YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Bir el düğmeye basıyor
KASETLER VE RAPORLAR DÖKÜLÜYOR

Son dönemin gazete arşivlerini karıştırdığınız zaman, hemen hergün ya manşetlerde, ya değişik konulu haberlerde, ya da köşe yazılarında mutlaka "Fethullah Gülen" adının geçtiğini görürsünüz..

Ama bu isim, 1999'un Haziran ayında, birdenbire Türkiye'nin gündemine adeta tek madde olarak oturdu.

18 Haziran 1999'a gelinirken, birden birileri Fethullah Gülen'in işini bitirmek için düğmeye bastılar.. Ve o gece ATV'deki Ali Kırca'nın programında, Gülen'in 1993 Haziranı'nda yaptığı bir konuşmanın kaseti yayınlandı..

Daha sonra Hürriyet gazetesinin bir haberine göre, ATV'ye kaseti emekli Orgeneral Kemal Yavuz vermişti..

Bu dehşetengiz kasetin içeriği, DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'in iddianamesinin de ana delillerinden biri oldu.. Daha sonra, aynı tür bir "Gülen kaseti", NTV kanalına da verildi ve yayınlandı..

Kasetlerdeki konuşmalarında, Gülen, devleti, yargıyı, emniyeti ve tüm kurumları sabırla ele geçirmeye çalışan bir siyasal eylemci görüntüsü veriyordu.. Bu kasetlerin içeriğini, yandaki sütunlarda okuyabilirsiniz..

Ancak kasetlerin içeriği kadar, yankıları da ilgi çekiciydi..

Acaba bu kasetler, görev süresinin uzatılmasını bekleyen Süleyman Demirel'i siyaseten vurmak için mi elaltından verilmişti televizyon kanallarına?.. Çünkü Cumhurbaşkanı Demirel de, Gülen'in elinden "Hoşgörü Ödülü" alan siyasi figürlerden biriydi..

Bu arada, kendisine verilen "Hoşgörü Ödülü"nü reddeden ve Cumhurbaşkanlığı için adı dolaşan eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı'nın işine yarayabilir miydi Demirel'in yıpratılması?

23 Haziran günkü yorumunda, Yeni Şafak yazarı Taha Kıvanç, şunları yazıyordu:

-Fethullah Gülen'i seven sevmeyen herkesin kaset yayımlandığı andan beri sorduğu sorular var: Böylesine dehşetengiz bir konuşma nasıl oldu da bu kasete alındı? Hadi kasete alındı, nasıl oldu da saklandı? Hadi saklandı, nasıl oldu da ilgisiz ellere geçebildi?

Kasetteki konuşma 1993 Haziran ayında yapılmış. Kasetin en az iki yıl önce dışarıya sızdığını da öğrendim. Bu demektir ki, kaseti ele geçirenler, ellerinde bir saatli bomba tuttuklarını epeydir biliyorlardı. Acaba bu süre içerisinde, kaset uslu uslu kasada mı durdu, yoksa kısa süreli yolculuklara çıktı mı? Kasetin ellerinde olduğunu Fethullah Hoca ve cemaatine de duyurdular mı? Duyurdularsa, onlar ne tepki verdi? Kişiler veya tavırlar konusunda pazarlıklarda bu kaset rol oynadı mı?

Kasetin gelecek mayısta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini etkileyecek gücü var, ama acaba daha yakın tarihteki olaylarla irtibat kurmak çok mu yersiz olur? Kaseti cumartesi günü manşetinden kullanmış gazetelerden biri, önemli bir devlet kurumundan aranmış ve "Nereden çıktı bu kaset?" diye sormuşlar... Kaseti açıklayanların kimliklerinden hareketle onu piyasaya sürdüğü düşünülebilecek bir devlet kurumu bu. Demek ki, sızdırma o kurumun işi değil. Hatta soruş tarzından o kurumun kasetin açıklanmasından fazla mutlu olmadığı da düşünülebilir. Çünkü bu, daha yakın bir tarihte gerçekleşecek bir devir-teslim olayını müthiş etkileyebilecek bir gelişme.

Bu sırada, "Batı Çalışma Grubu" tarafından hazırlandığı iddia edilen "Gülen Raporları" da gazete manşetlerine yansımaya başlamıştı..

Haziran'ın ikinci yarısında, bazı gazete manşetlerinden örnek verelim..

Sabah: Fethullah Hoca'ya idam talebi Fethullah'ın ölüm komandoları

Posta: Dünya imamı Fethullah

Star: Fethullah Hoca raporu: DEPREM

Aynı sırada toplanan Millî Güvenlik Kurulu'nun gündeminin öncelikli maddesinin de "Gülen Raporu" olacağı gazete manşetlerindedir..

Daha sonraları, bu raporların "Telekulak Çetesi" diye adlandırılan bir grup emniyet mensubu tarafından hazırlandığı iddiaları da, basında yer alır.

Kasetlerin, raporların elden ele ve kanaldan kanala dolaştığı bu dönemde, iktidardaki politikacılar ve bir kesim aydın, olaya tepki koyar..

Örneğin Başbakan Ecevit, "Nerede Devlet Ciddiyeti" başlığı ile verilen bir demeçle, kaset ve raporların medyaya sızdırılmasına tepki gösterir..

Şöyle der Ecevit:

Ecevit'in tepkisi

Gülen'in kasetini ilk kez televizyonda gördüğünü belirten Başbakan "Ellerinde böyle belgeler bulunan kamu görevlilerinin, kamuoyuna medya yoluyla bu tür raporları yansıtmak yerine Başbakanlık Takip ve Koordinasyon Kurulu'na veya kendi bakanlıklarına vermesi gerekirdi. Bu devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir olay" dedi.

Kanal D'de yayınlanan, Fatih Altaylı'nın sunduğu "Teke Tek" adlı programda konuşan Ecevit, Fethullah Gülen'in televizyonlarda yayınlanan kasetinden daha önceden haberdar olmadığını bildirdi. Başbakanlığa kaset konusunda bir bildirimde bulunulmadığını bildiren Ecevit, şöyle konuştu: "Aslında Başbakanlığa bağlı uygulamada, Takip Koordinasyon Kurulu var. Bunun başta gelen işlevleri, devlete karşı etkinlikler konusunda, laiklik karşıtı eylemler konusunda, bölücü akımlar karşısında, terörist eylemler karşısında gerekli izlemeyi yapmak. Dolayısıyla ellerinde böyle belgeler bulunan kamu görevlilerinin, kamuoyuna, medya yoluyla bu tür raporları yansıtmak yerine bu kurula veya kendi bakanlıklarına vermesi gerekirdi. Ama öyle olmadı. Son günlerde yaygınlaşan bir uygulama ile doğrudan doğruya medyaya bazı şeyler, kimi kamu yöneticileri tarafından sızdırılıyor. Tabii sızdırılması sonuç olarak iyi olmuş olabilir, kötü olmuş olabilir. Bu, devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan bir olay."

"Gülen'in kasetleri kamu görevlileri tarafından mı sızdırıldı?" sorusu üzerine Ecevit, "Bunu kesin bilmiyorum. Basına yansıyan bir raporu oldu Ankara'daki emniyet görevlilerinin. Ben bunu kastederek söyledim" diye konuştu.

"Devletin her kademesinde laiklik karşıtı akımlara karşı ciddi kaygı ve kuşku var" diyen Başbakan bu hassasiyetin MGK gündeminde de bulunduğunu bildirdi. Fethullah Gülen'le kendisinin de görüştüğünü bildiren Başbakan Ecevit izlenimlerini şöyle anlattı: "Kendisi son yıllarda yaptığı açıklamalarda, -bunlar samimidir, değildir tartışılabilir- laiklikle ters düşmemeye özel bir özen göstermiştir. Çağdışı bir akımı temsil ettiği izlenimini vermemiştir."

Rusya neden izin verdi?

Gülen'in tavsiyesi ile açılan okullardan birinin de Moskova'da olduğuna dikkat çeken Ecevit, "Laiklik karşıtı bir eğitim verilseydi Rusya herhalde bu okulları misafir etmezdi" dedi. (23 Haziran 1999-Zaman)

Başbakan Ecevit, daha sonra da (1 Temmuz 1999'da), "Gülen Raporu"ndaki iddiaları, DSP'nin grup toplantısında ele alacaktır..

İşte o günkü Milliyet'in haberi:

-Dinsel akımların hepsinin laikliğe karşı görünmediğini vurgulayan Ecevit, "Bazıları belki takiye yaparak, laikliğe karşı açık tavır almaktan kaçınıyorlar. Takiye giderek içtenliğe de dönüşebilir. Yeter ki, laikliği gerçekten benimseyen veya takiye yaparak da olsa benimsermiş gibi görünen dinsel topluluklar, laik demokratik rejimi yıkmak için açıktan uğraş veren topluluklarla bir safa, bir cepheye ve dayanışmaya itelenmesinler" diye konuştu.

Koalisyonun ortağı ANAP'ın Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise, "Gülen kasetleri"ne, daha şiddetli tepki göstermiştir.

22 Haziran 1999 tarihli "Zaman" gazetesinin, Mesut Yılmaz'ın ANAP grubundaki konuşmasına ilişkin haberi de şöyle:

-ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Fethullah Gülen'e tuzak kurulmuş olabileceği ihtimalini gündeme getirdi. Partisinin Meclis Grubu'nda konuşan Yılmaz, kasetlerin ortaya çıkış şeklinin vatandaşta şüphe uyandırdığına dikkat çekerek, "Bu kasetler acaba uzun süre elde tutulduktan sonra belli zamanlama ile mi ortaya çıkarılıyor? Eğer ortada işlenmiş suç varsa, deliller varsa, devlete düşen görev hiçbir kimseye tuzak kurmadan gereğini yapmaktır" dedi. "Devlet gibi devlet olmanın gereği vardır" açıklamasını yapan Mesut Yılmaz'ın açıklamaları şöyle:

"Devlet kimseye tuzak kurmaz. Tuzak kurarak devlet yönetmek olmaz. Bunları bir varsayım olarak söylüyorum: Bu kasetler basına MİT'ten, Emniyet'ten veya başka bir devlet kurumundan kendi tayin ettiği zamanlama ile veriliyorsa durum vahim demektir. Devlet suç yaratmaya çalışıyor, tuzak kuruyor demektir. Böyle devlete vatandaş güven duymaz. Ortak şüphe doğmuştur. Kasetin bütünü dikkate alınarak inceleme yapılmalı. Ortada laik cumhuriyete karşı eylem, niyet, girişim varsa bu suçtur. Bunu izlemek emniyetin, gereğini yapmak yargının görevidir."

Fethullah Gülen'den "din büyüğü" olarak bahseden Yılmaz, Gülen'in toplumun her kesimi tarafından sevgi odağı haline gelmesinin altında devlete ve rejime bağlı, hoşgörülü yaklaşımının etkili olduğunu söyledi. Türkiye'de kasetlerden sonra olağanüstü korku havasının yaratılmak istendiğine dikkat çeken ve herkesi sağduyulu ve soğukkanlı olmaya davet eden Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: "Her zaman Cumhuriyet'in temel niteliklerini koruyacağız. Bunu adam gibi, devlet gibi yapacağız. Rejimi savunmaya varız. Abartma ve yanlışlıkları da ortaya koyacağız. Devlet, medya ve vatandaş serinkanlı, akıllı olmalı. Gördüğüm tehlike şudur: Cumhuriyet'i koruyacağız derken demokrasiyi, insan haklarını bir yana itip çağ dışı tedbirler alırsanız Cumhuriyet'in en önemli temeli olan, demokrasiyi var eden vatandaşı mahrum bırakırsınız. Rejim korunurken, vatandaşların haklarına tecavüz edilmemelidir."

Basındaki köşe yazarları da, kasetler ve raporlar konusunun üzerine giderler..

24 Haziran tarihli "Hürriyet"ten Cüneyt Ülsever'in yazısından alıntı yapalım..

Bir toplumsal paranoya

-Gelelim Fethullah Hoca kasetlerine. Bu kasetlerde geçen sözleri yorumlamak için bazı malum konuları yeniden ilan etmek gerekiyor:

1) Ülkemizin geleneğinde merkeze tepkiler birer halk dini olarak gelişmiş tarikat ve cemaatler ile yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. Bu unsurlar millet indinde entellerin o pek beğendikleri sivil toplum örgütlerinin gerçek temsilcileridir. Ancak aynı temsilciler Osmanlı'nın yerleştirdiği devlet geleneği içinde, bazı istisnaları hariç, devlete alternatif olmak iddiasında olmamışlardır.

2) Fethullah Hoca cemaati ideoloji (inanç) boyutunda güçlü bir İslami içtihada (yoruma) dayanır.

3) Bu yorum Bediüzzaman Said Nursi'nin içtihadından yola çıkar. Said Nursi'nin çeşitli siyasal denemeleri hüsranla bitmiştir. Bu tarihi ders, evrimsel gelişimi içinde, medeniyet lokomotifine binebilmek için tek yolun Batı'nın ilmini İslam'a kazandırmayı hedefleyen bir miras bıakmıştır.

4) Her ideoloji (komünist, liberal, sosyal demokrat vb.) gibi bu cemaatin de gönlünde bir vuslat günü (G-day) vardır.

5) Ancak bu iktidar günü, bazılarının alıştığının tersine topla-tüfekle Ankara'nın fethi değildir. Bu fetih ilimle irşad olmuş gönüllerin İslam geleneğinde toparlanmasıdır. Açıkçası, hedef bir zihniyet evrimidir!

6) İktidardan darbeyi anlayan zihniyet ise geleneğinde gönüllere-zihniyete hitap ederek egemen olmayı, daha doğrusu egemenliği millete teslim ederek onun temsilcisi olmayı hiç bilmediği için her türlü sivil hareketten ürkmektedir. Bunun için hep bir umacı yaratarak ve milleti bu umacıdan koruyarak meşruiyet kazanmaktadır.

Son umacı Fethullah Hoca cemaati Türkiye Cumhuriyeti'ne hayırlı olsun!

24 Haziran 1999 tarihli Sabah'ta da, Gülay Göktürk "Gülen kasetleri"ne şöyle yaklaşır.

Devleti ele geçirememek

Şu "devleti ele geçirmek" suçlamasının, bu kadar sık ve bu kadar yoğun gündeme gelmesi bir şeyleri kanıtlamıyor mu sizce?

Malum, kendinize ait olan bir şeyi ele geçiremezsiniz; ancak sizin olmayan bir şeyi ele geçirebilirsiniz.

Demek ki, toplumun o kadar geniş bir kesimi devleti "kendisinin" olarak görmüyor ki, ele geçirmek için sürekli faaliyet halinde. Demek ki bizim devlet, o kadar geniş bir kitleyi dışlamış; üstünde yükseldiği toplumdan o kadar kopmuş ki, gün aşırı "ele geçirilme" tehlikesi atlatıyor!

Bunda bir gariplik yok mu?

Elbette var ve bu gariplik, bugün Fethullah Gülen kasedi dolayısıyla yine gündemde olan şu "devleti ele geçirme" kavramı üzerinde biraz düşünmeyi gerektiriyor.

Bana kalırsa Türkiye'nin sorunu, devletin ele geçirilmesi değil, ele geçirilememesidir. Bir zamanlar devleti ele geçiren bir zümrenin, bunu ilelebet sürecek bir imtiyaz olarak görmesi, bu imtiyazı kimseyle paylaşmaya razı olmamasıdır. Sorun, toplumda varolan değişik eğilimlerin, toplumsal güçlerin, hatta sandıktan çıkan hükümetlerin bile, bir türlü devleti ele geçirmeyi başaramamasıdır.

* * *

Aslında devleti ele geçirmeye çalışmayı suçların en büyüğü olarak ortaya koyanlar, her seçimin devletin büyük or anda el değiştirmesi için yapıldığını da unutmuş görünüyorlar. Unutmakta da haklılar, çünkü Türkiye'de böyle bir şey olmuyor. Meclis el değiştiriyor, hükümet el değiştiriyor, yani milli irade değişiyor ama, devlet aynı zümrenin elinde kalıyor ve bütün temel meselelerde milli irade ne derse desin o zümre bildiğini okumaya devam ediyor.

Oysa, demokratik devletlerde, sivil toplum içinde varolan her türlü gücün, politik toplumda yansımasını bulması doğaldır. Devlet, toplumdan ve toplum içindeki güçlerden bağımsız, tepelerde bir yerlerde konuşlanmış bir varlık değil, o toplum üstünde yükselen bir organizmadır. Sivil toplum içindeki her güç, her eğilim, beğenelim ya da beğenmeyelim, politik toplumda da yansımasını bulabilmelidir. Zaten, politik toplumla sivil toplumun ayrılmazlığı da buradadır. Devlet ancak toplumla kurduğu bu organik bağlar sayesinde canlılık ve dinamizm kazanır. Dini örgütlenmeler, cemaatler ve tarikatlar da sivil toplumun bir parçasıdır ve onların da, kendi Türkiye projelerini hukuk düzeni içinde ve yasal sınırlar dahilinde, devlet katlarına taşıma hakları vardır.

Peki bunu gizli kapaklı bir biçimde yapabilirler mi?

Gülen Cemaati'nin devlet içindeki kadrolaşma faaliyetinin gizli kapaklı bir biçimde yürütmesini ihanet olarak görenlerin, önce şu soruya cevap vermesi gerekir: Türkiye'de bir yargıç, bir vali ya da bir general, göğsünü gere gere Fethullah Gülen Cemaati'ne mensup olduğunu deklare etme özgürlüğüne sahip mi? Bunu deklare ederek devlet içindeki görevini sürdürebiliyor mu?

Bu soruya olumlu cevap vermek mümkün olmadıkça, bir Fethullahçı'yı, Fethullahçı olduğunu gizleyerek devlet içinde yükseltmeye kalktı diye suçlamaya hakkımız olamaz.

Bütün bu değerlendirmelerden sonra özetle söylemek gerekirse, suç olan, devleti ele geçirme çabası değil, bunu silahlı bir ayaklanmayla, bir darbeyle, yani şiddet yöntemiyle, zora dayanarak gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bu suçun unsurları oluştuysa, Fethullah Gülen Cemaati de yargılanır ve cezalandırılır. Ama suçun unsurları oluşmadıysa, yani şiddet yoluyla bir iktidar değişikliğinin delilleri ortada yoksa, böyle bir faaliyetin bizim hoşumuza gitmemesi, onun suç olduğunu göstermez.

Bundan gerisi politik ve ideolojik bir mücadele konusudur.

Milliyet yazarı Taha Akyol da, 23 Haziran tarihli köşesinde, "Fethullah Gülen olayı"nı şöyle ele alıyordu..

-ECEVİT, bir entelektüel olarak daima bizim resmi ideolojinin toplumlar dinamikler konusundaki dar kafalılığından yakınmış, halkla anlaşmaya önem vermiş, bu arada "dine saygılı laiklik" kavramını geliştirmiştir. İşte bu Ecevit 1970'lerde ve günümüzde solu birinci parti yapmıştır.

Ecevit, Fethullah Gülen olayına bakarken de özellikle yurtdışındaki okulların Türk dilini, kültürünü ve Türkiye'nin nüfuzunu yaymak için son derece yararlı olduğunu takdir etmektedir.

"Analitik düşünce" de, topyekün yargılar yerine böyle analizler yapmayı gerektirir.

Din her toplumda "cemaat" (community) dayanışması olan yapılanmalarla ve derin bir "hayır işleme" duygusuyla var olur. Bu sebeple her dinin misyonerleri "memurlar"dan daha motivasyonlu olurlar. Mesut Yılmaz'ın bu konuda "sosyolojik boyut"un önemini vurgulaması da son derece isabetlidir.

Herhalde Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz okul kapatmak, hele de dışarda bu okullardaki ay yıldızı indirmek için iktidara gelmediler! Denetim mi? Elbette!

"Gülen Kasetleri"nden bazı alıntılar

Ankara DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'in iddianamesi, Türkiye'nin gündemini değiştiren "Gülen Kasetleri"ni de, deliller arasında sunuyor. (S. 58-69)

İşte bu kasetlerin çözümlerinden bazı bölümler.. Gülen'i zor duruma sokan bazı cümleler şöyle:

-Arkadaşlarımızın mevcudiyeti İslami geleceğimiz adına bu işin garantisidir. Bu açıdan Adliye, Mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ülkelerde garantimizdir. Bizim varlığımızın bunlar nabzıdır.

Zayiata meydan vermeyin.

-Daha bunun neye ihtiyacı var, nasıl takviye edilmeli, bu demeli, sürekli o araştırılmalı, daha bir takviye edilmeli, fakat mevcuttan da bir ölçüde taviz verilmemeli derken yani fevkalade korumaya alınmalı, katiyyen zayiata meydan verilmemelidir. Bu açıdan bizim ister bu dairede, ister diğer dairede arkadaşlarımızın korunması çok önemlidir. Bu koruma mevzuunda işte arz ettiğim gibi belki işin esnekliğinden istifade edilebilir.

Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın.

-Bu açıdan, bir taraftan bu kanun ve kuralları kullanma, biraz önce anlattığım esneklik içinde, diğer taraftan bir kanun ve kural adamı olma imajını uyarmak, yani harfiyen riayet ediyor bunlar denmeli, denmeli ki muntazam terfilerin arkasında bir ölçüde bu vardır. Ve sizin ileriki dönemde daha hayati, daha önemli yerlere gelmenizin arkasında da bu vardır. Yani sivrilmeden mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerilere gitmek, iş de bu iki müessese de olduğu gibi hayati dinamik bir kısım müesseselerde söz konusudur. Ta ilerilere gitme, böyle can damarları içinde dolaşma ve eğer dönülüp gelinecekse yara alınmadan, hissettirmeden dönüp geriye gelme

-Bir Batılı mütegallip, Şili'de hatırlarsan 15 sene geldi, milletin ense köküne bindi ve bir daha da gitmedi. Hatırlayacaksınız gelince bir daha gitmiyorlar. Aynen bunun gibi dünyanın her yerinde bir kısım aynı firavuniyetlere sebebiyet verilebilir. Dünya firavunlar çağını yaşıyor. Toprak firavun bitirmek için pek mümbit. O öyle bir dönemde tam özümüzü bulacağımız, kıvama ereceğimiz ana kadar, dünyayı sırtımıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacağımız ana kadar, o kuvveti temsil eden şeyleri elimize alacağımız ana kadar, Türkiye'de ki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar, her adım erken sayılır. Her adım 20 günü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir. Civcivleri terk eden kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terk etmek gibi bir şeydir ve burada yapılan şeyler bunlardır. Burada yapılan şeyler mikro planda dünya ile hesaplaşma işidir. Bütün bir dünya ile hesaplaşma işidir. Ve dünya ile bir gün hesaplaşacak bu insanların, dünya ile hesaplaşma yollarını öğrenmeleri işidir. Talim ve terbiye işidir. Böylesine feleğin çemberinden çekenler, geleceğin fikir işçileri olarak kendi dünyalarını kuracaklar, fikir mimarları olarak kuracaklar fakat burada böyle defaatle feleğin çemberinden geçmeyen insanlar, kendi acemiliklerine, toyluklarına takılacaklar ve tabii kendi ülkelerinde kendileri de zarar görecek. Biz bugün sesimiz soluğumuz bu. Bunca kalabalık içinde, ben bu duygu ve düşüncemi sizlere sözde mahremiyet içinde anlattım. Ancak sizin mahremiyete sadık, mahremiyet hususunda hassas duygularınıza sığınarak anlattım. Biliyorum, elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi, bu düşünceleri de açık olma yanıyla çöp kutusuna atıp geçeceksiniz. Arz e debildim mi? Sırrınız sizin esirinizdir. Söylerseniz siz esir olursunuz.

-80 seneden beri amansızca, hatta bu dönem itibariyle de imansızca da diyebiliriz, dinle diyanetle uğraşıyorlar. Değişik hayat üniteleri nazarı itibara alındığı zaman bazı hayat ünitelerinde, bazı birimlerde 80 sene evvel, yani bir başka asra adımımızı atarken, zannediyorum falan müessesede, filan müessesede, bugün olduğu kadar tepeden tırnağa Allah'a inanmış bu kadar inanmış insan yoktur. Mübalağa etmiyorum. Hatta diyebilirim mülkiyede bu kadar inanmış insan yoktur. Müsaade ederseniz diyebilirim adliyede bu kadar inanmış insan yoktur. Müsaade ederseniz diyebilirim bir takım hayati dinamik müesseselerde bu kadar inanmış insan yoktur. Sadece o başı mahirane, meseleyi dağıtmadan, perdeyi yıkmadan ayakta tutma cehdi ve gayreti vardır. Bir enkazı ayakta tutuyoruz.

-O kuvveti temsil edeceğiniz şeyler elinizde olacağı ana kadar, Türkiye'deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır, her ad ım yine gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şey.

 

YARIN 4. BÖLÜM: Gülen'in yanıtları

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...