Taksim'de 1 Mayıs hükümetin iradesidir

Hak-İş Konfederasyonu Başkanı Selim Uslu, 1 Mayıs'ta Taksim'de olmayı birilerinin “Söke söke aldık”, “Diz çöktürdük” diye çarpıtmasının doğru olmadığını söyledi. Kararın hükümetin iradesi olduğunu ifade eden Uslu; 1 Mayıs 1977 için de; “1980 darbecilerinin tuzağıdır” dedi.

Murat Aksoy Yeni Şafak
Taksim'de 1 Mayıs hükümetin iradesidir
Türkiye 32 yıl aradan sonra 1 Mayıs'ı Taksim Meydanı'nda kutladı. Belki yıllar önce olması gerekendi bu ama olmadı. Üstelik bu 1 Mayıs'ı özel kılan bir durum daha vardı; “Emek ve Dayanışma Günü” adıyla resmi tatil olarak da kutlandı. Yüzbinler 1 Mayıs'ı coşku içinde kutladı. Korkulan olmadı ve Türkiye bir anlamda 1 Mayıs ve Taksim Meydanı ile barıştı. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu'ya yönelik saldırı dışında olaysız sona erdi. Peki nasıl oldu da 32 yıl sonra Taksim'e çıkılabildi? Bu izni Türkiye'nin demokratikleşme ve normalleşmesinin bir parçası olarak okuyan Hak-İş Konfederasyonu Başkanı Salim Uslu ile hem 1 Mayıs'ı hem de anayasa değişiklik paketini konuştuk.

* * *

32 yıl aradan sonra Taksim'e çıktınız. Nasıl geçti?

Çok olgun bir havada geçti. Bu miting, 1 Mayıs'ı artık normalleştirmiştir. Bugüne kadar topluma korku veren, acı yaşatan büyük bir toplumsal olayı başarıyla gerçekleştirilmiştir. Bu miting aynı zamanda demokratik açılımın bir anlamda ete kemiğe büründürmüştür. Hem sendikalar hem de toplum başarılı bir sınav vermiştir. Artık 1 Mayıs toplumsal bir korku nesnesi olmaktan çıkmıştır.

Tek olumsuzluk Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu'ya protesto mu oldu?

Evet. Bu eylem önceden planlanmıştır. Kumlu'ya saldıranlar işçi değil, onların arasına sızmış provokatörlerdir. Hedefleri sadece Kumlu değil, kürsüdür. Yani 6 konfederasyon ve onların başkanlarıdır. Ancak ne yazık ki, bazı konfederasyon başkanları bu olayı küçümsemeyi tercih ettiler. Bu saldırı karşısında orada bulunan sendikal örgütlerin, konfederasyonların saldırıyı birlikte göğüslemeleri gerekirdi. Ve onlar fırsatı ganimete çevirmeyi tercih ettiler. Biz alanı terkederken iki konfederasyon orada kaldı. Kol kola başladığımız 1 Mayıs'ı kol kola bitiremedik. Ve şunu da ifade ediyorum; Hak-İş olarak örgütlerin yaşanan bu çirkin saldırı ile ilgili olarak kendilerini sorgulamaması halinde hiçbir 1 Mayıs'ta birlikte hareket etmeyeceğiz.

DİSK PROVOKASYONA BİLEREK ALET OLDU

Kimdir Kumlu'ya saldıranlar?

Türk-İş içinde Mustafa Kumlu'ya muhalefet eden Tek Gıda İş Sendikası'dır. Nitekim onlar Tek Gıda İş alana kendi konfederasyonu olan Türk-İş bayrağı ile değil DİSK kortejinin önünde miting alanına girmiştir. DİSK'in bu tavrı Tekel işçilerinin arasına sızmış provokatörlere taşıyıcı annelik yapmaktır. Bu daha önceden alınmış hazırlık komitesi kararlarına aykırıdır. Bunu bile bile DİSK de buna izin vermiştir. DİSK bu tavrı ile bu provokasyona yardım ve yataklık yapmıştır.

Peki 1 Mayıs neyi ifade ediyor sizin için?

1 Mayıs'ın anlamı için ta başa 1886'ya, Chicago'ya, Detroit'e gitmek lazım. Oradaki kötü çalışma koşullarını, uzun çalışma koşullarını, düşük ücreti görmek lazım. Bunlara karşı isyan eden işçilerin, nasıl işverenle devlet güçleri tarafından acımasızca dövüldüklerini ve çalışma koşullarını hatırlamak lazım. 1 Mayıs'ın böyle bir tarihi geçmişi var. Sosyalist Enternasyonal'in Paris'te 1 Mayıs'ı resmi tatil olarak kabul etmesinin bizim için hiçbir anlamı yok. Bizim için 1 Mayıs, haksızlığa karşı bir başkaldırıdır ve 1886'ya dayanır. Biz o geleneğe sahip çıkıyoruz.

Türkiye'de de bahsettiğiniz kötü koşullar mevcut değil mi işçiler için?

Ne yazık ki mevcut. Düşük ücret, kanuni sınırı aşan çalışma saatleri, sigortasız, sendikasız çalışma hâlâ mevcut. Aradan 124 yıl geçmesine rağmen kötü çalışma koşulları devam ediyorsa burada sendikalar, bu haksızlığa karşı bir ses çıkarmak durumundalar. İşte biz bunun için Taksim'e çıktık. İkincisi bir nedenimiz daha vardı Taksim'e çıkmak için.

1 MAYIS DARBECİLERİN TUZAĞIDIR

Nedir?

1977'de yaşananların ortaya çıkmasıdır. 1 Mayıs 1977'de yaşananlar aslında 12 Eylül'e giden bir tuzaktı. Şimdi bunu daha iyi anlıyoruz. 12 Eylül'e giden tuzakların başında Taksim vardı. Arkasında Maraş, Çorum oldu. Sonrasında da Malatya, Sivas, Başbağlar. İşte 28 Şubat ve sonra 27 Nisan. Türkiye şu anda kendisine kendi geleceğine kurulan tuzaklarla hesaplaşıyor bugün. Ortaya çıkan bütün darbe planları; Balyoz'dan irticayla mücadele eylem planına kadar bize yani ülkenin yurttaşlarına kurulan tuzaklardır. Türkiye şimdi bu karanlık geçmişle hesaplaşıyor. İşte 1 Mayıs 1977'de bu karanlık geçmişin önemli bir adımı ve biz hesaplaşmanın yapılabilmesi için Taksim'e çıktık. 1 Mayıs 1977, 12 Eylül Darbesi'nden ayrı düşünülemez. Biz Taksim'de hukuk devletine çağrı yaptık. 1 Mayıs 1977'nin faillerini bulunsun ve cezalandırılsın ya da Türkiye'ye kimlerin tuzak kurduğu ortaya çıksın.

Peki, ortaya çıkacak mı bütün bunlar?

Bütün bunlarda, sonuna dibine kadar gidilsin, aydınlatılsın, failler ortaya çıksın diye arzu ederim. Ama bu olmasa bile en azından bugüne kadar bize korku salanların aslında nasıl bir tuzak kurduklarını görmüş oluruz. Şu Ergenekon davası bile bugüne kadar hangi tuzakların kurulmuş olduğunu göstermesi bakımından önemli. Burada da 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Sivas, Başbağlar konusunda Meclis soruşturması açılması bize şunu gösterecek; soruşturmayı tıkayanlar kimler, nerede tıkanıyor, nereden öte geçemiyor, kim engelliyor bunları görme imkânımız olacak. Mesela Susurluk sonuçlandı mı? Hayır sonuçlanmadı. Ama bugün Ergenekon'la birlikte gördük ki Susurluk soruşturmasını engelleyenler gidip ifade vermeyenler, bugün yaşadıklarımızın bizatihi tezgâhında rol almış insanlar.

TATİLİ AK PARTİ İLAN ETTİ

Peki Taksim'e çıkılması iznini nasıl okudunuz?

Taksim izni, ne bir hesaplaşmanın parçası ne de bugüne kadar Taksim'le ilgili verilen mücadelelerin bir parçası. Öyle birilerinin direndik kazandık diye kendilerine pay çıkarmasına hiç gerek yok. Eğer direnildiği için kazanılmış olsaydı 33 yıldır bu olurdu. Taksim iznini şuna bağlamak lazım. Türkiye değişiyor, demokratik açılımlar sürüyor, tabulardan yasaklardan arınıyor. Devlet, kavgalı olduğu 1 Mayıs karşısında ezberlerini bozmuştur. Bu devletin ve toplumun demokratikleşmek adına geldiği yeri göstermek adına son derece önemlidir. Böyle bir ortamda 1 Mayıs'ın resmi tatil ilan edilmesi elbette sendikaların bir talebi, ısrarıdır ama izin hükümetin bir iradesidir. Hükümet, geçmişte bazılarının söylediği gibi ürkekçe Bahar Bayramı demeye bile tenezzül etmedi, doğrudan adını koydu: “Emek ve Dayanışma Günü”. Arkasından Taksim'i kutlamalara açtı. Yine bakıyorsunuz İstanbul'un bütün ana arterlerinde, İstabul Büyükşehir Belediyesi'nin 1 Mayıs'ı kutlayan pankartları var. Arkasından da PTT Genel Müdürlüğü, 1 Mayıs'ta piyasaya 'hatıra pulu' çıkarıyor. Yani kamu, toplumun değerleriyle yakınlaşıyor. Taksim'in 1 Mayıs'a açılması, siyaset sivilleşmesine, sivilleştikçe demokratikleşmesine, demokratikleştikçe de her alanda yasaklar, korkular, tabular ve dokunulmazların ortadan kalkmasına bağlıyorum.

SÖKE SÖKE DEĞİL SİYASİ İRADEYLE

Bu yıl 1 Mayıs aynı zamanda 'Emek ve Dayanışma Günü' olarak resmi tatil değil mi?

Evet. Geçen yıl 1 Mayıs'tan sonra kabul edilmişti. Bu yıl ise resmi tatil olarak Taksim'de kutlandı 1 Mayıs. Hükümet tarafından atılan bu adım, sembolik olmanın ötesinde anlamlar taşıyor. Yani tek başına 1 Mayıs'ın tatil edilmesini değerlendirmek yetmez. Bu arada diğer demokratik açılımlarla birlikte değerlendirmek gerek bu kararı. Sayın Başbakan bu konuda dikkatli ve kararlı bir yol izledi.

Nasıl yani?

Bu karar için, birilerinin “söke söke aldık”, “diz çöktürdük” diye caka satmasına gerek yok. Başbakan, hükümet olduktan sonra her 1 Mayıs'ta çalışanların 1 Mayıs'ını kutladı. Burada şüphesiz amaç sadece 1 Mayıs'ı kutlamak değil. 1 Mayıs'ın travma yaşattığı bir toplum olarak sağdan gelen bir lider, sol partilerin en güçlü olduğu zamanda bile gerçekleştiremediği bir düzenlemeyi gerçekleştirdi. Aslında bunun geleceği bir yıl önceden belli idi. Çünkü geçen yıl 1 Mayıs, Bakanlar Kurulu kararı ile “Emek ve Dayanışma Günü” ilan edildi. Bu yılda resmî tatil ilan edildi. Yani bu karar 12 Eylül düzeninden gelen bir kararın ortadan kaldırılmasıdır. Bu, 12 Eylül'e sivil bir itirazdır. Ve bu 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak daha büyük bir sivil itirazdır.

ANAYASA PAKETiNE HAYIR DiYEN SiYASETEN BiTER

Anayasa değişiklik paketinde 2. tur başladı. Paket Türkiye'yi adete ikiye bölmüş durumda. Neden?

Bir defa her şeyden önce darbelerin ağır bedellerini ödemiş kimi siyasi hareketlerin parlamentodaki yansıması olan temsilcisi olan kurumların darbe anayasasının tasfiye edilmesine yönelik girişimler karşısında, bu anayasayı koruyan bir tavır içerisinde olmalarını anlamak mümkün değil. Ortada çok ciddi bir çelişki olduğunu düşünüyorum. Darbelerin ağır bedelini ödemiş uzun süre kapatılmış bir CHP'nin, buna rağmen bu anayasayı korumak için direnç gösteriyor olmasını anlamak mümkün değil. Yine aynı şekilde 12 Eylül öncesinde devletin yanında olmuş olmasına rağmen 12 Eylül'de cezaevlerine girmiş olan ülkücü hareketin 12 Eylül darbesinin anayasasına sahip çıkması akıl alır bir şey değil.

Neden karşı çıkıyorlar peki?

Ya anayasa girişimi AK Parti'den geldiği için karşı çıkıyorlar ki, o zaman burada ilkesiz bir tutum ortaya çıkıyor. Yani ortada evrensel hukuka demokrasiye uygun bir değişme söz konusuysa sivilleşmenin gereğine uygun buna arka çıkmak gerekir. Hayır böyle yapmıyorlar. Neden? Çünkü bunu kimin getirdiğine bakıyorlar.

Ya da…

Evrensel ve demokratik ilkelerden uzak duruyorlar ya da prensiplerini savunmak konusunda içtenlikli davranmıyorlar. Garip bir tutum var izaha muhtaç bir tutum var. Anayasanın getirdiği hükümlere bakıyorsunuz bunlardan niçin rahatsız olunuyor anlamak mümkün değil. AYM'nin kurumsal yapısının büyütülmesi, bireysel başvuru hakkının getirilmiş olması, yine AYM ve HSYK'nın daha geniş tabanlı daha geniş katılımlı çoğulcu bir yapıya kavuşturulması, özellikle çocuklar yaşlılar kadınlar için pozitif ayrımcılığın getirilmiş olması, kimi kurumların yargıya kapalı kararların yargıya açılarak hukukun imkânlarından bütün vatandaşların yararlanacak olması, sendikal haklar konusunda yasakların ortadan kaldırılması kimi niçin rahatsız ediyor onu anlamak mümkün değil.

BDP TAVRINI KÜRTLERE ANLATAMAZ

BDP'nin tavrı sizi şaşırttı mı?

Evet, doğrusu ben de şaşkınlık içerisindeyim. Orada BDP'nin konumunu aslında en iyi Ufuk Uras özetledi. Mevcut anayasa paketi konusundaki her zaaf ve başarısızlık, aynı zamanda Ergenekon'un başarısıdır gibi bir uyarıda bulundu. Bence çok doğru bir şey yaptı. Ben BDP'nin sivil bir siyasi hareket olarak, bağımsız davranmak, kendi ilkelerine sahip çıkma iradesini ortaya koymakla; kendi içerisindeki kimi yapıların, özellikle silahlı gücün baskısı arasında kaldığını düşünüyorum. Tam da burada BDP, eğer bağımsız bir siyasi irade gerçekleştirebilirse hem tutarlı davranmış olur hem de bu demokratik tavrını Kürt halkına anlatabilir. Aksi halde BDP'nin Kürt halkına bu ikircikli tutumunu anlatabileceği kanaatinde değilim.

Pakette eksik bulduğunuz yönler var mı?

Şüphesiz var. Biz sivil bir anayasadan yanayız. Çünkü bu anayasa 17 kez değişikliğe uğradı ama en önemli kurumlara yeni dokunuluyor. Dolayısıyla bu anayasanın kendi içine dili, konsepti, bağlamı dağılmış durumda. Bir bütünlük arz etmiyor, şüphesiz yeni bir sivil demokratik anayasaya ihtiyaç var. Biz bundan aynayız. Ama getirilen değişiklikler de önemsiz değil. Bunları da destekliyoruz. Nitekim yapılmak istenen değişiklike önemli olduğu için büyük gürültü koparıyor.

EKSİKLİKLERE RAĞMEN EVET

Somut eksiklikler?

Mesela Anayasa'nın 65. maddesi, “sosyal devlet ilkesi ancak devletin ekonomik imkânları elverdiği ölçüde yerine getirir” gibi bir ifadenin anayasadan çıkarılması gerekir. Nasıl devlet, hukuk devleti, demokratik devlet, laik devlet olmanın gereklerini imkânları ölçüsünde yerine getirir gibi bir kaytarma düzenleme yapmamışsa, sosyal devletin gereklerini de böyle şarta bağlayamaz. Mesela AB ve Uluslararası Çalışma Örgütü, sendikacıların, kooperatif yöneticilerin yani arkasında kitle desteği olanların seçilme özgürlüklerini kısıtlamayın diyor. Bizim anayasamızın 82. maddesi sendikacılığı milletvekilliği ile bağdaşmayan görev sayıyor. Böyle bir geri düşüncenin dünyada örneği yok. Şimdi hükümet ve bu parlamento seçimlerin temel hükümleriyle ilgili bir yasa çıkartıyor, AB'nin ILO'nun bu konudaki açık eleştirileri orta yerde dururken anayasanın 82. maddesini daha da geriye götüren düzenlemeler yapılıyor. Ya bu düzenlemeleri yapanlar kendi içerisinde tutarsızlar ya da bilgisizler. İkisi birden olmuyor. Buna benzer eleştirilerimiz var.

Paket referanduma giderse

Kesinlikle geçer. Çünkü şu anda bu paketin aldığı oy biraz sınırda gibi gözükse de aslında siyasi partiler biraz da AK Parti'yi zora düşürmek ve kendi pazarlık şanslarını artırmak için mesafeli durmayı tercih ettiler diye düşünüyorum. Eğer bu paket geçmezse AK Parti dışındaki bütün siyasi partiler ANAP'ın ve DYP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında karşılaştığı akıbete hazır olmalıdırlar. Toplum şu anda olanı biteni büyük bir soğukkanlılıkla izliyor. Bunun hesabını sandıkta mutlaka sorar. Eğer paket referanduma sunulursa ki öyle görünüyor, halkın vereceği yüzde 60-65'lik bir destek, CHP, MHP, BDP tarafından seçmenlerine nasıl izah edilecek? Yani bu anayasa paketindeki tutumları aslında bu siyasi partilerin son kullanım tarihlerini belirleyecek. Paket halka giderse, halk gerekli cevabı verir ve düğümü çözer.

DEMOKRATİKLEŞME DE SENDİKAL HAKLAR KADAR ÖNEMLİ

Hak-iş Konfederasyonu olarak siz Düşünceye Özgürlük Girişimi'nde, AK Parti'nin kapatılması sürecinde Ortak Akıl Hareketi'nde, Darbelere Karşı 70 Milyon Adım inisiyatifinde, Başörtüsüne Özgürlük Girişimi gibi, bütün sivil taleplerin olduğu yerde ya imzacı ya da aktivist olarak yer alıyorsunuz sendika olarak. Neden?

Bütün bu imzacılık, aktivistlik bizim için bir heves, konjonktür değil. Hem misyon, hem üyelerimizin hak ve özgürlüklerinin çoğaltılması için bilerek istiyerek içinde olduğumuz eylem ve girişimler. Biliyoruz ki, toplumsal özgürlüğümüz, demokrasimizin standardı üyelerimizin, çalışanlarımızın hayatını en az onların alacakları maaşları kadar önemli. Bir sendika olarak bu faaliyetlerin içinde olmak ilgisiz gibi görünse de değil. Bunlar bizim doğrudan varlık sebebimiz.

Doğrudan etkilendiğinizi söylüyorsunuz bunlardan…

Evet. Ama devlet bugüne kadar sendikaları sistemin aksesuarı olarak gördüğü için bu eylemlerimiz garipseniyor. Ama dünyada gelişen yeni sendikacılıkta bunu gerektiriyor. Bu eylemler bizi adete hem yeniden yaratıyor, hem yeniden kurguluyor hem de bize birçok şey öğretiyor. Bu eylemler bizi bürokratik bir kurum olmaktan da uzaklaştırıyor.

Yani sendikacılıkta değişiyor

Sendikaların özgürleşmesi gerek. Hem ideolojik olarak hem de bürokratik olarak. Akıl siyaseti yapması gerekiyor. Bütün bunlar ise ancak demokratik iklimde olur. Bir de şu var: Dünya hızla değişiyordu, küresel krizle bu biraz daha evrimleşerek devam edecek. Bu yapıda sendikalarda kendilerine yeni bir yer edinecekler. Öğrenecekler açıkçası. Sadece işçinin haklarını değil, işvereninin imkanlarını, onun pazar içindeki konumunu vs. gibi parametreleri de sürece katarak varlıklarını sürdürmek zorunda kalacaklar gelecekte. Bu yüzden dünya ile birlikte Türkiye'deki sendikalar da değişecek. Biz bunun farkındayız ve buna göre kendimizi yenilemeye çalışıyoruz.