T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Pastırma yazı' Milliyet'te de sona erdi!

Ali Bayramoğlu'nun "pastırma yazı" meselesini hatırlatması iyi oldu; mevsim dönümüne tam da zamanında işaret etmiş... Hatırlıyorsunuzdur, "pastırma yazı"na veda eden ilk gazete Vatan'dı. Bu gazetenin 3 Kasım'ın üzerinden bir ay geçmeden girdiği "yeniden yapılanma" süreci tam gaz devam ediyor. Mesela Vatan başyazarı Güngör Mengi son yazısında (28 Kasım) şu hususlara dikkat çekiyordu: "Doğru yol, AKP'nin bu inattan vazgeçmesi ve dokunulmazlık zırhına mahkum bir iktidar görüntüsünden yol yakınken kurtulmasıdır. (...) Her eyleminin, her tayin kararının arkasında 'acaba kimin kirli çamaşırları yıkanıyor' şüphesi üreyecektir. Yarın öbür gün 'Jet' Fadıl Akgündüz hakkındaki tezkere meclise geldiğinde, dokunulmazlığının kaldırılmasına AKP'liler nasıl oy verecektir? (...) AKP, önündeki çıkmazı görmeli ve yanlıştan dönmelidir." Görüyorsunuz, Mengi, Baykal'dan da aceleci! Ya hu bu ne acelecilik böyle, bu satırların yazıldığı gün hükümet daha güvenoyu bile almamıştı....

Milliyet'in aynı tarihli (28 Kasım) sayısı da çok ilginç.... Birçoğunuz (haklı olarak) tek gazeteyle yetindiğinizden haberiniz olmamış olabilir; AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın Paris'te gerçekleştirdiği temasları "başarısız" olarak neteleyen ikinci gazete (birinci gazete tabii ki Cumhuriyet!) Milliyet'ti: "Paris'ten destek yok / 'Kopenhag'de tarih çıkmayabilir". Fakat 28 tarihli Milliyet'teki "hava durumu"nu çok daha inandırıcı bir biçimde yansıtan haberler Paris'e ilişkin bu nottan ibaret değil. Çok daha kocaman haberler de var. Mesela gazetenin şu manşeti: "MGK türbanı konuşacak". Serpil Çevikhan imzalı bu haberin altbaşlığına da gözatalım: "İşte MGK'da verilmesi beklenen masaj: Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu yer kamusaldır. Orda mayo da olmaz, türban da"(!) İnanılır gibi değil ama gerçek; gazete, bunca yıldır süren bir tartışmanın ardından "mayo" ve "türban"ı aynı kefeye (ya da "manşet"e) koymakta hiçbir mahzur görmemiş! Bu iki sözcüğü ("mayo" ve "türban") bir arada anılması ortaya o derece sürrealist bir tablo çıkarıyor ki, insan "Bu ilişkiyi olsa olsa gazeteye mayoyla gelen gazeteciler kurmuştur!" demeden edemiyor! İnanılır gibi değil; tasavvur edin: Üniversite kampüsünde karşılaştığınız "türbanlı" bir öğrenciye yaklaşıyor ve "Bu kamusal alanda türbanla dolaşamazsın, yoksa ben de mayoyla gelirim haaa!" diyorsunuz... Hadi oldu olacak bu absürd diyaloğun sonunu da getirilem: "Türbanlı" öğrenci bu "tehdit" karşısında bir taraftan hızla türbanını açarken bir taraftan da muhatabına şöyle sesleniyor: "Aman ne olur yapmayın, ben hatamı anladım, ne olur mayoyla bu kamusal alana gelmeyin!" Şaka değil, bu Türkiye bayağı eğlenceli bir ülke aynı zamanda....

Peki habere imza atan Serpil Çevikhan, MGK'da "asker üyeler"in Konsey'in hükümet cenahındaki üyelerine "türban-mayo" karşılaştırmasını hatırlatacaklarını nereden biliyor? Tahmin ettiğiniz gibi bu sorunun cevabı yok... Çevikcan, hemen her zaman olduğu gibi bu boşluğu "Başkent kulislerinden yansıyan bilgiler", "tahmin ediliyor" ya da "belirtiliyor" gibi haber kaynağının meçhul olduğu durumlarda başvurulan ifadelerle kapamaya çalışmış. "Kulislere yansıyan bilgiler"e göre, MGK toplantısında Cumhurbaşkanı ve "askeri kanat"ın "kamusal alan"a yansıyan "türban" görüntülerinin "hükümetin AB konusundaki yoğun çabasıyla çelişki yarattığı"nı da hatırlatması da bekleniyormuş... Sonuç olarak öyle bir manşetle karşı karşıyayız ki, şu güneşli günlerde "pastırma yazı"nın sona erdiğini iddia etmek ancak bu derece mükemmel bir sihirbazlıkla ilan edilebilir!

Milliyet'in birinci sayfasında yer alan kallavi bir başka haber de "yeniden yapılanma" ruhuyla çok uyuşuyor. Milliyet gazetesi yememiş içmemiş, Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'na kadar giderek TBMM Başkanı Arınç'ın eşi Münevver Arınç'ın "başaçık" bir fotoğrafını bulmuş. Bu haberin başlıkları da şöyle: "Arınç'tan önce Münevver Hanım" /Türbansız bir genç" / "İyi bir öğrenciydi" / "İşte ünevirsiteli Münevver Hanım". Büyük bir gazetecilik başarısı doğrusu... "Polis muhabirleri"nin polisiye bir olay yaşanan evlere polisle girip büfenin üzerinden fotoğraf araklamaları gibi, Milliyet de Kız Teknik'in arşivlerine girip "başıaçık Münevver Hanım" fotoğrafı aramış... Kız Teknik'in arşivinin bu fotoğraf avcılarına nasıl, kim tarafından açıldığı tabii ki önemli bir sorun. Ancak bu yayındaki sorunun daha da önemlisi, bir gazetenin hayatının belli bir döneminde kendi özgür iradesiyle insan içine başörtülü olarak çıkmaya karar veren bir kadını, başörtüsüz fotoğrafıyla teşhir etmesindeki kabalık, saygısızlık, küstahlıktır... Bir gazete olarak Münevver Hanım'ın başı açık fotoğrafından sana ne? Ne oldu yani şimdi; Milliyet okurları Münevver Arınç'ın başıaçık fotoğrafını gördüler de ne oldu yani...

Sonuç olarak Milliyet'e önerimiz,

"ha mayo ha türban" münasebetsizliğinden kalkarak "kamusal alan" komiserliğine soyunmak yerine, önce şu "özel alan" üzerine biraz daha kafa yormasıdır... (K.B.)

'İyimserler" ve 'kötümserler'

Konu, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın Fransa'nın başkenti

Paris'te Türkiye'nin AB üyeliği için yaptığı temaslar... Erdoğan bu çerçevede Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ile de yarım saati başbaşa olmak üzere bir saatlik bir görüşme yaptı. Şimdi de 28 Kasım tarihli gazetelerimizin bu gelişmeyi nasıl yansıttıklarına bakalım:

"AKP Lider, Fransa'da devlet başkanı protokolüyle ağırlandı. Erdoğan'ı Elysee Sarayı'nın kapısında karşılayan Chirac, 'Türkiye'yi Avrupalı görüyorum. Üyeliğiniz için her türlü çabayı göstereceğim' dedi."

"Chirac umut verdi / İsveçliler, Kopenhag Kriterleri' ne uyum istedi. Fransa Cumhurbaşkanı, 'Türkiye Avrupalıdır' dedi."

"Fransız Cumhurbaşkanı AKP liderine Türkiye için gayret gösterme sözü verdi."

"Chirac'la bir saat süren bir görüşme yaptı. Chirac, Erdoğan'a 12 Aralık'ta Türkiye'nin kabul edeceği bir uzlaşma üzerinde çalışacaklarını söyledi."

"Kapıya kadar uğurladı / AB turlarına devam eden Erdoğan, dün akşam Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ile Elysee Sarayı'nda görüştü. Çok sıcak bir ortamda geçen görüşme sonrası Chirac, Erdoğan'ı sarayın kapısına kadar çıkıp el sallayarak uğurladı."

Durun bitmedi, bu "iyimserler"in karşısında yer alan iki "kötümser"in ne dediğini de aktaralım:

"Erdoğan destek bulamadı / Fransa'da düş kırıklığı".

"Paris'ten destek yok / 'Kopenhag'da tarih çıkmayabilir".

Evet ne diyorsunuz? (K. B.)

Deniz Som da düzeltti, 'ancak...'

  • Prof. Ülkü Azrak'ın, Başbakan Abdullah Gül'ün Die Welt'e verdiği bir demeçte "Türk devletinin saydam, demokratik bir İslam devleti olacağını taahhüt ediyoruz" dediğini okuyup Melih Aşık'a ilettiğini; Aşık'ın bu bilgiyi "Bu bir dil sürçmesi midir, gerçek niyet mi?" sorusuyla köşesinde yayımladığını; Cumhuriyet yazarı Deniz Som'un, bu sözleri "tabii ki dil sürçmesi değil" kesinliğiyle ve "manşetlik haber" uyarısıyla Aşık'ın köşesinden alıp aktardığını yazmıştık... Cumhuriyet okurlarının, "işte gerçek yüzleri..." imasıyla ve büyük bir heyecanla kaleme alınan bu satırları okurken, Milliyet okurlarının bir çeviri hatası nedeniyle, "Müslüman ülke" sözcüklerinin "İslam devleti" olarak yayımlandığı bilgisine ulaştıklarını da aktarmıştık...

  • Yazıyı bir soruyla bitirmiştik: "Sizce Deniz Som, Melih Aşık gibi yapıp gerekli düzeltmeye yer verecek mi köşesinde?"

  • Evet, Som, 28 Kasım tarihli Cumhuriyet'te bunun bir çeviri hatasından kaynaklandığını belirtti. Ne var ki o, "Müslüman ülke" tanımlamasından da rahatsızdı. Som'un rahatsız olduğu bir başka nokta daha vardı... En iyisi, "Ancak" bölümünün tümünü sizin de dikkatinize sunmak:

  • "Ancak, bu doğru çeviri bile Anayasa'nın 2. maddesinde sıralanan Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerine ve başlangıç bölümündeki temel ilkelerine uymuyor.

  • "Konunun bir başka yanı daha var...

  • "Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı, bir çeviri hatası sonucunda, siyasi hedeflerinin 'saydam ve demokratik bir İslam Devleti' olduğunu söylüyor ve bu hedef Alman medyasında ve kamuoyunda son derece normal karşılanıyor. Kimse yadırgamıyor. Ayrıca, Başbakanlık'tan Alman gazetesine bir açıklama gönderilmiyor; söyleşiyi yapan gazeteci, gazetesinde çeviri hatasında kaynaklanan yanlışı düzeltme gereği duymuyor. Bir şeylere alıştırılıyor muyuz acaba?"

  • Deniz Som'a bir soru sorarak bitirelim:

  • Acaba "Alman medyası" şu gerçekten de manşetlik "Türkiye İslam Devleti"ni gördükten sonra, "normal gazetecilik"in en rutin işlemlerinden birini yerine getirmiş, kontrol mekanizmalarını işletmiş ve meselenin bir çeviri hatasından kaynaklanmış olduğunu öğrenmiş olabilir mi? Haber Die Welt'te yayımlandıktan sonra Alman medyası, "Türkleri bir şeylere alıştırmak için" değil de bu nedenle "son derece normal" davranmış olabilir mi? Yani ille herkes Türk tipi gazetecilik yapıp, duyduğu şeyin üzerine hemen balıklama atlamak durumunda mıdır? (A.G.)

    Bu okur, bu gazeteyi bırakır!

    Bizden söylemesi, Hürriyet yönetimi aklını başına almazsa, yakında bütün okurları gazeteyi terkedecek... Bu büyük iddiayı nereden mi çıkarıyoruz? Tabii ki "YETER Söz Milletin" köşesinden... Biliyorsunuz, bu köşede Hürriyet okurlarının çeşitli konulardaki görüşlerine yer veriliyor ve bize sorarsanız, basında AK Parti iktidarına karşı en sert muhalefet bu sayfalarda yapılıyor. Köşenin editörü Yalçın Bayer, kendisine gelen okur mektuplarından sadece bu yöndekileri seçip yayınlıyor olamayacağına göre, Hürriyet okurlarının külliyen "radikal" olduğunu kabul etmek zorundayız...

    Biliyorsunuz, AK Partili milletvekillerinin lojmanlarda oturmama kararı almaları, ilk defa bu sütunlarda gerçek yüzüyle teşhir edilmiş, AK Partililer'in, lojmanlara gelecek "türbanlı, çarşaflı, şalvarlı ve hatta sarıklı tipleri" gözlerden gizlemek için böyle bir şey uydurdukları ilan edilmişti...

    "YETER Söz Milletin"in 28 Kasım tarihli sayısında ise iki mektup öne çıkıyor. Ankara'dan Eşref Demir ve "Kıbrıs Türkleri"nin gönderdiği mektuplar...

    Hürriyet okuru Eşref Demir, AK Parti iktidarına karşı "sessiz kalan" Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yöneltiyor eleştirilerini. Şöyle diyor:

    "(...) Türkiye'nin haklı gerekçelere dayanan irticayla mücadelesini TSK başlattı ve onun çabasıyla da devam etti. Ama şimdi görüyorum ki, TSK yaklaşık üç aydır suskun. Kıbrıs gibi askeriyeyi ilgilendiren yönü çok fazla olan bir konuda dahi Genelkurmay Başkanı 'siyasidir' diyerek konuşmuyor. Ama aynı kişi, resmi sıfatı olmayan Erdoğan ile görüşüyor. Bu çelişki Genelkurmay Başkanı'nın demokrasi konusundaki tutumunun çelişkili olduğunu ortaya koyuyor..."

    "YETER Söz Milletin"e faks gönderen "Kıbrıs Türkleri" de tahmin edebileceğiniz gibi, "Kıbrıs planını kabul edilemez" buluyor... Bu tür isimsiz "ileti"lerin yayımlanmasının problemli, sakıncalı olabileceğini söyleyeceğiz ama, Yalçın Bayer gibi bir gazetecinin bunu bilmiyor olması düşünülemeyeceği için, söylemiyoruz. Mektubun finalini de verelim:

    "Planı kabul ettiği takdirde Türkiye'ye Kopenhag'da tarih verileceğinin ima edilmesini kınıyoruz. Bu plana karşı çıkacağımızı ve Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ın arkasında olduğumuzu vurguluyoruz..."

    Hatırlayın, Hürriyet, Genelkurmay Başkanı'nın "Siyasetçilerin işine karışmayız" şeklindeki sözlerini "Avrupalı askerler gibi"yle selamlamıştı... Gazetenin Kıbrıs konusundaki "çözümden yana" tavrı da ortada...

    Valla, okurlarıyla bu ölçülerde zıt pozisyonlara düşen bir gazete yönetiminin oturup iyi bir düşünmesi lazım; bizden uyarması. (A.G.)


  • 29 Kasım 2002
    Cuma
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED