T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Lice'de ne olduğunu 8 yıl sonra anladık…

Türkiye'de muhalif olan gazetelerin bile görmezden geldiği haberlerin başında, Avrupa Mahkemesi'nde Türkiye'ye ilişkin kararlar geliyor.

Daha geçenlerde Türkiye, Güneydoğu'da kaybolan –kaybedilen- 9 kişiyle ilgili olarak yaklaşık bir milyon dolar tazminata mahkum edildi.

Bu, o zamana kadar Türkiye aleyhine verilmiş en ağır cezaydı. Gazeteler bu haberi de pek fazla önemsemediler.

Arkasından Lice olayları nedeniyle zarar gören vatandaşların açtığı dava geldi.

Bu davayı da kaybeden Türkiye'nin ödeyeceği tazminat önceki rekoru da geride bıraktı

Devlet bu kez, yaklaşık 4 milyon dolar tazminat ödemeye mahkum edildi.

Bir iki gazete dışında medyadan yine fazla bir ses çıkmadı.

Burada tabii ki mesele devletin ödemeye mahkum edildiği paranın miktarında değil.

Sorun, insanlara yönelik insan hakları ihlallerinin devam etmesi ve bu ihlallerin faillerinin devlet tarafından korunuyor olması…

Sorun, bu nedenle insan hakları ihlallerinin devam ediyor olması…

Sorun, Türkiye'de insanların adaleti Türkiye'de değil, uluslararası bir mahkemede arıyor olmaları.

Sorun, Avrupa yargısının giderek Türkiye'deki yargı mekanizmasının temyiz organı gibi çalışıyor olması…

Sorun, sadece Türkiye'nin belli bir tazminata mahkum edilmesi değil.

Kuşkusuz giderek daha büyük boyutlara ulaşan tazminat miktarları devlet hazinesi için bir yük oluşturma yolunda.

Ama asıl sorun, Türkiye'de devlet güçlerinin uluslararası insan hakları anlaşmalarını da imzaladığı halde baskıdan, işkenceden, kötü muameleden, devlet gücünü kullanarak vatandaşına haksızlık yapmaktan ve hukukun temel ilkelerini çiğnemekten vazgeçmemesi…

Mahkum olduğu davalara ilişkin mevzuatı ve uygulamaları dahi değiştirmeye yanaşmaması.

Bu amaçla, mahkum olunan davalarla ilgili olarak bir tartışmanın, incelemenin yapılmaması.

Hele hele, devletin ödenen tazminatlarla ilgili olarak söz konusu olayda kusuru olan, suçu olan personeline rücu edememesi, yani ödenen cezayı ondan tahsil etmeyip cezayı kollektif olarak düşünmesi. İnsan hakları ihlallerini benimsemesi. Böylece daha başka ihlallere zemin hazırlaması… Başka ihlalcilere cesaret vermesi.

Hatta insan hakları ihlallerinin sistematik hale helmesine yardım etmesi…

Lice olaylarını ele alalım…

Biz, ancak aradan 8 sene geçtikten sonra, o da Avrupa Mahkemesi'nin kararı ile gerçeği öğrenebiliyoruz.

Peki bu olayda gerçek ne?

Önce olayların hemen ertesinde, yani 24 Ekim 1993 sabahı, Lice'nin birkaç kilometre dışından yazdığım yazının başlangıç bölümünü okuyalım. O sırada askerler, benimle birlikte, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, partinin bazı yönetici ve milletvekillerinin Lice'ye girişini engellemişlerdi.

O sırada PKK'nın bölgede basına uyguladığı yasak nedeniyle –Bu yasağı dinlemeyip çalışmaya devam ettiğim için- o sırada orada olan tek gazeteci bendim.

"Lice'nin üzerinde dumanlar tütüyor. Lice'de ne olup bittiğini hâlâ bilemiyoruz. Daha önceleri benzerlerini gördüğümüz acı Güneydoğu manzaralarından biri… Devlet, yalnızca TRT kameramanlarınını ilçeye sokuyor. Beni ve foto muhabiri arkadaşımı, hatta muhalefet partisi liderlerini, parlamenterleri ve en önemlisi Lice'de akrabası, çoluğu çocuğu, yakınları olanları içeriye almıyor.

Ama nasılsa bugün olmazsa yarın, giriş çıkışlar serbest bırakılacak, neyin ne olduğu anlaşılacak. Şırnak örneğinde olduğu gibi… Günümüzde hiçbir şeyi kamuoyunun, dünyanın gözünden saklamak mümkün değil.

Evet, aradan 8 yıl geçmiş olsa bile gerçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce tescil ediliyordu:

İnsanların evleri, dükkanları, olaylar bahane edilerek devlet güçleri tarafından yakılıp yıkılmıştı. Halkın can ve mal güvenliği hiç dikkate alınmamıştı.

Bu ise, Türkiye'nin imzalayıp parlamentosunda da kabul etmek suretiyle kendi yasası haline getirdiği uluslararası sözleşmelere aykırıydı.

Türkiye'de Meclis'in çıkardığı yasaların bizzat devlet güçleri tarafından ihlal edilmesinin pek bir müeyyidesi bulunmuyordu ama uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelerin ihlali, yine Türkiye'nin kabul ettiği Avrupa Mahkemesi tarafından cezalandırılıyordu.

Ve Lice'de o tarihlerde gizlenen gerçekler, 8 yıl sonra resmen açığa çıkmış oluyordu.

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde aleyhine çıkan kararları doğru değerlendirmek ve bu kararların gereklerini yerine getirmek durumundadır.

Tazminatları ödeyerek aynı tarzda davranmayı sürdürmek artık eskisi gibi kolay değildir.

Avrupa Birliği'ne gerçekten girmek istiyorsak, Avrupalı olmayı düşünüyorsak, bu kararların bize verdiği mesajları iyi değerlendirmek durumundayız.

O nedenle bu kararın Meclis'te ele alınıp tartışılması ve yasalarda ve uygulamalarda gereken değişikliklerin yapılması için adımların atılması gerekiyor.

AB toplantıları gündeme geldiğinde, bazı Anayasa ve yasa değişiklik önerileri ile göz boyanamayacağı Lice gerçeği kadar ortadadır…


18 Haziran 2001
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED