AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
'32. Gün Tarihi'ne göre bu yıl dünyada neler oldu!

Biz -"dünya işleri"nden "32. Gün" kadar anlamasak da- bu kısa Türkiye tarihinin biraz fazla çalakalem yazıldığını düşünüyoruz! Düşünün, bir yandan "Yeni teknoloji bir ülkeyi üs olmaktan çıkarmış, dünya küçülüvermişti" deniyor, öte yandan bu iddiayı sanki kendisi ortaya atmamış gibi Türkiye'nin "emlak değeri"ni düşürenlerin "Türk diplomasisi ve hükümetin dış ilişkiler danışmanları" olduğu söyleniyor!

6 Haziran akşamı yayınlanan "32. Gün" programının ancak son dakikalarına yetişebildik. Rıdvan Akar'ın okuduğu metin kolayca temin edilebilecek birtakım görsel malzemeyle birlikte yol almaktaydı. Akar'ın okuduğu metinde dikkatimizi en çok "Türkiye'nin emlak değeri" ifadesi çekti. Bir ara afallayıp, kafamızdan şöyle bir soru da geçmedi değil: Hayırdır inşallah! AKP Hükümeti "orman"dı, "SİT alanı"ydı derken yoksa ülkenin tamamını hızla paraya dönüştürülebilecek "gayrimenkul" mü ilan etmişti?!

Söylediğimiz gibi programın ancak sonuna yetişebilmiştik.... Akar'ın okuduğu metin doğrusu çok da moral bozucu nitelekteydi. "32. Gün" basbayağı, Türkiye'nin "emlak değeri"nin artık beş para etmez bir duruma düştüğünü ilan ediyordu...

Programı ancak bitmesine yakın yakalamış olsak da, mesele üç aşağı beş yukarı anlaşılmıştı: Türkiye Irak savaşında ABD'ye oyun oynamış, bu büyük hatanın sonucu olarak da "emlak değeri" dibe vurmuştu...

"32. Gün"den dağılan bu kararlı "kötümser" ruh hali bizi tabiatıyla epeyce şaşırttı. Bizim bildiğimiz "32. Gün"ler hiç değilse ortalamasında bu şekilde kesin bir dil kullanmamaya gayret eden programlardı. Mehmet Ali Birand gibi, Rıdvan Akar'dan da bugüna kadar ne güzel programlar izlemiştik. Bu "emlakcılık" da nereden çıkmıştı? Bu ne keskin ve kesin bir dildi böyle....

Programı ancak sonuna doğru yakalayabildiğimizden acele etmedik. Duyduğumuzda bizi şaşırtan ifadelerin hangi çerçevede kullanıldığını öğrenip sonra karar vermenin daha doğru olduğunu düşündük. "32. Gün"ün metinleri nasıl olsa internet sitesinde yayınlanıyordu. Beklemeli, metnin tamamını görmeli ve sonra bir değerlendirme yapmalıydık.

Ve işte birkaç günlük gecikmeyle 6 Haziran tarihli "32. Gün"ün metni önümüzde.... Şimdi bakalım, acaba biz mi yanlış ya da eksik anladık, yoksa "32. Gün" gibi bu ülkenin televizyon seyircilerini pekçok dosya hakkında bilgilendiren bir programın bu bölümü gerçekten de Türkiye'nin dünyadaki yerini, önemini ve geleceğini gerçekten "emlak piyasası" mantığı içinde mi anlayıp anlatmış?

"Bu akşam sizleri emlak piyasalarına götürüceğiz" diye başlayan program bir yanlış anlamayı peşinen önlemek için hemen şu açıklamayı yapıyor: "Emlak piyasaları denince araziler, evler, dükkanlar değil ülkelerin arsa değerini anlatacağız. Ülkelerin arsa değerlerini belirleyen en önemli faktöre jeostratejik önem adı veriliyor." Ve bu tanımın ardından Türkiye'nin "arsa değeri"nin yakın tarihte "kaç para" ettiğinin açıklanmasına.

Elimizdeki metin epeyce uzun olduğundan, biz buradan bir özet sunacağız. Ayrıca atladığımız yerler öyle duymadığınız türden bilgiler de içermiyor doğrusu.... Programa göre Türkiye 70 yılı aşkın bir süredir "stratejik konumu gereği" kendisini kurtarmaktadır. Türkiye ciddi olarak bu "emlak piyasası"na ilk olarak 1950'li yıllarda girmiştir. Kore'ye asker gönderilmesi, NATO'ya giriş, o yıllarda alınan ekonomik yardımlar "piyasa"daki değerinin bir sonucudur. Türkiye'nin Sovyetler'in yayılmacılığına karşı bir "tampon bölge" oluşturmasının getirilerini de bu çerçevede anlamak gerekmektedir.

Washington'ın ve Avrupa'nın Türkiye'deki 3 askeri darbeyi "görmemesi" de ülkenin "piyasa"daki değerinin bir sonucudur. Aynen Kıbrıs için konulan "ambargo"nun kaldırılması ve Rum-Ermeni lobilerinin sakinleştirilmesi gibi....

Türkiye, "emlak piyasası"ndaki değerinden ötürü yıllar boyunca ekonomik yardım da almıştır. Ülkenin içine düştüğü ekonomik krizler her zaman Batı'nın yardımlarıyla aşılabilmiştir.

Berlin Duvarı'nın yıkılması sonucunda Türkiye'nin "emlak değeri" (bir ara korkulsa da!) azalmamış, tam tersine yükselmeye devam etmiştir. 1990 Körfez Savaşı da ülkenin değerine değer katmıştır. Ardından Afganistan, Kafkasya, Balkanlar filan derken, adına Türkiye denilen "gayrimenkul"ün değeri giderek artmaktadır.... Çok güzel tahmin ettiğiniz gibi, ta Irak savaşına kadar....

İzin verirseniz yazının bundan sonrasını birkaç alıntıdan kuvvet alarak sürdürelim, çünkü programın bundan sonrası hicranla nihayet bulan bir "aşk masalı"nı andırıyor!

Türkiye'nin "arsa değeri" (her ne kadar programda adı anılmamış olsa da) "tezkere" meselesiyle düşüşe geçiyor.... ABD ile yapılan ve sonuç alınamayan pazarlıklar sonucunda "Türkiye'nin jeostratejik önemi" neredeyse tamamen buhar oluyor. ABD artık "yeni arsa" aramaya başlamıştır. Nitekim "Yeni arsa Irak gerek petrol kaynakları, gerekse körfeze yakınlığı, İran ve Suriye ile komşu olması nedeni ile paha biçilmez bir arsa olarak Amerika için yeni fırsatlar demekti ve bu nedenle Amerika el sıkıştığı ancak bir türlü anlaşamadığı Türkiye'ye sırtını döndü."

İsterseniz Program'ın bu dramatik dönemle ilgili ne düşündüğüne biraz daha yakından bakalım: "Amerikan kamuoyunun tepkisine neden olan ve 26 milyar dolara kadar çıkan pazarlıkta Türk diplomasisi ve hükemetin dış ilişkiler danışmanları Amerika bu savaşı Türkiye'siz yapamaz özgüveni ile hareket ediyordu. Ve Amerika bu savaşı Türkiye'siz yaptığında Türk diplomatlar dünyanın yeniden şekillendiği gerçeğini geç de olsa anlıyordu. Türkiye en önemli kartının bu savaş ile birlikte eridiğini anlamıştı. Daha da önemlisi Amerika Türkiye'ye olan güvenini yitirmiş ve o tarihi stratejik müttefik olma özelliğini yitirmişti. (...) Yani Türkiye'nin İran'a sınır komşusu olması artık emlak değeri için bir şey ifade etmiyordu. (...) Yeni teknoloji bir ülkeyi üs olmaktan çıkarmış dünya küçülüvermişti. İşte bu doğrultuda Türkiye semaları bu uçakların geçişine izin verilmesi dışında pek bir şey ifade etmemişti. Amerika mesafeleri kısaltmış, İncirlik üssünden uçamayan uçaklarını Güney Kıbrıs ve Gürcistan'dan uçurmuştu."

Değerli bir gayri menkulken beş para etmez bir konuma düşen Türkiye'nin "32. Gün" tarafından anlatılan yakın tarihini nasıl buldunuz? Biz -"dünya işleri"nden "32. Gün" kadar anlamasak da- bu kısa Türkiye tarihinin biraz fazla çalakalem yazıldığını düşünüyoruz! Bir kere herşeden önce bu "tarih" bol miktarda iç tutarsızlıkla malul. Düşünün, bir yandan "Yeni teknoloji bir ülkeyi üs olmaktan çıkarmış, dünya küçülüvermişti" deniyor, öte yandan bu iddiayı sanki kendisi ortaya atmamış gibi Türkiye'nin "emlak değeri"ni düşürenlerin "Türk diplomasisi ve hükümetin dış ilişkiler danışmanları" olduğu söyleniyor! Ne yani, bu "yeni teknoloji"nin uygulamaya konması da mı bu sonuncuların marifeti?! "32. Gün Tarihi" hiç değilse daha anlamlı bir biçimde "Türkiye'nin arsa değerinin dibe vurmasının nedeni savaş sanayiindeki yeni teknolojidir" dese yine anlarız. İnsaf, bir "arsa"nın değeri bu zamanda tamamen "arsa sahibi"nin yapıp ettikleriyle mi belirlenir?!

Peki ya ABD'nin Irak'a yerleşip, İran'a ve Suriye'ye komşu olduğundan dolayı emlak piyasasında "Irak arsası"nın değerinin aniden tavana vurması hadisesi? Irak'a yerleşmiş bir ABD'nin hazır değerli arsayı bir güzel kapatmışken, bir zamanlar değerli olan Türkiye adlı "arsayı" ilelebet sırtında taşımayacağı (ya da niçin taşıyacağı) "32. Gün" tarihçilerinin aklına niçin gelmiyor?

Sonuç olarak, böyle bir tarih gazetelerden birinde yayımlansa, "Önemli değil, o da tarihi böyle okuyor!" denip geçilebilir. Ama durum öyle değil ki; hakkında konuştuğumuz "tarih" bugüne kadar kendisine pekçok izleyici bulmuş "32. Gün" gibi bir programda okunuyor.... Demek millete yıllarca kafasına vura vura anlatılan "Türkiye'nin jeostratejik önemi" meselesi, fiyatı dibe vurmuş bir "gayrimenkul" hikayesinden ibaretmiş! (K.B.)



'Domuz sorunu'nda sorun çıkmaz, merak etmeyin!

Hürriyet okur temsilcisi Doğan Satmış, gazetesinin, "Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün Madrid'de öbür bakan eşleriyle birlikte domuz yavrusu kızartmasıyla ünlü Casa Botin lokantasına gitmemesini" neden haber yaptığını açıkladı (9 Haziran). İyi oldu, böylece biz de Hürriyet'in hangi kriterlerden hareket ederek olay çıkardığını öğrenme fırsatı bulduk..

Doğan Satmış'ın "olay"a yeniden dönmesinin nedenini tahmin ediyorsunuzdur… Çünkü "bazı okurlar", Satmış'a, "Domuz eti lokantasına gitmemek haber mi?" diye sormuşlar. Abdullah Gül de "Domuz lokantasına gitmiş, gitmemiş. Domuz yememiş ne var bunda? İspanya Dışişleri Bakanı'nın verdiği yemeğe beraber katıldık" diyerek tepki göstermiş.

Satmış, "olay"ın haberleştirilme sürecini ve tartışmaları şöyle aktarıyor:

"Aslında bu haber sabah saatlerinde Hürriyet yazı işlerine, 'Bayan Gül bugün Madrid'de diğer bakan eşleri ile domuz lokantasına gidecek' diye geldi. Ancak öğle saatlerinde Bayan Gül'ün lokantaya gitmediği anlaşıldı."

Doğan Satmış, "Haber üzerine tartışırken ağır basan görüş"ü de şöyle aktarıyor (keşke ağır basamayan görüşü de aktarsaydı):

"Yemek tercihi, kişiye özeldir ve haber niteliği taşımayabilir. Ancak uluslararası bir toplantıda Türkiye'yi temsil eden bir bakan eşinin, diğer konuk olan eşleri ile birlikte bir programa katılıp, sadece bazı noktalarda ayrılması işin şeklini değiştirir. Türkiye, AB'ye girecek. Gelecekte bu tür pekçok gezi olacak. Bakan eşlerinin, benzer gerekçelerle programlara uymaması sorun çıkarabilir."

"Ağır basan görüş"ü okuyunca, "ağır basamayan görüş"ün içeriğinin yanısıra "ağır basan" görüşün sahiplerini de öğrenmek istiyor insan. Doğan Satmış keşke isimleri de verseydi ve biz bu muhteşem gerekçelendirmenin kimlerden sâdır olduğu bilgisinden mahrum kalmasaydık…

"Görüşü ağır basan" meslektaşlarımızı buradan temin ediyoruz; Türkiye AB'ye girdiğinde "domuz sorunu" inanın hiçbir sorun yaratmaz. Çünkü böyle bir sorun yok, ya da sadece sizin kafanızda var… Gidin sorun bakalım "bakan eşleri"ne ya da bizzat bakanlara, kaçı "Hayrünnisa Hanım da ayıp etti yani, n'olur sanki inancını bir tarafa bırakıp bizimle birlikte domuz yavrusu kızartmasının başına geçseydi, bir defadan ne olur ki!" diyecek?

Bir de şu var: Doğan Satmış'ın meseleye açıklık getirmek için kaleme aldığı metin işleri biraz daha karıştırmış görünmüyor mu? Şimdi, Hürriyet'in bir "AB kriteri" haline getirmeye çalıştığı domuz lokantasına gitmekle iş bitiyor mu, bitmiyor mu? Yanlış anlamadıysak, "programa uymuş olmak" için oraya gitmek yetmiyor, domuza çatal-bıçak sallamak da gerekiyor (söylemeye gerek yok: Çatal sol, bıçak sağ elde olacak).

Hakikaten, Hürriyet'in talebi tam olarak ne? Siz anlayabildiniz mi? (A.G.)


12 Haziran 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED