YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Tanıdık bir ruh hali

Paranoya'dan söz etmek istiyoruz. Aşırı güvensizlik, aşırı korku anlamına gelen bir ruh hastalığının adı paranoya... Etrafındaki her şeyin kendisini tehdit ettiğine inanan insanın ruh tedirginliği.

Bu ruh halini yaşayanlara paranoyak deniyor.

Şimdi böyle bir psikolojinin, Türkiye ile ilişkilerde Belçika'ya musallat olduğu gözleniyor. Belçika, Fehriye Erdal olayında Türkiye'nin bu kızı bir biçimde Türkiye'ye kaçıracağından endişe ediyor. Önündeki örnek de Afrika'ya gönderilen Abdullah Öcalan'ın paketlenip Türkiye'ye getirilmesi. Bir ara Fehriye Erdal'ı Afrika'ya göndermek isteyen Belçika, onun başına da Öcalan türü bir paketlenme gelir ve insan hakları açısından ülke yara alır diye, bu projeden vazgeçti. Elhasıl Öcalan örneği, Türkiye'ye karşı Belçika'yı bir tür paranoid ruh hali içine sürükledi.

Bu ruh halinin en son tezahürü, Belçika'nın İstanbul Konsolosluğu'nun, Flandr Festivali için Belçika'ya gidecek olan Türk folklorculara "Bunlar folklorcu kılığında operasyon yapmak üzere yetiştirilmiş Türk subayları ve Fehriye'yi kaçırmak istiyorlar" gerekçesiyle vize vermemesinde ortaya çıktı.

Türkiye Belçika'nın bu ruh haline tepki gösteriyor. Bir gazete "Böyle paranoya görülmedi" manşeti ile ortaya koydu bu tepkiyi...

Oysa tanıdık bir ruh hali bu bizim ülkemiz için.

Hep yaşadığımız ve bir psikolojik savaş süreci içinde topluma taşıma gayreti gösterdiğimiz.

Bir dönem "Bu kış mutlaka memlekete komünizm gelecek" korkusu yaşadı bu memleket.

3.5 yıldan bu yana ise, irtica korkusu ile yatıp kalkıyoruz.

Geçen gün Ankara'nın ve bazı hassas çevrelerin nabzını iyi tutan bir dostum, "Yahu Ağabey, vallahi korkuyorlar, onların korkusunun izale edilmesi lâzım" diyordu.

Hatırlıyorum, Tayyip E rdoğan İstanbul Büyük Şehir belediye Başkanı olduğunda yolunu çeviren genç bir kız "Siz bizi gerçekten kesecek misiniz?" diye sormuştu ona...

Yani, "korku" ve "güvensizliği" içlerinde hisseden ve büyütmek-çoğaltmak isteyenler, bunu sokaktaki insanın yüreğine taşımışlardı.

Ondan sonra paranoya yaygın bir toplumsal ruh haline dönüşmüştü.

Sağım-solum-önüm-arkam irtica demeye başlamıştık.

Başörtüsünden, namazdan, oruçtan, İHL'den, Kur'an Kursu'ndan, okuldan, dersaneden, yurttan, evlerden, sakaldan, yüzükten, pantalonun dizlerinden, ayakların nasırından, üniversite sınavındaki başarıdan, partiden, seçimlerdeki oy oranından, vakflardan, deprem yardımlarından, fakir fukaraya sunulan hizmetlerden, aşevlerinden, varoşlarda yapılan camilerden, sivil toplum kuruluşlarından, selamlaşmadan, dostlarınızla ilişkilerden, konuşmanızdan, susmanızdan, yanyana durduğunuz insanlardan, haberiniz olmadan desteklenmenizden.... ve daha neler nelerden irtica korkusu beslendi.

Acaba Yargıtay Başkanı Sami Selçuk irtica korkusunu ne kadar beslemiştir?

Ya da Adalet bakanı Hikmet Sami Türk?

Ya da Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer?

Ya İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman?

Korku o kadar büyüktü ki, korkuyu önemsemeyenler bile korkuyu besliyordu sanki...

Tabiî, her paranoya savunma duygusunu da beraberinde getiriyor. Korkuyu ve güvensizliği abarttığınız için, korku üreten her nesneye karşı kendinizi savunmaya, tedbir almaya yöneliyorsunuz.

Ondan sonra gelsin Belçika gibi, folklorcudan casus timi üretmeye...

Ya da, beş vakit namaz kılan milli eğitim müdüründen mürteci yontmaya, ne bileyim, Saint Petersburg'da açılan bir okuldan yetişen insanların, bilmem hangi yılda Türkiye'de kurulacak İslâm devleti için sempatizanlar yetişeceğini tasarlamaya...

Bir tik oluşturuyor adeta paranoya insanda...

Dişleriniz görünesiye yaptığınız tebessüm "Beni yemek istiyor" diye yorumlanıyor.

Paranoya bir hastalık. Psikiyatrinin alanı. Gerçekten paranoyak birisi için şefkatten ve tedaviden başka yol düşünmek mümkün değil.

Ama paranoyanın bir de ranta dönüştürme boyutu var. Bu ruh haline sürüklediğiniz insanları kimi alanları yoketmek üzere kitle gücü olarak kullanmanız veya korku kaynağını yoketmek için her türlü yöntemi meşrulaştırmak için sömürmeniz meselâ. Bunun için psikolojik savaşlar düzenlenebiliyor. Korku kaynağını ne kadar büyütürseniz, yoketme yöntemini o kadar etkinleştirebiliyor ve kısa sürede devreye sokabiliyorsunuz.

Türkiye, bu süreci yaşadı, yaşıyor. Başörtülü kız öğrenciyi veya İHL'li çocukları korku kaynağına dönüştürmek ve hukuku bile siyasallaştırıp cadı avı ortamı oluşturmak az iş midir?

Ama, siz de gözlemliyor musunuz bilmem ama, paranoya enjeksiyonunun etkisi gittikçe azalmaya başlamış bulunuyor. Korku yağmurlamasından etkilenenler yavaş yavaş gözlerini açıyor ve korkuyu sorguluyorlar. Sorguluyorlar, çünkü bir dönem, annelerinin başörtüsünden bile korktuklarını görüyorlar. Paranoya üreticileri yalnızlaşıyor. Öfkelerinin artması, büyünün bozulmasına paralel bir gelişme.


8 EYLÜL 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...