AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
İslamcılık "out" mu oluyor ne?

Üniversitede okuduğumuz senelerde bize İslâmcı diyenlerle, "küçük büyük her keseye uygun İslâm satarız" kabilinden cevaplarla dalga geçerdik. Özel televizyonların henüz vitrin açmadığı o tarihlerde devletin yayın organının kapısından dahi içeri giremeyen "İslâmcı" aydınlarımız, mallarını gazete köşelerinden, dergi sayfalarından, tozlu kitap ciltlerinden pazarlamaya çalışırlardı. Okuma kültürü üzerine dayalı bu satış tekniği, fazla alacalı bulacalı yapılamadığından, o zamanlar ister istemez muhteva ön plana çıkıyordu.

O günlerin muhteva bulma telaşı içinde önce, İslâm dünyasının Ali Şeriati, Mevdudi ve Seyyit Kutup gibi "modern klasikleri" tercüme edildi. İslam dünyası ile bağı elliye yakın sene kesilmiş olan Türkiye Müslümanı için bu çalışmaların ümmet susuzluğunu giderici bir yanı vardı. "İslâmcılarımız" da haliyle önce bu suyun başını tuttular. Ümmetin ortak meselesi, modernliğin istilası karşısında İslâm'ın devrimci duruşunu tayin ve tevil etmekti ne de olsa. Mısır, İran ve Pakistan-Hint tecrübesi, kendi başındaki ırkdaşından gördüğü eziyet karşısında koyu benizli, çekik gözlü, kalın dudaklı da olsa "harbi" bir Müslüman arayan insanımız için oldukça duygusal oldu şüphesiz. Ancak bu duygusallık içinde, gerek ümmetin ortak ve gerçek geleneği olan İslâm kültür ve ilim mirası, gerekse Türkî coğrafyada yüz elliyi aşkın senedir modernliğe karşı direnen Osmanlı ve İslâm tecrübesi es geçilmiş oldu. Radikal temayüllülerimizin İslâm tarihi içinden cımbızla seçip aldıkları İbn Teymiye ve sanki vitrinlerinin boş raflarını ciltli kalın kitaplarla doldurmak isteyenlerimiz için basılan Gazali dışında, hemen hiçbir şaheser çeşni mahiyetinde olsun ilgi görmedi.

İslâmcılarımız sonraları yeni bir kaynak daha keşfetti. Nedense, Batı içinde de modernizme, kuru bilimin üstünlüğüne, emperyalizme, hakim Batı kültüne karşı bir tavır gelişmişti. "Alternatif" tıp, felsefe, bilim, mimari, ekonomi ve siyaset artık bizim de çeşmelerimizden akar oldu. Kısa süre içerisinde eski fıkıh alimleri gibi her mevzuda modernin karşısına "farklı" bir havayla çıkar olduk. Söylemlerimiz alternatif yaşam meraklısı, solcu eskilerinin orada burada sarf ettiklerine acayip benzer oldu.

İşte özel televizyon kanalı denen renk pınarı o sıralar dünyaya geldi. Reyting denen canavarın ilk el attığı mevzulardandı İslâm. Haliyle bizim İslâmcılar'a da gün doğmuş oldu. Akıldan ziyade göze hitap eden, ortaklıklardan çok farklılıkların altını çizen boyalı cam, herkese yeni pazarlamacılık imkanları sunar da, bizim İslâmcılar durur muydu? Üstelik artık muhteva ve mahiyet kelimelerinin de bir anlamı kalmamış, muhteva gazetelerin TV sayfalarına reklam malzemesi yapılırken, mahiyet reyting arşınıyla ölçülür olmuştu. İslâm tezgahından geçmiş olan samimi kafalar, bu yeni düzeneğe fazla ayak uyduramadan zaplandılar ekrandan. Geride, gerçek anlamda İslâmı pazarlamaya kalkışan İslâmcılar kaldı ne yazık ki. Tek özellikleri ortalama bir TV izleyicisi olan müritlerinin sayısına güvenerek kendisini yüzyılın temizlikçisi olarak ilan edeninden tutun da, yüksek makamlar sipariş verirse Türkiye'ye modern ve laik bir İslâm hazırlayabileceğini ilan edenine kadar envai çeşit pazarlamacı, televizyonlara açtıkları tezgahlarla Mahmutpaşa cazgırlarını andırır oldu.

Allah'tan bu hayıflanacak gidişat bir nebze olsun gaz kesmişe benziyor. Yok, halkımızın dinini öğrenmek, onu bugünün şartları karşısında bilinçli bir şekilde yaşamak, yeni bir etik, yeni bir paradigma koymak gibi yeni bir derde duçar olduğu için olmadı bu yavaşlama, maalesef. İslam dini ve medeniyet geleneğimiz üzerine hayli kaliteli ve samimi çalışmalar yapılıyor gerçi. Ancak bu özverili çalışmalar, ne "ilim erbabının" büyük çoğunluğunu kapsıyor, ne de kamuoyunda henüz yeteri kadar ilgi çekiyor. Zaten tarihten dini ilimlere uzanan bu çalışmalar hâlâ emekleme döneminde ve tam anlamıyla bir duruş teşkil edecek kadar bir bütünü kapsamaktan oldukça uzak.

İslamcılık gözden düştü, çünkü Türkiye'de 28 Şubat ve Hizbullah vahşeti ile başlayan süreç, dünyada 11 Eylül'den Türkiye'ye uzanan seri terör eylemleri ile desteklenerek, "İslamcılarımız"ı hayli sıkıntıya soktu. Bir kırılma noktasına gelindi. Öyle ya, bunların gözünde İslamcılık pazarlanabilir olduğundan ve tüm "popülariteleri" bunu pazarlayabilme başarılarına bağlı olduğundan, ya İslamcılığı usul usul terkedecek, ya da İslamcılıkları'na bir mazeret uyduracaklardı. Her iki gelişmeyi de yaşadık şu son beş senede. Görünen o ki, İslamcılık bir müddetliğine rafa kaldırılmışa benziyor.

Bu hayırlı dönemi İslâm'la yıkanmış münevverlerimiz iyi değerlendirmeli. Yoksa daha önce olduğu gibi, kralların boş bıraktığı meydanı hokkabazlar doldurur.


3 Aralık 2003
Çarşamba
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED