T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Özgürlük umudunun bayram günü...

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in RTÜK Yasası'nı vetosundan daha önemlisi, vetosunun gerekçeleri. Cumhurbaşkanı'nın uzun ve titiz biçimde kaleme almış olduğu veto gerekçelerini bir "hukuk ve özgürlükler manifestosu" gibi okumak gerekiyor.

Sezer'in vetosu, en başta hükümetin iki yanağına bir Osmanlı tokatı gibi atılmış bir "özgürlükçü hukuk şamarı"dır. Ardından da, bu yasaya oy vermiş olan milletvekillerine.

Yerel televizyonların birçoğu, kendi illerinden TBMM'de bulunanlara "bu yasaya oy verirseniz, bir daha bu seçim bölgesine gelmeyin" türünden mesajlar göndermişlerdi. Cumhuriyet tarihinin, daha önce de vurguladığımız gibi "en faşizan" nitelikteki bu yasasına oy vermiş milletvekillerinin takibe alınması ve "özgürlüklere kastetmeleri"nin "müeyyidesi" olmalıdır.

Aynı şekilde, bu yasayı hiç yüzü kızarmadan desteklemiş olan ve desteklemek ne kelime, televizyon ekranları başta, Çankaya üzerinde bir "hayasız lobi" faaliyetine dönüştürmüş olan "meslektaşlarımız"ın da "sicili" tutulmak zorundadır.

Alman Cumhurbaşkanı'na övgüler yağdıranları şimdi seyredeceğiz. Bakalım, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı'na bu "veto" üzerine neler söyleyecekler?

Günlerdir uğruna "kulis" yaptıkları böyle bir RTÜK Yasası'nı Ahmet Necdet Sezer yerine cilalayıp parlattıkları Johannes Rau'ya da gönderseler, yine "veto" yerlerdi; hiç kuşkuları olmasın.

Zira, RTÜK Yasası, hukukun temel ilkelerinin yanısıra pek de özgürlükçü sayılmayacak 1982 Anayasası'nın da ihlal etmekten gayrı, Avrupa Birliği normlarına da aykırıydı. Nitekim, Sezer bu hususa da dikkat çekmekte ve "en efendice" uslubuyla şöyle demektedir:

"Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin tam üyelik süreci içinde kısa ve orta erimde gerçekleştirilmesi öngörülen çalışmaların genel çerçevesini çizen ve yönlendirici nitelik taşıyan Ulusal Program'da, basın özgürlüğünün geliştirilmesi için anayasal ve yasal güvencelerin güçlendirilmesi planlanırken; çok yüksek para cezalarıyla görsel, işitsel ve yazılı medya kuruluşlarının görev yapamaz duruma getirilmesi amaca uygun düşmeyecektir."

Cumhurbaşkanı'nın "veto gerekçeleri" arasında en canalıcı hususlardan birini, "tekelleşme ve kartelleşme" ile "düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesi" arasındaki irtibata ayırdığı bölüm oluşturuyor:

"... Anayasa'nın 167. Maddesinde, Devletin, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici önlemleri alacağı, piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önleyeceği belirtilmiştir. Anayasa'nın anılan kuralı ile tekelleşme ve kartelleşme yasaklanmakla kalmamış, Devlete de bunu engelleyici önlemleri alma görevi verilmiştir... Tekelleşen ya da kartelleşen görsel ve işitsel medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan da haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecektir. Anayasa'nın 26. Maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün, haber almak ve vermek özgürlüğünü de kapsadığı; 28. Maddesinde de, basının özgür olduğu, devletin, basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alacağı belirtilmiştir. Basın özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanması yanında bunların yayılması ve öğrenilmesi özgürlüğünü de içerir. Bu nedenle, basın özgürlüğünün, okuyucuların, izleyicilerin ya da dinleyicilerin haber alma ve görüşleri öğrenme olanağından yoksun kalmaları yönünden de değerlendirilmesi gerekir... Basın özgürlüğü, kamu güçleri karşısında olduğu kadar özel güçlere karşı da korunmalıdır. Bu bağlamda, medya tekelinin oluşmasına karşı gerçek sınırlamalar koymak, medyanın çoğulculuğunu koruyucu önlemler almak devlete düşen bir ödevdir... Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz güç gibi er geç amacından sapabilir ve toplum yaşamını ve ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir güç durumuna gelebilir. Bunu önlemek de devletin görevidir."

İşte bütün mesele burada. İşte, 28 Şubat. 28 Şubat, böyle bir medya sayesinde topsuz-tüfeksiz "darbe" yapabildi ve Türkiye'de siyaset de, toplum yaşamı da, meslek ahlakı da, herşey.. rayından çıkabildi ve çıkarıldı.

Sezer'in "veto gerekçesi"nin bu bölümünü başta Hürriyet ve Sabah gazeteleri, çeşitli televizyonlar, bu arada pis bir RTÜK Yasası kulisine kendisini alet eden TRT'nin, ayrıca Basın Konseyi ve MGK gibi kuruluşların kapısına asmak lazım.

Tüm basın mensuplarının "veto"nun bu bölümlerini ellerinde bulundurmaları ve genel yayın müdürleri ile patronlarına sık sık hatırlatmaları da...

Ayrıca, "Bir gerçek ya da tüzel kişiye ya da sermaya grubuna bir radyo-televizyon kuruluşunun tümüne ya da birden çok radyo-televizyon kuruluşuna sahip olma olanağının yaratılmasının yanısıra, bu kişi ya da sermaye grubuna kamu ihalelerine girebilme ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapabilme hakkının verilmesi, medya gücünün kullanılarak ihalelerde haksız rekabete, borsada çeşitli işlem oyunları yapılmasına neden olabilecektir" ibaresini de öncelikle Doğan Şirketler Grubu, TÜSİAD, İMKB ve SPK gibi kuruluşların ve bir de DGM'lerin, binalarına asmalarında ve her gün birkaç kez okumalarında sonsuz yarar olacaktır.

18 Haziran 2001, Türkiye'de "umudun tükenmediği" günlerden biri olarak takvim yapraklarına düşmüştür...


19 Haziran 2001
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED