T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bülent Tanör'e 'Bilge'ye veda...

Bugün benim yazı günüm değil. Ama, çok sevgili bir dostumla ebedi vedalaşma günüm. Cami avlusundan ve kabristandan gayrı, bir de satırlarla onunla vedalaşmam gerektiğini hissettim.

Bülent Tanör...

Benim ve bundan yaklaşık 30 yıl önce Cenevre'de aynı evi paylaştığımız bir grup insan için 'Bilge'... Ona öyle hitap ederdik; o bizim 'Bilge'miz'di.

Bundan bir yılı biraz aşkın bir süre önce, 22 Eylül 2001'de yayınlanan, onun için yazdığım yazının başlığı da 'Bilge...' idi ve o yazıya şöyle başlamıştım:

"İnsanın hayatında tanımaktan gurur duyduğu ve mütevazı yaşamından büyük bir zenginlik edindiğini düşündüğü kişiler vardır ya; işte Bülent Tanör benim için öyle birisidir. Onunla ta 30 yıla uzanın bir dostluk ve tanışma imtiyazının sahibiyim..."

O yazı şöyle bitiyordu: "Yıllar önce Cenevre'de Bülent Tanör, ben ve şimdiki İstanbul Baro Başkanı Doç.Dr. Yücel Sayman birlikte yaşarken; Tanör'ün aramızdaki adı 'Bilge' idi. Bu 'üçlü'den ikisinin başında bahar yelleri eserken, Bülent Tanör, Cenevre Hukuk Fakültesi'nde dünya çapındaki hukukçuların arasında saygın konumunu inşa ediyordu. Aramızda bir 'bilge'ye ihtiyaç vardı ve o bizim 'Bilge'mizdi.

Hep öyle kaldı. Hep öyle kalacak."

O satırları yazdığım vakit ve öyle bitirirken yani 'Hep öyle kaldı. Hep öyle kalacak' derken, uzak olmayan bir gelecekte ayrı kalacağımızı biliyordum. Amansız bir hastalığın pençesindeydi. Aslında, o yazı ve o bitiş satırları, vedalaşmamızdan önce 'kadrinin kıymetinin bizler tarafından bilindiğini' ona bildirerek, bir tür vedalaşmaydı.

Zaten, İstanbul Rektörü'nün –adını böyle bir günde yazıya geçerek Bülent Tanör'ün yüce anısını incitmek istemiyorum- kendisine yönelik insafsız ve hukuku çiğneyen girişimine, her zaman olduğu gibi yüreklice ve şaşmaz 'entelektüel namusu' ile dikildiği için yazılmış olan ve içinde 'soylu kişiliği'nden ve 'uluslararası çapta büyük bir hukuk adamı' olduğundan da söz eden o yazıyı okuyunca çok duygulanmıştı.

Telefon etti. Çok duygulandığını söyledi. 'Bu olay –yani rektörün haksızlığı- bir işe yaradı; bu kadar sevildiğimi bilemezdim. Onu öğrenmiş oldum' dedi.

O konuşmamızda 'vedalaşmakta olduğumuzun' ikimiz de farkındaydık. Ona bir öneride bulundum; Cenevre'de 1973 yılında onun ve Öget'in evinden geçen, o evde bir süre barınan 'ekip'i bizim evde biraraya getirmek... Heyecanlandı. Fiziki durumunun kendi dairesinden aşağıya inip, benim eve gelemeyecek durumda olduğunu söyledi. 'Onu bana bırak' dedim; 'ben seni kucaklar indirir, kucaklar çıkarırım. Yeter ki, ekibi toparlayabilelim...'

Bir türlü 'ekip' toparlanamadı. Herbirimiz ayrı bir yere savrulmuştuk. Aynı dönemde aynı yerde bulunamıyorduk. Öyle olabileceğimiz vakit ise, Bülent Tanör'ün sağlık durumu bu 'organizasyon'a elvermedi. Sürekli ertelendi. Ama, böyle bir 'organizasyon'un yapılmakta olduğundan pek mutlu olduğunu da sağa sola anlattığını işittim...

Yani, topluca vedalaşamadık. Onu bugün yapacağız. Bugün Bebek Camii'nin avlusunda onu aramıza alacağız, omuzlarımıza kaldıracağız.

Ben, gözlerimi karşı kıyıya Beylerbeyi'ne dikeceğim. Avrupa'daki gurbet günlerinde Beylerbeyi'ne tutkusunu öyle çok dinlemiştim ki... O, bir Boğaz çocuğu idi; Boğaz'ın Anadolu yakasında bu dünya ile tanışmıştı; şimdi Boğaz'ın Avrupa yakasından sonsuzluğa uğurlanacak.

TÜSİAD'ın 'Türkiye'deki Demokratik Perspektifleri' raporunu yazan ve ülkemizin demokrasi tarihine silinmez izler bırakan değerli beyin, demokratikleşme yolculuğunda ona daha çok ihtiyacımız varken, gidiyor...

Tevazuu ve her faniye nasip olmayacak ruh asaleti sayesinde Türkiye'nin büyük bir anayasa hukukçusu, hukuk bilgesi olduğu gereğince, yeterince bilinmeyen büyük hukukçu... Bunu umursamayacak kadar soylu kişiliğin adamı... Bilge adam... Kişiliğin soyluluk anıtı... Sevgili dostum benim...

Tamam; bir yıl önce aslında vedalaşmıştık ama meğerse hiç vedalaşmamışız. Vedalaşmayı hep ertelemişiz meğerse. Bir yıl önce 'O, bizim 'Bilge'miz'di. Hep öyleydi. Hep öyle kalacak' derken, sana bu yazıyı haber vererek, aslında kendimi bugüne hazırlamak, sensizliğe alıştırmaya çalışmıştım. Bugün, buna hazır olmadığımı, bunu beceremediğimi görüyorum. Keşke bu yazıyı okusaydın, sevinir; mutlu olurdun diyorum.

Görüyorsun ya, saçmalıyorum. Ne de olsa, 'Bilge'siz kaldık. Sen, bizim 'Bilge'miz'din; birbirimizi uzun zaman görmesek de öyleydin.

Hep öyleydin. Hep öyle kalacaksın...


1 Aralık 2002
Pazar
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED