YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Büyüsü bozulan ötekisiz öteki

32. Gün, Başörtüsü Dosyası'nı nihayet yayınladı. Başörtüsü sorununu çeşitli yönleriyle mercek altına alan programın finali fena halde tedirgin ediciydi: Dosya'yı hazırlayıp sunan Rıdvan Akar, "Başörtüsü mücadelesinin bitmesi, bir illüzyonun da bitmesiydi" dedi. M. Ali Birand ise başörtülülerin "kurban" olarak kullanıldıklarını söyledi.

Burada illüzyon ne? Başörtüsü takmak ve başörtüsü yasağı ile mücadele etmek mi? Yoksa başörtüsünün ve başörtüsü mücadelesinin müslüman bir toplumda illüzyon olduğunu söyleme aymazlığına düşmek mi illüzyon?

Sorun, başörtülülerin okullara alınmaması değil; müslümanlığın, sözümona müslüman bir ülkenin siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik hayatında belirleyici bir konuma ulaşma tehlikesini önleme çabasıdır. Burada başörtüsü doğrudan müslümanlığa işaret eden bir göstergedir.

Türkiye'nin en yakıcı sorunu, temel sorununun veya sorunlarının ne/ler olduğunu kavramakta zorlanmasıdır: "Modernleşme" tarihimiz boyunca yaşadığımız deneyim ne anlam ifade ediyor ve nereye doğru yol alıyoruz?

Türkiye'nin, hem iç, hem de dış sorunlarını anlamlandırabileceği ve bu sorunları hal yoluna koymasını mümkün kılabilecek kendine özgü, özgün, ufuk ve çığır açıcı bir "söz"ü, bir "iddia"sı, bir "bakış"ı, bir "perspektif"i, bir "pusula"sı, bir "yol haritası" var mı? Türkiye, yaşadığımız dünyaya bir şeyler söyleyebilen bir özne mi; yoksa yaşadığımız dünyada birilerinin sözlerini, söylediklerini bir papağan gibi tekrarlamaktan ve yapmaya çalışmaktan öte bir şeyi olmayan ve yapamayan bir "nesne" mi?

"Modernleşme" tarihimiz boyunca Türkiye'nin gösterdiği performansa, sergilediği tavra, geliştirdiği söyleme bakınca, bu sorulara olumlu cevap vermekte zorlanacağımız aşikar: Türkiye, kendisi ile, kendi tarihsel, kültürel ve toplumsal dinamikleriyle sorunlu, hatta kavgalı; dolayısıyla kendi kendini sömürgeleştiren; kendisini, kendi dinamiklerini, deneyimlerini, hafızasını ve pratiklerini ötekileştiren, yoksaymaya ve yok etmeye çalışan; kendisini ötekileştirdiği için kendi'si (kimliği) olmayan ve kendi olamayan tuhaf bir ülke. Kendisini (kimliğini) ötekileştiren ve kendisi (kimliği) olmayan bir ülkenin söyleyeceği bir söz, dillendireceği bir iddia da elbette ki olmayacaktır. Böyle bir ülke özne değil; her zaman kullanılmaya, itilmeye-kakılmaya mahkum olan bir nesne'dir.

Basitleştirerek formüle etmek gerekirse... Türkiye'nin kendisi dışında bir öteki'si yok; Türkiye'nin ötekisi, kendisi. Oysa aynı şeyi, örneğin Avrupa için söylemek mümkün değil. Avrupa'nın kendisi (kimliği, söz'ü, iddia'sı, "pusula"sı, "yol haritası", kendine özgü özgün bir perspektifi, bakış'ı) var. Avrupa'nın ötekisi asla kendisi değil; başkası. Örneğin müslümanlık. Avrupa'nın gözünde Türkiye, bir öteki. Türkiye, bu gerçeği görmemekte inat etse de, maalesef durum böyle. Dolayısıyla Türkiye, Avrupa ile ilişkisinde, Avrupa'nın gözünde, ötekisiz bir öteki.

Ötekisiz öteki, başkalarıyla uğraşmak yerine hep kendisiyle, kendi insanıyla, toplumuyla uğraşmaktan, kavga etmekten başka bir şey beceremez. Bir ülke, kendisiyle, kendi dinamikleriyle uğraşmaya, kavga etmeye başladığı andan itibaren, o ülkede barış'ın, istikrar'ın, kardeşliğin, dinamizmin, yaratıcılığın tesis edilebilmesi ham hayalden ibaret olmaya mahkumdur. Böyle bir ülkede, en fazla dillere pelesenk edilen sözcüklerin bu sözcükler olması, bu ülkenin henüz var olmadığının, varolmayı beceremediğinin, bir varolma sıkıntısı yaşadığının göstergesidir. Aslında böyle bir ülke yok-ülkedir. Haritada yeri vardır ama hayatta yeri yoktur.

Kendisi olmayan, kendi dinamiklerini, hafızasını, tarihsel deneyimlerini dinamitleyen bir ülke, elbette ki pusulasını, yol haritasını, bakış'ını sözlerini ve iddialarını yitirecek, başkalarının pusulalarına, yol haritalarına, bakış'larına, sözlerine ve iddialarına göre hayatını ve varlığını sürdürmeye çalışacaktır.

Ama nafile. Çünkü bakış'ın, söz'ün, iddia'nın, pusula'nın, yol haritasının yitirilmesi, kol'un, bacağın, beynin ve bedenin de yitirilmesi, sadece kiralık olarak kullanılması anlamına gelmektedir. Göz gitmişse, söz de gitmiştir; söz bitmişse, beden de, beyin de durmuş, işleyemez hale gelmiş, canlı cenazeye dönüşmüş demektir.

Bir yerde, göz gitmiş, söz yitmiş; pusula, iddia, beyin ve beden bitmişse, orada toplumu ayakta ve hayatta tutan, topluma heyecan ve dinamizm kazandıran ortak bir ideal, ülkü ve büyü kalmamış, sırra kadem basmış demektir. Ortak ideal'in, ülkü'nün yokolması ve büyünün bozulması, böyle bir ülkede entelektüel sığlaşmanın ve kamplaşmanın, kültürel, siyasal ve toplumsal koflaşmanın, küfleşmenin, yozlaşmanın, itişip-kakışmanın, yapay kavgaların ve traji-komik sorunların ve krizlerin her yeri, her şeyi ve herkesi etki alanına alması ve sarsması ile sonuçlanacaktır.


21 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...