Edebiyatçının derdinin 'biçim' olmasının ve bunun bir 'ölüm ilkesi'ne dönüşmesinin gerisinde yatan nedenin Proust tarafından fetişizmle damgalanması işi karıştırıyor. Bu damgayla nereye kadar gidilebileceği ve nasıl bir sona ulaşılacağı hususu tuhaf bir soru olarak dikiliyor karşımıza.
'Biçim' derdi ve bununla bağlantılı olmak şartıyla 'ölüm ilkesi', esas itibarıyla edebiyatçının varoluş nedenleri arasındadır. Başkalarına ait biçimlerin 'ölüm ilkesi'yle yargılanmadığı durumda kendi özgün biçimine ulaşmasının mümkün olamayacağı gerçeğini her edebiyatçı daha işin başında bilir. Bilmek durumundadır. Bunu elbette Proust da biliyor. Ama burada şu sorun çıkıyor ortaya: Kendi özgün biçime ulaşmak durumunda olan bir edebiyatçı zihninin -başka biçimlere ölüm ilkesini uygulayan bir zihnin- özgün olmadığı tespiti ile baş başa bırakıyor bizi. Özgün olmayan, derdi salt biçim olan, bunu da bir yaşam ilkesi olarak değil ölüm ilkesi olarak fetişist bir boyuta yönlendiren bir zihnin, nasıl olup da şu cümlelerin muhatabı olacak kitaplara imza attığını sorgulamak durumunda kalıyoruz: "Sanatçının olduğu gibi yazarın da nihai çabası, bizi evren karşısında meraksız bırakan çirkinlik ve anlamsızlık perdesini bizim için ancak kısmen aralamaya varır." Bize kısmen de olsa çirkinlik perdesini aralatan yazarının zihninin 'özgün olmayışı' üzerinde düşünmek gerekiyor gerçekten! Ya da Proust'un neden böyle söylediği konusunda
Unamuno'nun Abel Sanchez ve Tula Teyze adlı romanları, iki roman bir arada olmak üzere, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yeniden basıldı. Daha önce başka yayınevlerince de basılmış olan bu romanlardan Tutkulu Bir Aşk Hikayesi alt başlığı ile yayınlanan Abel Sanchez 1917, Tula Teyze ise 1921 yılında ilk defa okur önüne çıkmışlar. Unamuno, İspanyol edebiyatında olduğu kadar dünya edebiyatında da önemli bir isim. Ülkesinin aydınlarını derinden etkilemiş bir yazar. Romanlarının yanı sıra denemeleri, şiirleri ve tiyatro eserleri ile de ispanya edebiyatına yön vermiş. İspanya'nın modern kültür tarihinde önemli bir dönüm noktası olan '98 kuşağının (1898) en önde gelen ismi. 14 dili iyi derece bilen Unamuno, Danimarkalı filozof Kierkegaard'ın eserlerini aslından okumak için Danimarkacayı öğrenmiş. Unamuno, yazarlık felsefesini şöyle özetliyor: "Benim amacım, gerçeklikteki hayatı ve hayattaki gerçekliği araştırmaktır, yaşadığım sürece onları bulamayacağımı bilmeme rağmen." Abel Sanchez romanında, çocukluktan beri arkadaş olan Abel Sanchez ve Joaquin Monegro ikilisinin, bir ömür boyu süren ilişkilerinin merkezine bir sütun gibi dikilen kıskançlık anlatılır. Abel Sanchez, bir ressam. Joaquin ise bir doktor. Abel, hayata karşı son derece sakin bir tavır içerisinde. Gidişata fazla müdahale etmekten yana değil. Ama, onun bu rahatlığı, arkadaşı Joaquin'i çileden çıkarır. Böylece, her iki arkadaşın, ömür boyu sürecek kaderleri çizilmiş olur: Joaquin, her şeyini Abel'e kaptırmaktan kurtulamaz. Sevgilisini bile. Abel, hiçbir çaba göstermeden, kendi doğallığı içerisinde kalarak ve yeteneklerini kullanarak her zaman bir adım öne geçer. Zavallı Joaquin ise, kendi elleriyle ördüğü kıskançlık duvarlarının arasında yalnızlık ve çaresizlik içinde bocalar. Tula Teyze romanında ise; akıllı, otoriter, yardımsever ama kendisi dururken kendisinden daha güzel olan kız kardeşi Rosa ile evlenen Ramiro'ya duyduğu gizli aşkın doğurduğu derin kıskançlık yüzünden, kardeşinin, eniştesinin ve nihayet kendi kendisinin acıklı ölümlerine yol açan, bir türlü elde edemediği bir erkek yüzünden bütün erkeklere kuşkuyla yaklaşan Getrudis'in hikayesi anlatılır. Unamuno, bu her iki romanında, kahramanlarına hayatı zehir eden kıskançlığı tatlı tatlı anlatır bize. Yumuşak dili ve derin bir kavrayışla kurguladığı anlatısıyla hayatın içindeki gerçekliği ya da gerçekliğin içindeki hayatı arayışına okuru da ortak etmeye çalışır.