'Melekleri yükselten ve kanatlarını kelimelere açan şehrin siyah oluşudur' diyen Bejan Matur kelimelerinin kanatlarını İbrahim'in Beni Terk Etmesi için açıyor. Şair, Metis Yayınları'ndan çıkan İbrahim'in Beni Terketmesi kitabında insanın hiç bitmeyen varoluş arayışlarını şiire taşıyor. Şiirin artık cehennemi olmadığını söyleyen Matur, hakikatin peşinden dini ya da akli bilgiyle değil vicdani bilgiyle gittiğini dile getiriyor.
Bazı şeyleri açıklayamazsınız, şiire derinliğini veren de budur. Ben kendi deneyimini anlatırım, o sesin peşinden nasıl Diyarbakır'a, Urfa'ya gittiğimi anlatırım. Ama bana tanıdık olan bu deneyim, okur için çok da anlam ifade etmez. İmgeyi anlamlı kılan da her okumada yeniden üretilmesidir. İbrahim adının sesinde bile çok ciddi bir çağrışım alanı, kutsal, ruhani bir hava var. İsimlerden etkilenmemek bir şair için çok zor ve de dünyamız adların dünyası. Onlar elimizden alındığında dünyamız da elimizden alınır. Ad vermenin anlamı ve bunun bir biçimde kapladığı yeri şairler düşünürler ve daha çok hissederler. Yeryüzü, gökyüzü, tanıklık ettiğim coğrafya, oradaki insanların yaşantısı, adları bir biçimde şiire girdi ve tercih yapmam gerektiğinde de en baştakileri, ilksel olanı seçtim o yüzden Adem'in bahçesine, İbrahim'in arayışına gittim.
Bu kitap bir şiir olarak geldi, kendini yazdırdı ve tamamlandı. Zaten bir ses olarak beni uzun süredir yokluyordu, ilk ses belki beş yıl önce geldi ama yeterince açık olmadığım için içine giremedim. 2006 yılında Parma'da yazdığım bir şiir var: Melekler Sağ Omza Konar. Orada çok şiddetli hissettim şiiri, yazdım ve kapandı. Aynı ses çok şiddetli bir biçimde zaman zaman yoklayarak kendini tamamlamak istedi. Geçtiğimiz sonbaharda bunu kontrolümde olmayan bir deneyim olarak yaşadım ve o sesin peşinden gittim. Kitabı birkaç ay gibi kısa bir sürede tamamladım. Aslında bir şiirden oluşuyor İbrahim'in Beni Terketmesi kitabı. Ara başlıklar, bölümler sadece işin teknik kısmı. Kitabı bir şiir olarak düşünmek lazım.
Ben tasavvufu bilmem. Söylenenin aksine din dışı değil çok dinin içinde olan bir şeydir ve çok karmaşık, katmanlıdır. Ben mistik de değilim. Çok ciddi bir varlık meselem var. Başından beri Tanrı ile konuşuyorum, sorular soruyorum. İlk şiir kitaplarımda, anne karnından sorular soran, cevaplar arayan bir ses vardı. Bu ses daha cılız ve içe dönüktü. Bu kitapta o ses dışarı çıktı, epeyce yol aldı, farkına vardı. Yaşadığı, baktığı şeyin anlamını ne olduğunu kavramak konusunda bir büyüme, olgunluk yaşadı. Şiirimde dine aitmiş gibi görünen tüm bu semboller aslında o dinin sembolleri ve ritüelleri ama kavim duygusuyla birileri bunu yaşarken ben buna tanık olan bir göz olarak yazıyorum. Kur'an'dan ya da kutsal kitaplardan bir referansla yazmıyorum. Bu kavramları ya da sembolleri alıp anlamından arındırıp, yeniden kuruyorum. Kendime ait hale getiriyorum, bu anlamda din yok şiirimde. Tanrı'yı ya da mutlak varlığı algılamamızın yegâne aracı din değil. Kalbi bilgi çok önemli. İnsan merkezli, insanı evrenin karşısına koyan ve oradan soru sorduran bir duruşla, varlığı hissedebiliriz.
Biz ne öğrenirsek acıdan kederden öğreniriz. Neşenin insana bir şey öğrettiğini sanmıyorum. Coğrafyamızın çok ağır ve kederli bir havası vardır ve bu şiirimize doğal olarak geçiyor. Önemli olan bu acıdan arabesk bir eziklik üretmemek, o acıyı vakarla taşımak. Çünkü dünyada olmak, insanın yeryüzündeki macerası, kederli bir maceradır. İnsan eksiktir, arayış içindedir, varlıktan kopmuştur. Şehrin siyah oluşu, o şehirde biriken acılar mutlaka şiire girer. Ben zaten var olma arayışındaki insanın macerasıyla ilgileniyorum o yüzden günlük hayat şiirime girmez.
İç sesin çıktığı, durduğu ve vardığı bir yer var. Şiirim, bu gidiş gelişlerde aslında çok yol alıyor. Dönmek onu korkutmuyor, farkında olmanın verdiği bir rahatlama söz konusu. Diğer kitaplarımdaki gibi çaresiz ve cılız bir ses değil bu. Büyük sorularla arayışa çıkıyor ve tanıklık ettiği şeylere teslim olmuyor. Bir tamamlanmamışlık hissiyle de dönmüyor yolculuklardan. Diğer kitaplarımda huzursuzluk çok fazlaydı ama bu kitapta iç huzuru buldum.
Bu kitaptaki şiirleri büyüme şiirim olarak tanımlıyorum. Diğer şiilerimi okurken yorulurdum, çok daha içe dönük, kederliydiler Ama bu kitaptaki şiirler kendini okutmak istiyor. Bir tamamlanma, taşların yerine oturması söz konusu. Ama Bejan Matur'un şiiri nereye gidiyor? Bu kitap bir köşe taşı mı? bunu zaman gösterecek.
Varoluş karşısında hep bir heyecan, hep bir şaşkınlık ve hayret içinde olmak gerekiyor. Bir ilk ses, bir ilksel duyuşla yazmaya çalışıyorum. Taş, hava, rüzgar, su Her şey ilksel haliyle şiirimde yaşıyor. Modern hayattan tanıdığımız, gündelik dile ait herhangi bir anlatıma yaklaşmadan çok daha derin bir yerde şiir kurmaya çalıştım. Hakikat başlangıçtadır ve her durumda ilk hikâyelerin, ilksel olanın, daha saf olanın insanı anlattığını düşündüm. Çünkü orada, bilgide çok kalbi olan bir şey var, aracısız. Bir başlangıç var ve bu başlangıca ait bir öz var. İşte o özün peşinde olmak, hakikatin peşinde olmak ve bu gerçeği aramak Gerçeği arama aracı akıl ya da din değil. Ben gerçeği arama aracının, vicdani ve kalbi bilgide olduğuna inanıyorum. Buradan varlığa da Tanrı'ya da gidebiliriz.