YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Ümmetçi değil, milliyetçi...

Devlet, bir yandan Türki Cumhuriyetleri'nde açılan bu okulları destekliyor, bir yandan suçluyor.

Çok kültürlülüğün toplumsal hayatımızda ağırlıklı olduğunu, yüzyıllardır görüyoruz... Belki de Osmanlı'nın kendine güveninden ötürü, imparatorluğun resmi dini olan İslam, son dönemlere kadar, anti-emperyalizmin itici gücü biçiminde alınmadı..

Sadece "modernleşme"ye (veya Batılılaşma) karşı, gelenekçiler bir ölçüde İslam'ı da kullandılar.

1950'lerden başlayarak önce Arap dünyasında, sonra da İran'da olduğu biçimde, "anti-emperyalizm"in "İslam"la birlikteliği, Osmanlı-Türk toplumsal hareketlerinde görülmedi..

Cemal Abdülnasır'la simgelenen Arap anti-emperyalist hareketlerindeki gibi, "sosyalizm-milliyetçilik-İslam" sentezi ise, bize hiç yansımadı..

Kendi içinde bir "cemaat" olarak algılanan, fakat "devlet"in veya savcının gözünde "Siyasi İslam"ın eyleme geçmiş bir örgütü biçiminde değerlendirilen Fethullah Gülen Grubu da, bu açıdan, farklı bir yapıda..

Örneğin Gülen'in "Türklük" kavramına verdiği ağırlık ve "İslam içinde Türk olgusu"na bakışı da, dikkat çekici nitelikler taşıyor..

Gülen'in 1995 yılı '19 Ekim'inde, Hollanda'nın "N.M.O" (Müslüman Yayın Grubu) televizyonuna verdiği mülakattan, bu konudaki alıntıya göz atalım...

TÜRKLER VE ARAPLAR

Soru: İslâm, ilk olarak Arabistan'da yayılmaya başladı. Türkler daha sonra Müslüman oldular. Türkler'le Araplar aynı dini paylaştıkları halde birbirlerine sempatik bakmadıkları gibi, birbirlerinden nefret bile etmektedirler. Bunun nedeni sizce nedir?

Cevap: Aklıma geldiği kadarıyla birkaç sebep söyleyebilirim: Bunlardan biri, herkesin mahiyetine konulmuş bulunan milliyetçilik duygusunun dengelenemeyip, su-i istimal edilmesidir. Araplar, Farslar dine vaziyet edince, kendilerini kavm-i necib görmüşlerdir. Türkler de hicrî 5. asırdan itibaren belli ölçüde kavm-i necib şeklinde görülmeye başlanmıştır. İşte o zaman burada denge korunamamış, dolayısıyla herkes, kendi milletini sevip müsbet milliyetçilik anlayışıyla konuya yaklaşacağına, öyle yapılmayıp, başkalarının tahkir ve tezyifi esas alınmıştır. Evet sanki, herkesin milletine olan sevgisi, başkalarına düşman olmayı gerektiriyormuş gibi, milliyetçilik anlayışı hep diğerlerine düşmanlıkla beslenmiştir. Oysa ki, değişik milletlerin pekçoğu -farklılıklar mahfuz- kendi dönemlerinde dine ciddi hizmet etmişler; hayat ve aktivitelerini kaybedince de kenara çekilip, sahayı başkalarına bırakmışlardır.

İkinci olarak, iştişrak (oryantalizm) zikredilebilir. Bazıları, bunun 100 sene önce ortaya çıktığını kabul ederler. Bunlar iştişrak tarihini çok yakın dönem itibariyle ele alıp inceliyorlar. Ama buna göre iştişrakın 1100-1200 senelik tarihî bir geçmişi var. Kanaatimce, Müslümanlar'ın iştişrakla ilk defa tanışmaları, Batı düşüncesi ve Grek felsefesinin olduğu Abbasî dönemine rastlar. Ve bu, daha sonra da sürüp gitmiştir.

Müslümanlar arasında ayrılıkların körüklenmesinin boyutlarını, yakın tarihte yaşadıklarımızla daha iyi anlıyoruz. Almanlar'ın, İngilizler'le aralarındaki bir meseleden dolayı, Araplar'ı tahrik etmek maksadıyla yaptıkları İngiliz casusu Lawrens'in faaliyetlerini anlatan film bile, Arap-Türk münasebetlerinin ne kadar derin ve köklü olduğunu gösteren ayrı bir belgedir. Araplar'a gidip, "Türkler sizi eziyor, sömürüyor" derler. Onlar da, bu oyuna gelir ve senelerce kendilerini koruyan, himaye eden Türk askerlerini arkadan vururlar. Şimdi yürekleri yanıyor ve geçmişte yaptıkları böyle bir hatanın utanç ve pişmanlığını yaşıyorlar ama, Türk milleti de, arkadan hançer yemiş bir millet olmanın hasıl ettiği duygularla, Araplar'a karşı antipati besliyor.

Meselenin bir diğer yanı da, dünya haber ağlarının Batı'nın elinde olması ve İslam dünyasındaki haberlerin yorumunun da tamamen bu yabancı medya tarafından yapılmasıdır ki, böyle bir sistem hep İslâm dünyasındaki hadiselerin yanlış intikal ettirilmesi şeklinde tecelli ediyor. Meselâ bu haber ağları, Cezayir, Sudan vb. İslâm ülkelerindeki hadiseleri yorumlarken, İslâm'ı kaba bir sistem, Müslümanlar'ı da birer terörist suretinde resmediyor ve bu, bütün dünyaya bu şekilde aktarılıyor. Haliyle, Batı insanının nazarında Müslümanlar'ın birer terörist, İslâm'ın da bir kavga ve terör dini olduğu imajı meydana geliyor. Bu imaj, İslam'ın dünyada itibar kaybetmesinin yanında, İslâm ülkelerinin de kendi aralarında birbirlerine düşmeleri için birer sebep olarak kullanılıyor.

Görüldüğü gibi, iç ve dış birçok sebep, İslâm ülkeleriyle aramızdaki münasebetlerin hiç de iyi olmadığını gösteriyor. Ama öyle inanıyorum ki, küreselleşen bir dünya, bizi bir ölçüde Batılılar'la entegrasyona zorladığı gibi, İslâm dünyasıyla da bir başka şekilde entegrasyona itecektir. Bu vesileyle, birbirimizle anlaşacak, uzlaşacak ve asırlardan beri devam edegelen bu kini, iğbirarı, nefreti bir yere gömecek, bir daha hortlatmamak için de üzerine çok ağır taşlar koyacağız. Benim bu husustaki inancım budur.

Bu mülakattan aldığımız cümleleri ile Fethullah Gülen, bir "ümmetçi"nin değil, bir milliyetçinin bakış açısı ile "İslam-Türklük" ilişkilerini değerlendirmekte..

Daha derine inince ve "Gülen Okulları"nın Asya'daki yaygınlıkları konusu incelenince, Gülen'deki "Türk-İslam" ağırlıklı yaklaşım iyice görülür..

"NTV"de 27 Şubat 1998'de yayınlanan "Püf Noktası" programında Cengiz Çandar ve Taha Akyol soruyor ve Fethullah Gülen cevaplıyor:

İSLAMİYET-ASYA-TÜRKLER...

T.A: Sizin hayat hikayenizden ziyade bu şekilde bir hareketi başlatmanıza gıda kaynağı teşkil eden fikri kaynakları soruyorum. Yani İslam herkes için fakat İslam adına hareket edilen, İslam adına oluşturulan cemaatlerin hepsi sizinki gibi değil. Sizin hareketinizin özelliğini oluşturan fikir kaynaklarını mesela siz Batı medeniyetine, dinler arası diyaloğa, dinin politik bir doktrin haline gelmemesine özen gösteriyorsunuz. Bu herhalde birtakım fikrî kaynaklardan geliyor.

C.Ç: Ben şöyle tamamlayabilir miyim izin verirseniz. Bir vesile ile diyorsunuz ki, denilebilir ki Müslümanlık Mekke'de Medine'de zuhur etmiş, Afrika'dan çıkıp bir yol takip etmiş Asya steplerinde konak kurmuş, dinlendikten sonra bir kavis çizerek Küçük Asya'ya Anadolu'ya gelmiştir. Buradan sizin Asya'ya dönük ve Türk gelenekleriyle süslenen bir Müslüman akıma, Müslüman cereyana bağlı olduğunuz Taha Bey'in ifade ettiği fikri gıdalarınızı bu pınardan aldığınız anlamı çıkarılabilir mi?

F.G: Biraz evvel kısaca arzetmeye çalıştığım gibi babam o duygu ve düşünce ile dolu bir insandı. Osmanlı ve Selçuklu tarihini mütalaa ederken onun o dolu dolu gözleri ve kaybedilmiş bir şanlı geçmişi, muhteşem bir maziyi her mütalaa edişinde adeta bir mana olmuş ruh olmuş içime atmıştır. Onun kendi çevresi ve arkadaşları vardı. O da çok okuyan bir insandı. Rençberlik yaptığı halde imamlığa geçmeden evvel her gün beş-altı saat kitap okurdu. Tarlada da evde de okurdu. Sonra onun bir diğer yanı, tarikatların her zaman münakaşası yapılabilir. İslami tasavvufi hayata eskiden zühd, takva, ihlas diye mektepleşen ekolleşen ve daha sonra tarikatlarla değişik sistemlere ulaşan bu hayata karşı açık bir insandı. Görüşüp konuştuğu insanlar da öyleydi. Onun o muhteşem millet düşüncesi şanlı fakat şu anda bahtsız bir millet. Dünya muvazenesinde önemli bir yeri olması lazım. Fakat şu anda bir yönüyle gemiyi kaçırmış bir millet duygu ve düşüncesi biraz da belki hassasiyetimle bende daha değişik bir değerlendirmelere ulaşmıştır. O çocuk yaşta hicranla hep muhteşem geçmişimi düşünmüş ve şimdi âlemin gözünün içine bakışımı ve muvazenedekilerin bu mevzuda bizi yönlendirmesini gözetlemesini görmüş hicranla çok defa iki büklüm olmuşumdur. Belki de bu bir tepkidir. O andaki şartlar milletimizi o hale getirmişti. Çünkü böylesine muhteşem olan bir millet bir gün yine tıpkı bir ağacın bünyesinde bir kurdun kelebeğe metaformozla dönüşmesi gibi bu millet de kabuğunu kıracak yeniden bir metaformozla şekillenecek ve tıpkı oradaki söğüt gibi dünyanın dört bir yanına dal budak salacak bir ihtişamla kendisini hissettirecektir diye düşünme belki o küçük yaşlarda başlamıştı. Ama talebelik dönemimi hatırlıyorum. Arapça metinleri okurken bunu belki hiçbir yerde açmadım. Tesbihim elimde o metni ezberlerken çok defa o tesbihimi çevirirken Cenab-ı Hakk nasib eder mi yeniden bir kere daha o harita değiştirmesi gibi bir daha milletimiz dünyanın dört bir yanına dervişleriyle açılsın o ruh ve manayı götürsün. Kendisini değişik platformlarda ifade etsin ve biz kaybettiğimiz devletler muvazenesindeki o

yerimizi bir kere daha ihraz mı edelim mülahazasını çok aklımdan geçirmişimdir.

T.A: Sanıyorum okullar projesi bir bakıma Avrasya'nın hemen hemen her devletinde gerçekleştirdiğiniz okullar projesinin bir bölümü bu. Okullara girmeden önce ben size parantez içi bir soru sormak istiyorum. Anlattığınızdan bizim anladığımız zaten tavırlarınızdan da gördüğümüz sizi kökü bu topraklarda olan bir İslamiyet'i temsil ediyorsunuz. Bu özellikle sosyalizmin çökmesinden sonra Ortadoğu'da ortaya çıkan Hamas, İslami Cihad gibi radikal İslam, politik İslam, funtamentalist İslam denilen hareketlerle fikri bir bağlantıdan öte bir sempati bağlılığınız bile yok benim anladığım. Çünkü bu terminoloji siyasi İslam denilen Ortadoğu radikalizminin terminolojisi değil.

F.G: Cengiz Bey'in de (Çandar) meseleyi açarken ifade buyurdukları gibi İslam ceziretülarapta zuhur etmiş, Asya steplerine intikal etmiş, orada temerküz etmiş, duygusu ve düşüncesiyle ekonomik tabirle ifade edeyim tahaşşüd etmiş (birikme, toplanma) adeta ve ordan bir kere daha bükülerek Anadolu'ya küçük Asya'ya gelmiş ve birgün büyük Asya'ya analık yapabilecek ona bazı şeyler bırakmış, miras bırakmış ve vakti gelince o mirasın gereklerini yerine getirsin diye düşünmüş. Bu bakımdan ber bir yönüyle 'İnsanlığın İftihar Tablosu'nu Mehmet Akif'in ifadesiyle "Medyun ona cemiyyeti medyun ona ferdi medyundur o masuma bütün bir beşeriyyet" derken, ona karşı medyuniyetimi ifade ederken İslamiyet'in hem fıkıh olarak hem hukuk olarak hem kelam olarak, hem tasavvufi düşünce olarak esas Asya'da geliştiğini, oradan dünyanın dört bir yanına dağıldığını, dal budak saldığını düşünerek, görerek şimdilerde şurada burada mini mini teşekkül etmiş, bir kısım akımlara ihtiyaç hissetmeyecek kadar zengin bir kültürün mirasçılarıyız. Hatta bu açıdan öyle bir zengin kültür ki belki bazen de biraz balapervazane bir hal alarak adeta milletim olarak kendi insanım olarak kendimi yeryüzü mirasçılarından bir tanesi olarak görüyorum.

Hele dünyanın değişik yerlerini gezip gördükten sonra görüp anladığım şu oldu ki, Türkler'in Asya'da şekillendirdiği, yorumladıkları, seslendirdikleri bu anlayışı eğer çok iyi platformlarda çok iyi ifade merkezlerinde dünyanın değişik yerlerinde ifade edilse bir büyük mütefekkirin dediği gibi "sair dinlerin salikleri belki küre-yi arzın bazı kıtaları bu ilelmerkez güce koşacaklar, onun vesayetine girecekler" diyor. Buna inancımı hiç kaybetmedim. Zaman geçtikçe inancım daha bir pekişiyor. Taha Bey buyurdular, Hamas'ın tutarsız hareketlerini hatta Ihvan'ın bu mevzuda tenfir edici davranışlarını bu tabiri bizzat Efendimiz kullandığı için buyurur ki "yessiru vela tuassiru beşşiru vela tüneffiru=kolaylaştırın, zorlaştırmayın, insanları müjdeleyin, kendinize çekin, nefret ettirip kaçırmayın" tabirine dayanarak ifade ettim. Bunları gördükçe ve insanlığın esas Türk milletinin bin seneden beri geliştirdiği onun geçmişi de var esasen. İsmail Hami Danişmend ta Hz. İbrahim döneminden Türkler Müslümanlığa girmişti. Ve Hz. İbrahim'in getirdiği esaslar tevhid esasları olması itibariyle aynı zamanda Efendimiz'in de beslendiği kaynaktı. Aynı kaynaktan geliyordu. Bu kanaate ben de katılıyorum. Böyle çok köklü düşünce ve cereyan dünyanın hiçbir yerinde olan hiçbir cereyana ihtiyaç bırakmayacak kadar zengin zannediyorum. Bize düşen şey buna evirip çevirip değerlendirmek, yeni terkip ve tahlillerle yeni boyutlara ulaştırmak ve insanlığın istifadesine kabul görebilecek platformlarda onu gürül gürül ifade edebileceğimiz adreslerde ifade etmek.

DEVLET KARARSIZ

Peki, Gülen'in Türk milletinin yeniden insanlığın ufkuna ışık saçacağı günlere dönük "okullar projesi"ne, devlet nasıl bakıyor..

Elimizde Milli Eğitim Bakanlığı Yurt Dışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü'nün, Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Genel Müdürlüğü'ne hitaben kaleme alınmış, 19 Ocak 1998 tarihli ve "B.08.0.YEG.18.04.02" sayılı bir resmi yazısı var.. İmza, Bakan Adına Genel Müdür, Aysal Aytaç'ın..

Yani "Gülen Kasetleri" ve "Gülen Raporu" kamuoyunda tartışıldıktan sonra yazılmış bu resmi yazı..

İLGİ: Zaman Türk Kamboç Koleji Müdürlüğü'nün 07.01.1998 tarihli yazısı.

İlgi yazıda, Feza Gazetecilik A.Ş'ye bağlı olarak Anadolu Liselerimiz statüsünde eğitim vermek üzere Kamboçya'nın başkenti Phnom Penh'de Zaman Türk Kamboç Koleji açıldığı, okulun 1998-1999 öğretim yılında iki sınıf ile eğitim öğretime devam edeceği, kültürümüzü tanıtmak amacıyla Laos ve Vietnam'da da bu okullardan açmak için devletimizin manevi desteğine ihtiyaç duyulduğu belirtilerek bu konuda Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla Tayland ve Vietnam Büyükelçilikleri'nin bilgilendirilmesi talep edilmektedir.

Adı geçen şirket temsilcileri, 9-10 Ocak 1995 ve 3-5 Mart 1997 tarihlerinde Bakanlığımız'ca düzenlenen "Yurt Dışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri Toplantıları"na katılarak yurt dışındaki eğitim öğretim faaliyetleri ile ilgili bilgiler vermişlerdir.

Buna göre Feza Gazetecilik A.Ş.; Kazakistan'da açtıkları 6 okulda 1217 öğrenciye, Nahçıvan'da açtıkları 3 okulda 64 öğretmenle 453 öğrenciye, Kuzey Irak Erbil'de açtıkları 2 okul, 1 merkezde 26 öğretmenle 184 öğrenciye Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı'nın ilke ve amaçları doğrultusunda eğitim öğretim hizmeti verilmesini sağlamakta, öğrencileri, dünya çapındaki bilim olimpiyatlarında altın madalyalar kazanmaktadır.

Bu bilgiler dikkate alınarak, Tayland ve Vietnam'da okul açmak isteyen Feza Gazetecilik A.Ş.'nin ilgili ülke büyükelçiliklerimize tanıtılması hususunda gereğini arzederim.

Devletin Milli Eğitim Bakanlığı'nın yazısında, okullar böyle anlatılıyor..

Ya DGM Savcısı'nın İddianamesinde ne deniliyor "Gülen Okulları" için?.. (S. 69-71)

ASYA'DAKİ OKULLAR

Yeni Hayat isimli derginin Haziran 1999 tarihli sayısının 25'inci sayfasında yayınlanan ve Türk Cumhuriyetleri'ndeki Fethullah GÜLEN grubuna mensup bir kişinin Türkiye'de ağabey adını verdikleri kişilere yazdığı mektuplardan birisinin bazı bölümleri aşağıya alınmıştır.

...oradaki Mevlan Firdevs rüyasında Türkiye'ye gitmiş. Bir büyük dershanede nurani yüzlü bir zat Özbekistan'dan geldiğini öğrenince "Kardeşim Risaleyi Nur Özbekistan'a bir güneş gibi doğdu. Hazreti Üstad'ın her talebesi bir güneş gibidir, kıymetini bilin" demiş. Üç ay Risale-i Nur'u anlama mücadelesi veren Mevlan Firdevs, anlamaya başladığı günlerde gördüğü bu rüyayı bir teşvik ve tebrik olarak kabul ediyor.

Hakikaten, bu nur güneşinin tesiri sadece Özbekistan'da değil, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan'da da görülüyor.

Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te yeni açılan dershane dolup taşıyor. İlahiyat Fakültesi'nde okuyan Süleyman isimli Kırgız genç Cuma namazından sonra Allah'a ağlayarak yalvarmış, "Yarabbi, bu kadar fikir cereyanları içinde bana en doğru yolu göster, ben de o yoldan gideyim" diye dua etmiş, çıkışta kardeşlerden biri yanına giderek tanışmış, hemen yakında bulunan dershaneye giderek çay içme teklifinde bulunmuş, Süleyman, Nur hizmetine böyle girmiş, şimdi kitap elinden düşmüyor. Dershanede bulunan Vakıf kardeş, Haşime "Ağabey o kadar çok genç getireceğim ki başını kaşıyacak vakit bulamayacaksın" demiş ve öyle de yapmış.

Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta halen iki dershane mevcut. Ayrıca ev dersleri, köy dersleri, kaza dersleri devam ediyor.

...bu vesile ile tanıştığımız Seyit olan Türkmenistan Tarım Bakan Yardımcısı, Regaip Gecesi dershaneye gelerek derse bir müddet iştirak etti. Daha sonra evine yaptığımız ziyarette Rusça "küçük sözlerden" okumasını istedik. Birinci sözü okuyup bize tercüme etti. İzah tarzını çok enteresan bulduğunu söyledi. Kitabı kendisine hediye ettim. İrtibatımız inşaallah devam edecek.

...geçen yıl burada bu yılda Kızıl Ordu'da kitap okuma programına iştirak eden Merv'li Cari kardeş, yüksekokulda okuyor. Okul açılınca, okulda yoğun bir hizmete başlamış. Müdür çağırarak, "O kitaplardan okumayacaksın" demiş, Cari kardeş "Okuyacağım" deyince müdür "Okumayacaksın" diye tekrar etmiş. Cari, "Kıyamet günü sizin bana bir faydanız olabilir mi? Bunlar ebedi hayat kurtaran kitaplar, biz okuyacağız" demiş. Bir hafta sonra müdür tekrar çağırarak "Sen ebedi hayat kurtaran o kitaplardan balalara oku, ayrıca bizim eve gel, bana da oku, fakat hiç kimseye söyleme" demiş, gösterdiği sabır ve sebatın mükafatını görmüş.

Yine Merv'in Sakaray kazasında bir dershanemiz var. Burada Seyit Muhammet Hoca küçük sözler ve tabiat risalelerini tercüme etti. Cemaatin ev dersleri bir hayli çoğaldı.

...üç yıl aradan sonra bazı gazetelerde tercüme edilen kitaplardan İktibaslar çıkmaya başladı. Kitap tercüme hizmeti ise yetişen kardeşler tarafından devam ettiriliyor. Başta Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Tacikçe ve Türkmence on dolayında kitabı Ocak ayı içinde baskıya göndereceğim.

...muhterem ağabeyler, Türkmenistan diğer devletlere göre çok farklılık arz ediyor. Evvela umumi manada yumuşak hava ve müsamaha hizmetin intişarına doğrudan tesir ediyor. Burada firmalarda çalışan kardeşler ve esnafın varlığı, bilhassa Kütahya mezunu kardeşlerin istihdamı nazara alındığında bizim buraya daha fazla zaman ayırma zarureti ile birlikte, Türkiye'den bir vakıf kardeşin istihdamı da şart olmuştur.

Bugüne kadar kitap baskıları ve alımları ve mülk alımları için duaları ve maddi hizmetleri ile yardımcı olan ağabeylerimizi tebrik ve teşekkür için Kentav'da bulunan ve bir yılda külliyatı yedi defa deviren Kurban Muhammet kardeşin rüyasının ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Kurban Muhammet anlatıyor. "Bulunan dershaneye taşındığımız gün rüyamda Efendimiz'i net olarak gördüm. Sonra güneş gibi birden parladı. Daha bakamadım. Başımı yere eğdim... birden orada üstadımızı gördüm. Üstadımız dershane açılınca geleceğim demiştim dedi. Sonra cebinden bir anahtar çıkararak orada bulunan bir binanın kapısını açtı. İçeriden nur yayılıyordu. Üstadımız içeriye girdiler. Bir takım külliyat ile geldiler. Al külliyatınızı dediler. Üstad hazretleri parmağı ile işaret edip bana dönerek, her dershanenin anahtarı Efendimiz'dedir. Her dershanenin külliyatı Efendimiz'dedir, dedi. Bu rüyayı dinleyenlerde şöyle bir kanaat hasıl oldu ki, hizmetlere yardım edenlerin sa'yine Efendimiz'in bereketi giriyor.

-Görüldüğü gibi Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nde açılan okul ve dershanelerde yoğun bir Nurculuk faaliyeti yürütülmektedir. Bu durumda okullarda Atatürk köşeleri bulunması Türk bayraklarının asılması bu Nurculuk faaliyetlerini kamufle etmek için yapılmaktadır. Yine okullarda İngilizce eğitim yapıldığı, haftada sadece iki saat göstermelik olarak Türkiye Türkçesi dersi bulunduğu bilinen bir gerçektir.

"İddianame"den tekrar "Püf Noktası"na dönelim.. Bu okullar konusunu, Taha Akyol ve Cengiz Çandar, Fethullah Gülen'e yönelttikleri sorularla deşiyorlar.

T.A: Bu okulların bulunduğu devletlerden mesela ben çok iyi biliyorum Kazakistan, Özbekistan gibi ülkeler, fundamantalist İslam veya laiklik konusunda çok duyarlılar. Bilgisiz oldukları için daha fazla duyarlılar. Normal laik medeni bir insanın da gayet tabii göreceği dînî bir tezahürü Orta Asya'daki yöneticiler çok şiddetli bir Afganistan'ın Taliban'ın tesiriyle İran korkusuyla çok fazla reaksiyonla karşılıyorlar. Laiklik konusundaki duyarlılıkları Türkiye'den daha fazla. Orda sizin okullarınızı laikliğe aykırı bularak kapatmak gibi bir şey oldu mu?

F.G: Şimdi bu hususu müsaadenizle siz soruda tevcih buyurmuştunuz. Ben cevap verme fırsatını bulamadım. Türkiye'nin içinde dışında öyle diyorlar 500'e yakın böyle müessese var ve hepsi bizim kriterlerimize göre bizim saygı duyduğumuz şeylere göre Atatürk köşesi de var, İstiklal Marşı da var, Türk büyükleri de var. Zannediyorum çok usulüyle bu meselelere yaklaşıldığından çok akıllıca bu meseleler onlara teklif edildiğinden dolayı hüsnü kabul görülüyor. Reddedilmiyor. Esasen zannediyorum Türkiye dahil bir başka ülkede böyle bir iş yapmaya kalksanız o ülke kendi kriterlerini öne çıkarmak ister. Yani şunu demek istiyorum. Bunca zaman komünizmin baskısı altında kalmış bu ülkelerde bir Atatürk köşesi yapmak, onun kitaplarını bir yere koymak, kendi bayrağımızı asmak, İstiklal Marşımız'ı söylemek, Türk büyüklerinden bahsetmek...

T.A: Zaten Türkiye'de Fransız mekteplerinde, Amerikan okullarında bu yapılamaz.

F.G: Evet bu fırsatı vermezler. Oysa ki 6-7 senedir bu ülkelerin hiçbirinden bir şikayet gelmedi. Özbekistan'da belli bir dönemde bir kısım rahatsızlıklar oldu. Bildiğiniz gibi bu ülkelerde hâlâ KGB'nin büyük tesiri olduğu söylenebilir. Burada anti parantez bir hususu arzedeceğim. Ben Asya'ya hayatım boyunca hep ulaşma hasretiyle ağladım durdum. Fakat bu eğitim faaliyetleri başladıktan sonra arzu ettiğim halde gidemedim.

KGB bir irtibat tesis eder ve milletimiz adına yapılan bu hayırlar engellenir diye bağrıma adeta taş bağladım sabrettim. "Ya Sabûr" dedim gitmedim. Şimdi böylesine herşeyin yakın ve sıkı bir takibe alındığı bir ülkede bu insanların hiçbirinden şikayet gelmedi. Şikayet etme şöyle dursun Haydar Aliyev geçende gelmişti.

Fakire bir randevü verdi. Fakat o esnada Sayın Genelkurmay Başkanımız benim randevu saatimde yanına girdiği için görüşme imkanı olmadı ama büyükelçisini gönderdi. Beni Azerbaycan'a davet etti.

T.A: Özbekistan Cumhurbaşkanı Kerimov ki laiklik konusunda en dikkatli olandır. Size bir teşekkür mektubu yazdı.

F.G: Evet bir teşekkür mektubu yazdı. Kendilerince kıymetli bir kısım meskukat paralar gönderdiler. Aynı zamanda Türkmenbaşı da davet etti. Diğerlerinden de bu kabil davetler gelmişti. Hatta Moğolistan'dan davet etmişlerdi. Ben bugüne kadar bu davetlere cevab ı sevap veremedim. Eğer onların takiyye dediği türden bir şey olsa bunca zaman bir yerden mutlaka sızardı. KGB tesbit ederdi.

Öyle anlaşılıyor ki takiyye diyenler zannediyorum Türkiye'de önemli bir oluşuma karşı kendi hesaplarına takiyyeler yaparak onu baltalamak istiyorlar.

 

YARIN 15. BÖLÜM: Gülen'in kendini anlatma çabaları

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...