YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Gülen, Erbakan'ın istifasını istedi

'28 Şubat'ta, Ecevit'i Erbakan'a tercih ettiğini vurguluyordu. Ama, şeriatı, laikliği, MGK'yı ve siyaseti tartışmaya başlamıştı Gülen...

Fethullah Gülen'in, 28 Şubat muhtırasından hemen sonra, Kanal-D'de Yalçın Doğan'la yaptığı söyleşi, "uzlaşma" konusundaki tavizci tutumun işaretlerini çok açık veriyor.. Ancak Gülen, ağzıyla kuş tutsa da, devletin tutumunu değiştiremeyeceğini, belki farketmemiştir.

11 Mart 1997'de yayınlanan "Gülen Söyleşisi"nde, Yalçın Doğan'ın sorularını ve Gülen'in cevaplarını izlemeye devam edelim..

Y.D- Son zamanlarda 'Din şeriattır, hayır değildir' tartışması çıktı. Bu tartışma da kadınların şeriata karşı yürümesiyle alevlendi. Arkasından Ankara DGM'si bir karar verdi ve kararda dedi ki: Şeriat din değil, din esaslarına dayalı devlet rejimi ve hukuk düzenidir. Şeriat din esaslarına dayalı devlet düzenidir diye bir karar verdi. Şeriat nedir sizce ve şeriat din midir, değil midir? Bunun tanımı sizce nedir?

F.G- Şeriat, din ve İslamiyet.. bunlar, eskilerin ifadesiyle müteradif lafızlar. Aralarında nüanslar vardır. Mesela, şeriat dediğimiz zaman -Kur'an-ı Kerimde bir yerde şeriat tabiri geçer- bir yol, bir sistem bir şehran anlarız. İslam, Allah'a teslim olmuşluğun, Allahın emirlerini dinlemenin, işini ona tevdi etmenin adıdır. Din kelimesi de bir yanı itibariyle ahirete raci olur. Bir yoldur, bir yöntemdir. Neticesi itibariyle ahirete dayanan bir yol. Fatiha'da bunu ifade ediyoruz. Malik-i yevmiddin diyoruz. Din Gününün Maliki, Sahibi diyoruz. Yani din, dünyada, fakat ahirette neticelenecek bir sistemdir. İnsanın ebede uzanan arzularını da tatmin edecek, ebedden ve ebedi Zat'tan başka birşeyle tatmin olmayan insanı tatmin edecek bir kanunlar mecmuasıdır. Bunların bütününü de din adı altında tarif ederler ve Kur'an'dan ve Sünnet'ten alınma bir tarifle derler ki: Din, insanları kendi ihtiyarlarıyla, neticesi itibarıyle sevimli, maksudun bizzat hedefe götüren kanunlar mecmuasıdır. Bu tarif İslam için de, şeriat için de sözkonusudur. Bu meselenin bir yanı. Ancak şeriat dediğimiz zaman, usûlcüler, mutlak zikir kemaline masruftur, (yani bir şeyi böyle kayıtlardan mücerred, soyutlayarak ifade ederseniz, temelde kemali neyi ifade ediyorsa, tastamam olması neyi ifade ediyorsa o anlaşılır, o akla gelir) kaidesinden hareketle, dinin hukuka müteallik yanlarını, bir kısım ahkama müteallik, medeni ve cezai kanunlarla alakalı olarak ihtiva ettiği müeyyideleri anlar ve onu sadece bu hususlara bakan hususi manasıyla ele alırlar. İtikad dediğimiz şeyler de esasen şeriatın bir parçasıdır, dinin bir parçasıdır, imanın bir parçasıdır. İman esasları da onun içine girer. Hatta iman esasları adına kainatın bir kitap gibi okunması onun içine girer. Namazımız, orucumuz, haccımız, zekatımız onun içine girer. Bizim din adına mükellef olduklarımız şeriatın yüzde 95'ini aşar. Bu yüzde 95'i, Allah'ın insanlara yüklediği bu kadar şeyi yapmak için bugün herhangi bir mani yoktur. İşin yüzde 5'i, idare ile alakalı, hukuk sistemi ile alakalı yüzde 4, yüzde 5 bir yanı vardır ki, bu da teker teker fertleri alakadar etmez, idare edenleri alakadar eder.

ECEVİT'E REFERANS

Y.D- "Ben şeriat istiyorum" diyen aslında neyi istiyor?

F.G- Belki çokları neyi istediklerinin farkında değiller. Belki yüzde 95'ini yaşadığının farkında değildir de, belki onu, yani yaşadığı şeyi istiyordur.

Y.D- Peki, belli bir çevrenin şeriata karşı yürüyüşe duyduğu tepki ne o zaman?

F.G- Onlar da, biraz evvel arzettiğim gibi, o yüzde 5'i tamim ediyor, sanki yüzde 5 herşeymiş gibi davranıyor. Ecevit Bey de ifade ettiler: Şeriat diye yürüyüş yapıp, sesini yükseltmek, beri tarafta laikliğe küfrederek, demokrasiye küfrederek yürüme ölçüsünde saygısızlıktır. Çünkü, onca hissiyat rencide edilmiş olur. Çünkü hiç kimse onun ne demek olduğunu bilmiyor. Birileri onu din olarak tanıyorsa, İslam olarak tanıyorsa -ki, Kur'anı Kerim'de yüzlerce yerde geçiyor bu mübarek kelimeler, bir yerde de şeriat geçiyor, bir yerde de onun fiil-i mazi kipi geçiyor- dünya kadar insan rencide edilebilir. Oysa ki, böyle bir uzlaşma döneminde, uzlaşma sath-ı mailinde insanları rencide etmeme, onları küstürmeme çok önemlidir. Bağışlayın, sapla samanı birbirinden ayırmak lazımdır. Efendimiz'in burada çok önemli bir mesajı vardır. Ebu Cehil herkesin bildiği bir insandır. Amr ibnü'l Hişam. Efendimiz'e karşı düşmanlıkla yaşamış, hayatını düşmanlık içinde geçirmiş ve korkunç bir düşmanlığı temsil ettiği bir yerde de ölmüştür. Bir gün onun oğlu ihtida etmiş, Allah Rasülü'nün huzurunda otururken, bu Ebu Cehil için yakışıksız bazı şeyler söylenir. Allah Rasülü kaşlarını çatıyor, ikaz ediyor. Diyor ki: "Ölmüş gitmiş insanlar aleyhinde bazı şeyler konuşarak hayatta olanları rencide etmiş olursunuz." Bazan konuşacağımız şeyler ve davranışlarımız başkalarını rencide ediyorsa, bu laikliğin aleyhinde olan, demokrasinin aleyhinde olan için de sözkonusudur, şeriatın aleyhinde olan kişi için de sözkonusudur. Çünkü kitleler bu meseleleri böyle sapı samandan ayıracak şekilde tefrik edecek, temyiz edecek, her şeyi net ortaya koyacak durumda değildir. Bu bir toplum saygısıdır. Toplum bu saygıyı ortaya koymalı, cimrilik yapmamalı.

Gülen, "28 Şubat Muhtırası"na karşı da, ılımlı yaklaşıyor..

Yalçın Doğan "Milli Güvenlik Kurulu'nun siyasetteki yeri"ni soruyor Gülen'e..

Y.D- Peki bu tartışmaya şeyden geldi Türkiye, İmam Hatip Okulları ve sekiz yıllık eğitimin Milli Güvenlik Kurulu'nun kararları ile geldi. Gerçi siz bir din adamısınız ama önemli bir kitleye de rehberlik ediyorsunuz. Milli Güvenlik kararlarının siyasetteki yeri nedir sizce?

F.G- Milli Güvenlik Kurulu kararları, belki bu şekli ile tavsiye niteliğindedir. Bazıları bunları muhtıra şeklinde algıladı. Bu kararlar bu şekli ile gelişmiş demokrasilerde antidemokratik bulunabilir. Fakat şurası da bir gerçek ki, 'Milli Güvenlik'in hali hazırdaki konumu anayasal bir takım esaslara dayandırılmıştır. Yani Milli Güvenlik Kurulu herşeyi aşarak, kanunları aşarak, parlamentoyu aşarak, Anayasa'yı aşarak kendi kendine bu konuma yükselmemiş. Oraya gelip oturmamış ve millete gelip karar yağdırmıyor. Yani anayasal bir müessesedir.

Anayasal bir müessese, kendi konumunun gerektirdiği şeyleri yerine getirmeyi düşünür. Mesela onlar, "biz milletimizin güvenliğini koruma mevkiinde bulunuyorsak, olup bitenler de -ister gerçekten öyle olsun, isterse öyle algılanmış olsun- rejim için birer tehlike ise, bunlara müdahale etmek bizim sorumluluğumuz altındadır. Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz" mülahazası ile hareket ediyorlarsa, meseleyi böyle algılıyorlarsa, bana göre onlar masumdurlar. Eğer bir hata varsa, bu bir içtihat hatasıdır. Hatta meseleye fakihlerin mülahazası ile de yaklaşılabilir. İçtihattaki hatalar bir sevap kazandırır; eğer isabet olursa iki sevap kazandırır.

ERBAKAN ELEŞTİRİSİ

Y.D- Şimdi burada isabet var mı, yok mu?

F.G- Bunu biraz işin neticesi gösterecektir. Belki bazı kimselerin dedikleri gibi, önü arkası kesilmeyen iddialara bir tahdid koymak, Türkiye'de gelecekte umumî huzuru temin edecekse, isabet var demektir. Bu hususta farklı mülahazalarım var fakat, Güliver'in mülahazası ile Türkiyemiz böyle bir seyahata muktedir değil. Toplumun bazı kesimleri bazı şeyleri henüz hazmedecek seviyede değil.

Eski dönemlerde olsa, Gülen'in 28 Şubat Muhtırası'na fetva verdiği söylenebilir bu cümlelere bakılarak..

Fakat özünde, Fethullah Gülen, kendisi dışındaki İslamcı kesimlerin davranışları üzerine "28 Şubat"ın geldiğini düşünüyor..

Örneğin "din adına şov yapanlar"ı eleştirirken, şöyle diyor..

F.G- İşi, ta başında böyle -özür dilerim- sulandırmış olacağız. Fakat din adına şov sayılabilecek davranışlara girmenin hepsini hemen bu kategoride mütalâa edebiliriz. Çünkü din, Allah'la insan arasında temeli samimiyete, ihlasa dayanan, Allah'ın rızasını kazanmaya dayanan, elden geldiğince insanın dışa bakan yanından daha ziyade kalbî derinliklerine dayanan bir husustur. Allah'la insanın irtibatıdır, derinliğidir. Hayatını kalbin zümrüt tepelerinde geçirmesidir insanın. İşin bu yanını bütün bütün ihmal ederek, onu merasim gibi ve herkese gösterme adına şov yaparcasına uygulayanlar var. Zannediyorum, her kesimde bu türlü şeyler oluyor. Daha fazla tavzihe gerek yok ama, sokaklarda def çalıp zikir yapanlar oldu, tekkelerine kamera götürüp orada yaptıkları şeyleri tesbit edenler oldu, sonra televizyonlara verenler, kimbilir bilemiyorum, belki de satanlar oldu. Bütün bunları dinin ruhundaki Allah'ın rızasıyla irtibatla, ihlasla irtibatla, özyüreklilikle irtibatla mülahaza etmemiz mümkün değil.

Y.D- Bu, dinin kendi doğrularını şov haline getirmek de toplumdaki gerilimin bir başka nedeni size göre.

F.G- Öyle olması gayet normal.

Y.D- Yani gerilim doğması mı normal?

F.G- Gerilimi meydana getirmesi gayet normal. Havanın böyle olması karşısında gerilimin olmaması zor düşünülür, imkansız gibidir zannediyorum. Çünkü tahrik var. Müsaade buyurursanız, şöyle birkaç misalle arz edeyim:

Mesela bir komşunuz vardır. Bu sabah akşam içer, evden dışarıya çıkar. Çıkarken kapıya tekme atar, merdivenlere tekme sallar. Karşısına çıkan herkese tekme sallar. Siz bu insanın bu ölçüde bir alkolik olduğunu bilirsiniz. Ama apartmandaki kimselere zarar vermiyorsa, sessiz girip çıkıyorsa, o zaman onun mevcudiyeti sizi rahatsız etmez. Ama mevcudiyetini ifade etmeye kalkarsa, kendisini bu haliyle gösterirse, bütün apartman sakinleri rahatsız olur. Bunun gibi, Allah'la insan arasında ve kanunlarla belli çerçevede zaten eda etme imkanı verilen dinin emirlerini yerine getirirken, meseleye şov katıldığında, onu çekemeyenler çıkar, rahatsızlık duyanlar çıkar. Tahrik manası da vardır bunun. Bazıları tahrik de olur. Hattâ, benim inancıma göre, din Allah rızası için ortaya konulmalı, öyle yaşanmalı. Samimiyetle temsil edilmezse, o bile tepki getirir gibi geliyor bana.

Ve konu, "bugünkü iktidar"a geliyor..

Yani Erbakan-Çiller ortaklığına.. Yani Erbakan'ın Başbakanlığı'na..

Gülen, "dinin şov haline getirilmesi"nin bu kadar yoğun ölçüde görülmediğini söylüyor.. Ve dolaylı biçimde, Erbakan'ın istifasını isteyen sözler söylüyor..

F.G- Bugün Türkiye'yi idare edenler, gerekli performansı ortaya koyamadılar zannediyorum. Çünkü idarede uzlaşma çok önemlidir. Şahsen hayat felsefem olarak, buna idare felsefem de diyebilirim, iyi bir idareci, en kötü insanlarla dahi arızasız, çok iyi geçinen insandır. Şimdi bizi idare edenler, iktisadi, siyasi, kültürel bazı faaliyetlerde başarılı olabilirler. Fakat aynı zamanda kendilerine muhalif, hatta kendilerine hasım cephede bulunan insanlarla iyi geçinemiyorlarsa, hiç olmazsa aralarındaki müşterek meselelerde konsensüs sağlayamıyorlarsa, iyi idareci sayılmazlar. Bu meselenin bir yanı. Bir diğer yanı, böyle bir meselede başarılı olamayınca, bir Hz. Ebu Bekir, Bir Ömer bin Abdulaziz edasıyla davranabilirler. Hayatlarında en azından birkaç defa yapmışlardır. Minbere çıkmış demişlerdir ki, "bu yük çok ağır, bunu biz götüremiyoruz. Bunu size devrediyoruz. Halk alsın, kime isterse, ona versin." Bu, çok anlamlı bir cumhuriyet anlayışıdır. Demokrasi anlayışıdır. Ama halk, Hz. Ebu Bekir'de ısrar etmiştir. Emevilerden Ömer bin Abdulaziz'de ısrar etmiştir. "Senden başkasını istemiyoruz" demişlerdir. Sevad-ı azam yapmıştır bunu. Yani, topluluğun görülen, bilinen büyük kesimi bunu böyle yapmıştır. Temelde de bu, Allah Resulü'nün ifade ettiği önemli bir söze dayanır. Der ki, Bu vazife onundur ki, o benim değildir der. Bu onun değildir ki, hırsla ona sahip çıkar, o benimdir der. Zannediyorum, bizim problemlerimizi büyük ölçüde çözebilecek panzehir gibi birşey bu.

İSTİFA ETMELİDİR

Y.D- Sizin anlattığınız bu şeyi ben günlük dile tercüme edersem, şunu anlıyorum. Bugün Türkiye'yi yönetenler çok fazla uzlaşamıyorlar karşıdakilerle. O zaman, uzlaşamadıkları zaman da, halifelerden verdiğiniz örneklerden hareketle, seçime gitmek daha doğru. Yani görevi geri vermeleri. Görevin geri verilmesi, bugünkü siyasi dile çevirirsek, ya yeni bir hükümet, ya da seçimdir gibi anlamak mümkün değil mi?

F.G- Biraz farklı. "Beceremedik, -bağışlayın- bu işi yüzümüze gözümüze bulaştırdık" diyebilirler. Belki bir kabiliyetleri var. İstidatları var -ben herkesi öyle görmeye çalıştım. Onlara bütün bütün kabiliyetsiz de demiyorum. Fakat büyüyen Türkiye. Dünya ile entegrasyona giden bir Türkiye. Çok problemi olan bir Türkiye. Dünya ile iktisadi, siyasi, kültürel münasebetleri açısından kocaman, dev bir Türkiye. Ve gelecekte dev olmaya namzet bir Türkiye. Böyle bir Türkiye'yi idare edememiş olabilirler. Tamamen yetersizler dememeye çalışıyorum. Fakat öyle de olsa, Türkiye'nin bahis mevzu olduğu bir yerde, milletimizin geleceği bahis mevzu olduğu bir yerde, bizim şahsi onurumuz, şahsi gururumuz, hatta siyasetten beklediklerimiz bahis mevzu olamaz.

Y.D- Peki, biraz önce tanıtımda da gördük. Bugünkü Türkiye'yi yönetenleri ya da yönetmeye talip olan muhalefet liderlerini siz tek tek tanıyorsunuz. Bu tanıma çerçevesinde bugünkü iktidar yönetime gelmeden önce böyle bir gerilimle ya da bu belirttiğiniz uzlaşma olmayışıyla karşılaşacağınızı tahmin eder miydiniz?

F.G- Biraz tahmin ediyordum. Daha farklı bir şey olsun diye, tanıyabildiğim, bilebildiğim daire içinde hemen herkese bu hislerimi de açtım. Bazen, şöyle de olabilir diyerek farklı alternatifleri haddim olmadığı halde tavsiye etmeye çalıştım. Teklif ettim. Demin arzetmeye çalıştığım mülahaza çerçevesinde... Bir erken seçim veya farklı, alternatif bir hükümetin teşekkülü olabilir. İyi bir seçim kanunu yapılır. Bu benim haddimi, maksadımı aşma sayılabilir. Fakat, mesele biraz da liderler kadrosunun partiler üzerindeki sultasından da kaynaklanıyor. Yeni bir yapılanma gerekiyor: seçim kanunuyla, gerekirse liderlerle alakalı yepyeni bir yapılanma ile bir seçime gidilmesi bir çare olabilir. Erken seçime gidilmesi bir çare olabilir. Tıpkı Ömer b. Abdülaziz gibi, "ben bu işi götüremiyorum" denilir. Veya, hayranlarından biri olduğum -Marks da hayrandı ona- Hz. Ömer gibi yapılır: Hilafetinin 10. senesinde başını yere koyar ve "Allahım" der, "ben bu emanetini götüremiyorum. Emanetini alsan çok iyi olacak." Hiç olmazsa böyle bir sorumluluk altında insan nerede bulunduğunu, ne ile karşı karşıya kaldığını idrak etmeli, bunun şuurunda olmalı ve Meclis'e, "ben ayrılayım ve yardımcı olayım. Siz nasıl bir idare istiyorsanız onu teşkil edin ve milleti idare edin" demeli.

İNSAN KITLIĞI

Y.D- Ama görünen, emaneti, sizin deyiminizle emaneti geri vermeyen bir iktidar var bugün. Diyelim ki, bu emaneti geri vermemekte iktidar direniyor. Nasıl bir sonuç çıkar bundan? Demokrasi çerçevesinde soruyorum.

F.G- Bu mevzuda, emaneti verecek insan adına kaht-ı rical, yani, insan kıtlığı var bugün. Onun için misalleri 14 asra sığınarak vermeğe çalıştım. Önemli bir husustur bu. Eğer bir toplum yenileniyorsa, gelişiyorsa, örnekleri kendi içinden çıkarabiliyorsa, büyük ölçüde problemlerini aşmış demektir. Ama, 14 asır öncesine seyahat yapıyor ve misallerimizi hâlâ oradan seçiyorsak, fedakârlık, feragat, digergamlık, başkalarını düşünme, yaşatma zevkiyle yaşama zevkinden vazgeçme gibi ulvi hisler adına misali çok uzaklardan arıyorsak, durumumuzu bir kere daha gözden geçirmemiz lazım. Ama şu hususu arzedeyim:

Bilebildiğim zamandan bugüne idareye talip olan hemen hiç kimse böyle zorla alaşağı edilmeden inmemiştir. Tanıyabildiğim kadarıyla. Çünkü bu, büyük bir fedakarlık gerektirir. Ama şurası da bir gerçek. Meseleyi kim nasıl algılarsa algılasın, millet adına bence böyle bir fedakarlığa katlanmalı. Biraz evvel belli bir mülahaza ile arzettiğim zatlar da fedakarlık etmiştir. Bu Türkiye için ne yapılırsa değer bence. Hele içtimai uzlaşma, sosyal uzlaşma için, partilerarası uzlaşma için buna ihtiyaç varsa, bu ihmal edilmemelidir.

Görüldüğü gibi Gülen, 28 Şubat muhtırasını değil, Erbakan'ın temsil ettiği iktidar anlayışını eleştirir.. Erbakan'ı değil, Ecevit'i referans gösterir.. Ama faydası yoktur..

Devlet, Gülen kadar "uzlaşmacı" değildir.

Onun da işi bitirilmek istenilmektedir.

 

YARIN 9. BÖLÜM: Vakıflar, şirketler...

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...