insanın yanlışları sebebiyle camianın büyük bedeller ödediğini, bunun seslendirilmesi gerektiğini söyledi. "Olan bitenlerde bizim hiç mi kabahatimiz yok. Özeleştiri yapmalı değil miyiz?" dedi. Ben de kendisine "Hürriyet'le yanyana durmuşsunuz. Üstelik Hürriyet sizi de harcamış" dedim ve böyle bir eleştirinin Hürriyet'te yapılmasının uygun olup olmadığını ve beklenen neticeyi verip vermediğini sordum. "Mesajınızı ulaştırmak istediğiniz camia, konunun Hürriyet'e yansıyış biçimiyle size kızgın, bu yüzden herhangi bir özeleştiri çığırı da açılmıyor" dedim. Bunun üzerine önce, islami camianın gazetelerini, bu arada isim vererek Yeni Şafak'ı eleştirdi, böyle bir mesajın oralarda yayınlanmayacağını, yayınlandığında da ekseninden kaydırıldığını söyledi, bir anlamda Hürriyet'e mecbur kaldığını ifade etmek istedi. Sonra "Üslup sert olmuş olabilir, araç Hürriyet olmayabilir. Bunları kabul ediyorum. Siz incindinizse haklısınız. Ama bunu birileri söylemeliydi" dedi. Ben "demecinizde 28 Şubat'ı onaylayan bir üslup var, bunu nasıl yaptınız?" diye sordum. O da "Ben konuşmamda 28 Şubat'a binde bir bile haklılık payı vermediğimi söyledim, ama Hürriyet yazmamış" diye cevapladı. Ben de "Şu kadar senenin sendikacısı, milletvekili, bakanısınız. Bunu hesap etmeniz gerekmez miydi?" diye mukabele ettikten sonra "Şimdi sizin ağzınızdan bu demeci Hürriyet'e vermem yanlış oldu" gibi bir ifade yazabilir miyim?" diye sordum. Burada biraz tereddüt ettiğini hissettim, sadece şunu söyledi: "Üslup sert bulundu ve Hürriyet'te yayınlanması yaralayıcı oldu ise, 'Hürriyet'e konuşmamalıydım' diyebilirim." Konuşmanın sonunda benden, yapılan konuşmalar çerçevesinde bir açıklama istedi, böylece onu yapmış bulunuyorum. Şunu ifade edebilirim ki, Necati Çelik'in "özeleştiri gereği" vurgusuna katılıyorum, ama Hürriyet'teki konuşmasının oturduğu zemini hiçbir şekilde sağlıklı bulmuyorum.


18 Şubat 2002
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED