YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

"Ni mujer de la Romanya ni mülk en la Türkiya"

 
Belki şaşırtıcı gelecek ama bence de Cumhuriyet'i kuranların zihninde din'den tamamen yalıtılmış bir Türklük mefhumu hiç (ama hiç) olmadı; ne fikren, ne hukûken, ne de siyaseten...

 

"Ne Romanya'dan eş al, ne de Türkiye'de mülkün olsun!" anlamındaki bu Yahudi özdeyişinin 1942-1943'de uygulanan Varlık Vergisiyle doğrulandığını düşünüyor Rifat N. Bali... Nitekim Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri: Bir Türkleştirme Serüveni (İstanbul, 1999) adlı araştırmasında, Cumhuriyet boyunca Yahudilere yönelik politikalarda din unsurunun ağır bastığını, bu unsurun Türk toplumunun "gerilim hattını" teşkil ettiğini söylüyor. Ona göre: din, hatta soy birliğinin bir milleti teşkil eden ana vasıflardan biri olmasına duyulan inanç açıkça ifade edilmediği halde, böyle bir birliğin faydası ve gerekliliği konusunda hem toplum, hem de Cumhuriyet'i kuranlar hemfikirdirler. (sh. 541)

Yazar, bu tezini doğrulamak amacıyla, Atatürk'ün 1936-1937 yıllarında Fransa Başbakanı olan Yahudi asıllı Léon Blum hakkındaki şu sözlerini naklediyor:

- "Bana kalırsa Fransa'nın bugünkü demokrasisi dejenere olmuş bir demokrasidir. Ve eninde sonunda kendileri bu demokrasiye yeni bir düzen vermek zorunda kalacaklardır. Bu bir tarihî zorunluluktur. Léon Blum gibi aşırı bir sosyalist, üstelik soyca Fransız, dince Katolik olmadan Fransa'nın kaderini eline geçirebiliyor. Yürümez bu iş!" (sh. 542)

Bali, araştırmasının başından sonuna kadar Cumhuriyet'i kuranların İslâm karşısında ilan ettikleri tarafsız tutumlarında -azınlık karşıtı uygulamalarından örnekler vererek- samimi olmadıklarını göstermeye çalışıyor ve yeni rejimde dahî "Türk"ün tanımında din bağının hâkim unsur olarak görülmeye devam edilmesini, gerçekte hiç de laik sayılamayacak bir siyasetin sonucu sayıyor.

Belki şaşırtıcı gelecek ama bence de Cumhuriyet'i kuranların zihninde din'den tamamen yalıtılmış bir Türklük mefhumu hiç (ama hiç) olmadı; ne fikren, ne hukûken, ne de siyaseten... Uygulamalar da zaten bu tesbitin açık birer kanıtı... [Tereddüt edenler için, geleneksel siyasetimizin en önemli terimlerinden olan icab-ı vakt u hâl (conjoncture) terkibi bu bağlamda açıklayıcı olabilir.]

Azınlıklara gelince, onların sadakati konusunda yeni rejimin önderlerinin ciddi endişeler taşımasının tek nedeni, kendilerinden gözardı etmeleri aslâ beklenilemeyecek olan tecrübeleriydi, bu bakımdan azınlıkların, "içinde bulundukları cemiyet için çalışmak" yerine, zaman zaman cemiyet için tehlikeli olabilecek heveslere kapılabilecekleri endişesini üzerlerinden atamıyorlardı.

İşte bu noktada aşağıdaki anlatı'yı yukarıdaki alıntı'yla karşılaştırmak gerekiyor:

- "Birgün Çankaya'da eski Köşk'te Selânikli berber Mehmet ve berber Rıdvan'la antrede oturmuş konuşuyorduk. Berberlerin ikisi de Atatürk'ün hemşerisi olduklarından kendilerini imtiyazlı sayarlar, yüksekten konuşurlardı. Bu şekilde şaka da olsa böbürlenerek dolaşmalarına, kendilerine poz vermelerine çok tutulur, fakat yine renk vermemeye çalışırdım. Fakat bütün dikkatime rağmen aramızda yine de tartışmalar eksik olmazdı.

O gün yine onlar zayıf tarafımı bulmuşlar, bana şakadan takılıyorlar: "Biz Selânikliler olmasaydık siz kurtulamazdınız" diyorlar, ben de cevap olarak: "Biz kendi kendimizi kurtardık. Selâniklilere ihtiyacımız yok. Hem Selânik'ten çıksa çıksa yahudi çıkar" diyordum.

O sırada merdivenleri yavaş yavaş inen Atatürk'ü görmemiştik. Konuşmalarımıza istemeyerek kulak misafiri olmuş ki o akşam sofrada bir Selânikli olan Nuri Conker'e damdan düşer gibi sordu:

- "Nuri Bey, Selânik'ten ne çıkar?"

O anda beynimin karıncalandığını duyar gibi oldum. Demek korktuğum başıma gelmiş, Atatürk antrede konuştuklarımızın hepsini duymuştu...

Nuri Conker, Atatürk'ün nazını çektiği, kaprislerine katlandığı eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için aklına eseni söylemekten çekinmeyen biriydi. Elde ettiği aşırı imtiyazlar yüzünden ciddi ciddi, "Sen çekil de biraz biz Cumhurbaşkanlığı yapalım" diyecek kadar ileri gittiği zamanlarda bile Atatürk gülüp geçer, işi şakaya boğardı. Fakat bu seferkinin şakaya gelir yanı yoktu.

Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımızı biliyormuş da beni korumak kararını vermişcesine:

- "Bol yahudi çıkar, Paşam!" demesin mi?!

Bunun üzerine Atatürk, yüzünde alaylı bir gülümsemeyle daha önce kulağına çalınmış dedikoduların tümüne karşılık verdi:

- "Benim için bazı kimseler -Selânik'te doğduğumdan- Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu unutmamak lâzımdır ki Napoléon da Korsikalı bir İtalyandı, ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti. İnsanların içinde bulundukları cemiyete çalışmaları lâzımdır!" (Cemal Granda, Atatürk'ün Uşağı İdim, sh. 204-206, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1973)

Şimdi bizlere düşen: Léon Blum ile Napoléon arasındaki temel farkın ne olduğunu bulmak...


28 Mart 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Dücane Cündioğlu

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...