Logo... Yazarlar...

KÜRŞAD BUMİN


"Organik aydınlar", üniversiteler, Ekşi, vesaire

L âfı fazla uzatmadan, önce şu soruya cevap arayalım: "Cumhuriyet", "laiklik", "çağdaşlık" gibi belli sayıda sözcükle örülmüş ve kavramsal bir düşünme çabasını gönüllü olarak çoktan ıskalamış olduğundan dolayı içi çoktan boşalmış otoriter bir söylemin toplumun üzerine çökmesinden ülkenin aydınları nasıl olur da rahatsız olmazlar? Hatta tam tersine, aydınların "ezici" çoğunluğu kendilerini bu "soğuk ideoloji"nin "organik aydınları" olarak nasıl önerebilirler? Nasıl olur da, bir ülkenin aydınları tanımları gereği taşımak zorunda oldukları kritik tavırlarını dünya ve ahiret işlerine dair hergün söyleyecek yeni bir şey bulan bir devlet başkanının ya da hukuk dışında birçok alanda başarılı olacağı aşikar bir basavcının sempatisini kazanmak uğruna kolayca harcayabilirler?

Koç Üniversitesi Akademik Kurul Duyurusu'nda şu satırları okuyoruz: "Atatürk devrim ve ilkelerine düşman olduğu belgelenen küstah bir şeriatçının, 2 Mayıs 1999 günü TBMM'nin 79 yıllık tarihinde ilk kez Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli olan laikliğe başkaldırma cüretini göstermesi, tüm Koç Üniversitesi mensuplarını derinden yaralamıştır." (!) Dikkat edin bu bildiri şu günlerde onlarcasıyla karşılaştığımız devlet üniversitelerinin "tepki" bildirilerinden birisi değil; bu üniversite "özel" bir üniversite, "Akademik Kurul"u oluşturanların maişetini devlet karşılamıyor. Bu tamamen "gönüllü" bir servis. Paris Üniversitesi'ne bir zamanlar "Fransa krallarının büyük kızı" denirmiş; benzer biçimde Koç Üniversitesi'ne de "Türkiye'deki devletlülerin anadili İngilizce olan küçük kızı" diyebiliriz herhalde! Demek dünyada kavramsal düşüncenin ve kritik bakışın yatağı olan üniversiteler bizde (son günlerin pek revaçta olan kavram çiftini hatırlayarak söylersek) "kamusal alan"da olduğu gibi "özel alan"da da babalarının sözünden çıkmayan uslu kızlarmış. Sanırım, Etyen Mahçupyan'ın geçen yıl kullandığı bir yazı başlığını hatırlamanın tam sırasıdır: "Üniversite önce kendi başını açsın!" Açsın ki, başı biraz serinleyip serin kanlı bir biçimde hiç değilse Kamu Yönetimi, Siyaset Bilim, Hukuk, Sosyoloji gibi toplumu anlamaya hizmet eden organları biraz çalışmaya başlasın.

Bu ülkedeki öğretim üyelerinin, Türkiye Yazarlar Sendikası üyelerinin, Edebiyatçılar ve Pen Yazarlar Derneği çatısı altında toplananların, bu ve benzer çatı altında toplanmayan edebiyatçı ve yazarların, gazetecilerin, Odalar içinde bir araya gelen siyaset severlerin, ressamların, sinemacıların, "enstalasyoncular"ın, yani kısaca aydınların ülkeye pompalanan solunması giderek imkansızlaşan havadan duydukları bir rahatsızlık yok mu? Esen boğucu havanın düşünceyi, kültürü, sanatı nereye "enstale" etmeye çalıştığını farketmiyorlar mı? Herhalde fark etmiyorlar ki, kimileri suskunluklarını korurken, kimileri "şeriatçılara karşı tepki"lerini dile getiren açıklamaları çoktan imzaladılar bile. "Yok canım, diyesi geliyor insanın, bu ülkenin aydınlarının 'ezici' çoğunluğunun özgürlüğe filan vakit ayıracak niyeti ve zamanı yok!"

"Soğuk ideoloji"nin rüzgârı o derece rahatsız edici ki, Başsavcı'nın iddianamesinde kendisinden "Daima ülkemizde özgürlüklerin genişletilmesinden yana tavır koymuş olan" yazar olarak söz edilen Oktay Ekşi bile artık bu kadarına dayanamadı! İddianamenin onda biri bu yazarımızın bir başyazısına ayrılmış olduğu halde, Ekşi geçikmeden şöyle yazdı: "Bir savcı, sanığı yargıç huzuruna sevk eder. Zaten görevi budur. Ama bir kimseyi sanık sıfatıyla yargıç önüne çıkartma yetkisi, o savcıya söz konusu sanığa hakaret etme hakkını vermez. Örneğin o sanığın herhangi bir eylemini 'kandan başka bir şeyle beslenemeyen vampirler'e benzetemez." Gördüğünüz gibi her insan gelişir; memleketteki hava o derece ağırlaşmıştır ki, Ekşi gibi bir yazar bile artık savcıların dosyasına girmekten rahatsızdır. Ekşi'nin iddianamede yer alan "Belli ki adeta bir terör çetesi gibi hazırlanmışlar" türünde satırları eleştiri konusu yaptığı "üslüp"a pek güzel yakışsa da, bu kadarına o da tahammül edememektedir. Ne diyebiliriz, hayat böyledir! Dünkü yazımda bugün için başka şeylerden söz edeceğimi söylemiştim; özellikle de şu günlerin "kamusal alan-özel alan" amatörlerinden. Bu konuda önümde iki yazı var ki (yazarlar: İsmet Berkan ve Zülfü Livaneli), bence her ikisi de son yılların klasikleri arasına rahatlıkla girebilir.

Kaçırdıysanız pazartesiyi bekleyeceksiniz. "Organik aydınlar" konusuyla ilgili örnek bir yazının (yazar: Toktamış Ateş) gözden geçirilmesi de pazartesiye.


 


  14 Mayıs 1999 Cuma


"Soğuk ideoloji"nin rüzgârı o derece rahatsız edici ki, Başsavcı'nın iddianamesinde kendisinden "Daima ülkemizde özgürlüklerin genişletilmesinden yana tavır koymuş olan" yazar olarak söz edilen Oktay Ekşi bile artık bu kadarına dayanamadı! İddianamenin onda biri bu yazarımızın bir başyazısına ayrılmış olduğu halde, Ekşi geçikmeden şöyle yazdı: "Bir savcı, sanığı yargıç huzuruna sevk eder. Zaten görevi budur. Ama bir kimseyi sanık sıfatıyla yargıç önüne çıkartma yetkisi, o savcıya söz konusu sanığa hakaret etme hakkını vermez. Örneğin o sanığın herhangi bir eylemini 'kandan başka bir şeyle beslenemeyen vampirler'e benzetemez." Gördüğünüz gibi her insan gelişir; memleketteki hava o derece ağırlaşmıştır ki, Ekşi gibi bir yazar bile artık savcıların dosyasına girmekten rahatsızdır. Ekşi'nin iddianamede yer alan "Belli ki adeta bir terör çetesi gibi hazırlanmışlar" türünde satırları eleştiri konusu yaptığı "üslüp"a pek güzel yakışsa da, bu kadarına o da tahammül edememektedir. Ne diyebiliriz, hayat böyledir! Dünkü yazımda bugün için başka şeylerden söz edeceğimi söylemiştim; özellikle de şu günlerin "kamusal alan-özel alan" amatörlerinden. Bu konuda önümde iki yazı var ki (yazarlar: İsmet Berkan ve Zülfü Livaneli), bence her ikisi de son yılların klasikleri arasına rahatlıkla girebilir.


 

|| ANASAYFA || GÜNDEM || POLİTİKA ||
|| DÜŞÜNCE || YAZARLAR || SERBEST KÜRSÜ ||
|| AÇIK OTURUM || LİNKLER ||
|| YENİ ŞAFAK'a Mesaj ||


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© 1998 ALL RIGHTS RESERVED