AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Hiçbir yeni bilgi vermeyen bir röportaj; yine bir Hulûsi Turgut röportajı

Röportajın tamamı okunduğunda, bir okur olarak edindiğiniz izle-nim şöyle: Bir röportaj, konusu hakkında ancak bu kadar az bilgi verebilir! Bu eksiklik/yoksunluk duygusunun nedeni röportajın kısalığı değil tabii ki... Tam tersine bir tam sayfayı dolduran bir röportajla karşı karşıyayız.

Tabii ki "Türk basını"nda da,"röportajcı" olarak nitelenen ve işini iyi yapan gazeteciler eksik değil... İsterseniz, sayıları çok olmasa da, bu gruba giren gazetecilerin adlarını biz anmayalım da, siz hatırlayın...

Ancak "Türk basını"ndaki "röportajcılar"ın tamamı bunlardan ibaret değil... İlkinin yanında "farklı röportajlar" yapan bir gazeteci grubu daha var. Bu ikinci gruba girenler Batı'da olduğu gibi "büyük röportajcilar" olarak adlandırılabilir mi bilmiyoruz ama, bu gazetecilerin her zaman "büyük şahsiyetler"le röportaj yaptıkları bir gerçek...

Bu türün iyi bir örneğini vererek ilerlersek, mesele daha iyi anlaşılır sanırız:

Mesela Sabah gazetesinden Hulûsi Turgut.

Hulûsi Turgut, basını biraz yakından takip edenlerin hatırlayacağı gibi, her zaman "büyük şahsiyetler"le yapılan röportajlara imza atmış birisi...

Bu "büyük şahsiyetler" sırasında Süleyman Demirel ya da Alparslan Türkeş, sırasında Sabah'ın 1 Eylül tarihli sayısında karşımıza çıktığı gibi Azerbaycan Başbakanı İlham Aliyev'dir.

Turgut'un "iş"lerinin en önemli özelliklerinden birisi, bir kişiyi "anlamak"tan çok, "tanıtmaya" yönelik olmasıdır. Gazeteci bu "iş"ler boyunca, eğer deyim yerindeyse, "sorgulamayı", "kuşkuyu" ve hatta neredeyse "düşünmeyi" bir kenara bırakmaktadır... O (unutmayın Hulûsi Turgut'tan söz ediyoruz!) bu "iş" boyunca, bir nevi "alıcı"dan ibarettir.

Turgut'un röportajcılığının ilginç yönlerinden birisi çok nadiren "iş" çıkarmasıdır. Siz, "Yahu epeydir bir Hulûsi Turgut röportajı okumadık, hayırdır, emekli filan mı oldu acaba?" diye düşünürken, bir de bakarsınız ki gazetede bir Hulûsi Turgut röportajı aniden belirivermiş!

Neyse, işin bu faslını fazla uzatmayıp Hulûsi Turgut'un son röportajına göz atmaya başlayalım:

Röportajın tamamı okunduğunda, bir okur olarak edindiğiniz izlenim şöyle: Bir röportaj, konusu hakkında ancak bu kadar az bilgi verebilir! Bu eksiklik/yoksunluk duygusunun nedeni röportajın kısalığı değil tabii ki... Tam tersine bir tam sayfayı dolduran bir röportajla karşı karşıyayız.

Söylediğimiz gibi bu son röportajın konuğu/konusu Azerbaycan Başbakanı İlham Aliyev. (Bunun böyle olduğunu, sayfanın ortasına yerleştirilmiş kocaman fotoğraftan da anlıyoruz. Evet onlar işte: İki kişiden birisi Aliyev, değeri Turgut.)

Turgut'un İlham Aliyev'e yönelttiği sorulardan bir bölümü (işimize gelenleri aktarmıyoruz, hemen bütün sorular bu nitelikte!) şöyle:

"Cumhurbaşkanlığı'na hazır mısınız?" (Yok değil!)

"Ne zamandan beri siyaset yapıyorsunuz?" (Besbelli ki daha yeni başlıyor!)

"Siyaset hocanız kim?" (Ne demesini bekliyorsunuz?!)

"Peki babanız, Cumhurbaşkanı adayı olmanızı arzu ediyor muydu?" (Ne o, yoksa Baba Aliyev hayatta değil mi artık!)

"Rahmetli anneniz de arzu ediyor muydu?" (İlham Aliyev'in bu soruya cevabı çok hoş: "Annemin vefat ettiği zaman, ben henüz 21 yaşındaydım...")

"Babanız Haydar Aliyev'in sağlık durumu ile ilgili spekülasyonlar oluyor. Bu konuda aydınlatıcı bilgi verir misiniz?" (Artık "spekülasyonlar oluyor"un sırası mı?!)

"Azerbaycan'da, seçimlerin antidemokratik bir ortamda yapılacağı kuşkusu var..." (Ortada sadece "kuşku" mu var?!)

"İstanbul'da yaşadınız mı?" (Tabii ki yaşadı! Hem de ne hikayeler anlatılıyor!)

"Başkan Bush'un, sizin Başbakanlığınızı kutlaması nasıl değerlendiriyorsunuz?" (İlham Aliyev nasıl bir cevap verecek acaba?!)

Ve nihayet, röportajı son sorusu: "Türk kamuoyuna başka mesajınız var mı?" (Cevap: "Türkiye'yi çok seviyorum."

Görüyorsunuz; gazetenin bir tam sayfasını dolduran röportaj okunduktan sonra, Azerbaycan'daki cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkındaki bilgileriniz milimi milimine röportajı okumadan önceki durumda! Koca bir röportajı devirdiniz ama yeni hiçbir şey öğrenmediniz!

Peki, sizce bu "hiçbir yeni bilgi vermeyen röportaj"ın yayımlanmasının hiçbir anlamı yok mu?

Olmaz olur mu, tabii ki var... Bu ve benzer "büyük röportajlar"ı anlamlı kılan asıl husus, onların zaten hiçbir yeni bilgi vermemek için tasarlanmış ve gerçekleştirilmiş olmasıdır! Asıl rolleri, işlevleri zaten budur... (K.B.)


"Adam bana 'gülümseyin' diyor..."

Cumhuriyet'in Kitap ekinde (4 Eylül), Arif Damar, Memet Fuat'ın son üç yılının güncelerini değerlendiriyor. Memet Fuat'ın Haziran 1999-17 Aralık 2002 tarihleri arasında yazdığı günceleri Adam Yayınevi tarafından iki kitapta toplandı.

İşte size, "Ölünceye Kadar" adıyla yayınlanan bu kitaplardan birinde yer alan ve Arif Damar'ın aktardığı günceden bir bölüm:

"Sevgili Can Yücel'in ölümü üstüne birçok televizyonda programlar yapıldı, görüntüler yayımlandı.

"NTV'den görüş almak için bana da gelmek istediler. Böyle bir çalışmanın sağlığıma zarar vereceğini söyleyerek kabul etmedim.

" (...)
"Ben fotoğraf çektirmeyi de sevmem... Çeksinler ama poz vermeden.
"Adam bana,
"'Gülümseyin' diyor...
"Başka?"


Kışlalı hatırlatıyor: Teğmen konuşmayı 'tank üzerinde' yaptı

Radikal gazetesi yazarı Mehmet Ali Kışlalı'nın 2 Eylül tarihli "Açık gerçekler" başlıklı yazısından:

"(...) Ama köşelerde bu önemli ve hassas konularda görüş oluşturmak isteyen meslektaşların hiç olmazsa şu birkaç günlük gazetelerde rahatça bulabilecekleri komutan değerlendirmelerini okumalarını öneririm.

"Bunlara ilaveten çok önemli bir kaynak da 30 Ağustos günü Kara Harp Okulu'nu birincilikle bitiren teğmen Emre Dikici'nin bir tank üzerinden yaptığı konuşmanın okunmasında büyük yarar gördüğümü belirtmeliyim.

"Teğmen Dikici ruhunu Harbiye'den, azim ve iradesini bilgiden, düşüncesini Atatürk'ten alan 'çağdaş Türkiye Cumhuriyeti subayı' olduğunu vurguluyor. TSK'nın gücünü halktan aldığını hatırlatıyor.

"Görevlerinin devletin bütünlüğünü ve laik-demokratik yapısını korumak olduğunu en samimi ve heyecanlı ifadeyle ortaya koyuyor. Bu açık gerçeklere rağmen kimi meslektaş kendi ön fikirlerine göre farklı değerlendirmeler yapmaya çalışıyor."

Çok ilginç bir "uyarı" bu... Sonuçta teğmen Dikici'nin sözleri, içerik olarak kendisinden önce emekli komutanların söylediklerinden hiç farklı değil. İlaveten, "komutanlar"ın uyarıları ortada dururken bir teğmenin sözleri neden bu denli "ağır"lıklı sayılsın; Kışlalı, "Kendi ön fikirlerine rağmen farklı değerlendirme yapmaya çalışan" meslektaşları uyarmak için neden bir teğmenin sözlerine başvursun?

Bizce buradaki kritik kelime "tank", kritik eylem de "konuşmanın tank üzerinde yapılması..." Bunun dışında Kışlalı'nın kaleminden çıkan her şey dolgu cümlelerinden ibaret... Kışlalı "metin çözümlemesi" yapıyor ve bunu dahi göremeyen gafil meslektaşları uyarıyor...

Bizce Kışlalı, Hava Harp Okulu mezunlarının tören alanına "Onuncu Yıl Marşı"ya geldiklerini atlamış... Aksi takdirde "kendi ön fikirlerine rağmen farklı değerlendirmeler yapmaya çalışan" meslektaşlarını uyarırken bu bilgiyi de kullanırdı... (A.G.)


5 Eylül 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED