Aslına bakarsanız, insanlık tarihi boyunca iyi şiir az söylenmiş, şiirin alıcısı da az olmuştur. Çünkü şiir sanatların en zoru, en cilvelisi ve en gizemlisidir. Kolay gibi gözüküp en zor inşa edilenidir, kıvamı en güç tutturulanıdır. Edebiyat âleminde/ vadisinde aptallar en fazla şiirin tuzağına düşerler. Ee, madem durum böyle, bu yakınma niye? Bizi söyletip duran, yayım/ ürün bolluğu karşısındaki sessizliktir. İyiyi kötüden tefrik edeceklerin ya da nitelikli eser üzerine konuşacakların ortalıkta görünmeyişi, görünseler de lâfı eğip bükmeleridir.
Sözü daha fazla dolaştırmadan, yenicek çıkmış olan bir şiir kitabına dair birkaç tespitimi söylemek isterim.
Kenan Sarıalioğlu az yazan, az yayımlayan, ürünleri geç kitaplaşmış şairlerden biri. İlk iki özellik titizlenmekten, sonuncusu da taşrada yaşamaktan kaynaklanabilir. İlk şiiri 26 yaşındayken (1972) Yeditepe dergisinde görünmüş. İlk kitabının yayımlanması ise 1994 yılını bulmuş. 61 yaşındaki şairin beşinci kitabı Fosil ve Toz (2007, İstanbul: Yom Y.) geçtiğimiz aylarda çıktı. Kitapta damağımda şiir tadı bırakan ürünlerle karşılaştım, bu satırların müsebbibi onlar.
18 kısa şiirin yer aldığı bu küçümen kitap "Bir Gül Efsanesi"yle başlayıp "Yağmur Olsam Gazeli"yle kapanıyor. Şair olduğunca azaltmış sözünü. Bu az sözü çarpıcı sorularla güçlü kılmaya çalışıyor: "Toprak mı?/ Besler insanı/ Gökyüzü mü?/ Yoksa insan/ Kendi etini mi yer?/ / Kim/ Aklı ile yaratır acıyı/ Kalbine yükler?" ("Şairin Öyküsü", s. 12,13) Örnekten de anlaşılacağı üzre, Sarıalioğlu'nun şiirlerinde insanın varoluşuna dair çarpıcı, düşündürücü sorular var. Kendisi için "bir sûfi-varoluşçu" diyor şair. Bu iki sıfat, aynı zihinde, aynı ruhta nasıl birlikte bulunur/ barınır, bilemem. Bu, benim halledebileceğim bir mesele değil. Ama şiirlerinden anladığım, Sarıalioğlu, münzevi bir ruh haliyle acının körkuyusuna düşen insan tekinin dilini çözmeye yani derdini dillendirmeye çalışıyor. "Hiç kimse"lerin ölüsünü kaldırmaya memur addediyor kendini.
Kenan Sarıalioğlu, insanın dünyadaki macerasının mahiyetini kavramış görünüyor. Ama kimi sorularla ve cevaplarla arayışını sürdürüyor. Hâlâ zihni durulmuş, aradığını bulabilmiş değil. İnsanın aczinin de farkında. Kanaatimce kitabın en iyi şiiri olan "Kalıt"ta dünyada bir toz zerreciği hükmündeki yerimize ve yankımıza kayıt düşmektedir: Hiçbir şey/ Benden hiç kimseye/ Ne karıma/ Altın bir tasta/ Gözyaşlarımın külü// Ne kızıma/ Kapıyı çalan bir sevinç kalacak/ Ne oğullarıma acılarımın mülkü/ Hiçbir şey// Duru bir gökyüzünden başka (s. 16-17)
Bu düşünüş ve duyuşun süreği olarak "Işıklı Dörtlükler"in 3.sünde, şair şiirin güzelliğiyle hikmeti kaynaştırıyor ve okuru kitaba râm ediyor:
Som ışıktanmış Cennet'te her şey
Nesneler duru, yüzler gölgesiz
Allah'ın misafir odasında
Dünyadan bir hatıra gibiyiz (s. 40)
Kitabın arka kapağına da taşınan bu dörtlük, Kenan Sarıalioğlu'nun şairlik kıratı sayılabilir.
Şiirlerde hemence fark edilen birkaç biçimsel özelliğe de değinmek gerekir. "Münzevi I", "Doğum" şiirlerinde Nazım'ın sesine öykünüyor Fosil ve Toz şairi. Özellikle ilkinde bu öykünme çok açık. Bu gibi haller, söylemek bile fazla, şair için tuzaktır. "Ses" şiirinde dize yinelemelerinden ve kafiyeden ustaca yararlanıyor. ": octavio paz öldü!" seslenişinin ardından "Gümüş bir hançer biçti suları" dizesi, ne dehşetli bir ürperti bırakır. Başka şiirlerinde de yer yer kafiyeden yararlanan şair, "Günbatımı ve Semender"de ise kafiyenin kötü girdabına tutulmuş. Demek ki, her teknik, hem imkân hem tuzaktır.
Fosil ve Toz sadedinde ve bu vesileyle son cümle şu olsun: Dünyada insanın payına düşen acı, acz ve yalnızlık mistik ürpertilerle derin kuyularda yankılanmaya devam ettikçe şiir de var olacaktır.