AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Ey ulu "hoca"lar, ey koca "bakan'lar"; buyurun burdan yakın!

Neo-pagan ve neo-barbar Batı uygarlığının dünyaya barış, huzur, adalet ve kardeşlik veremeyeceği anlaşılmıştır. Bu nedenle İslâm'ın dünyaya söyleyeceği çok esaslı şeyler olduğunu, yeni bir medeniyet tasavvuru üzerinde kafa patlatmak gibi asîl, aslî ve tarihî bir yükümlülükle karşı karşıya bulunduğumuzu kavramamız gerekiyor.

Bugün Medeniyet Tasavvuru Okulu'nun -Lütfi Sunar, Yusuf Alpaydın ve bir avuç "divâne"nin eseri- İLEM ayağında henüz ilk kademede yer alan genç bir arkadaşımızın, İbrahim Halil Üçer'in projesinin ön-taslağını yayımlayacağım. Yeni düşünür tipinin mütevazî ama en imajinatif temsilcilerinden İlhan Kutluer'in de üniversiteden öğrencisi olan İbrahim'le ve diğer arkadaşlarla çıktığımız medeniyet tasavvuru icadı yolculuğunun o heyecanlandırıcı atmosferini size de tattırmak istiyorum. İşte İbrahim kardeşim'in projesi:

"Hocam... Hem bir zemin, hem de bir başlangıç olması itibariyle İslâm düşünce geleneği başlıca ilgi alanımı oluşturuyor. Bu geleneğin zirvede olduğu bir dönemi yansıttığı ve ayrıca 'Hicrî 4. asra kadar Arap dilinde yazılmış Arap, acem bütün medeniyetlerin (umem) kitaplarını da muhtevi olduğu' için İbn Nedim'in El-Fihrist'i de ... bu serüvenime bir giriş olma özelliğiyle eşlik etti. Ne ki bu sadece bir 'giriş' olmakla kalmadı... onlarca benzer eserle de karşılaştırdı beni...

Eser, bildik bir biyo-bibliyografik eserdi fakat bilim tarihi alanında yazılan ilk eser olmaklığıyla bilim tarihi'nden, kendine has ilimler tasnifiyle felsefeden, sunduğu zengin antropolojik verilerle kültür antropolojisinden ve en önemlisi de konu aldığı eserler ve yazarları dolayısıyla da -Günaltay'ın tabiriyle- medeniyet-i İslâmiyye ve hareket-i fikriyye tarihinden bağımsız düşünülemiyordu.

Eser çok ilgi çekici bir biçimde 'yazı'nın tarihsel gelişimi ile açılıyor, Çin medeniyetinden Himyerilere, Keldanilerden Türklere, Yunanlılardan Ermenilere kadar bir çok medeniyetin alfabesini ele alıyor ve yazıları hakkında bilgi veriyordu. Sonra Hıristiyanlık ve Yahudiliğe geçiyor, Zebur, Tevrat ve İncil'i ele alıyordu. Neticede bu şölen 'önünden ve arkasından bâtılın inmediği, Hakim ve Hamid olanın katından inen' 'Kitab'la noktalanıyor ve devamla bu Kitabın atmosferinde tartışan, konuşan ve soluklanan diğer bilgi sistemleri ve kitaplarla devam ediyordu. Bu kitaplar seremonisi uzadıkça uzuyor ve bu eser bugün bizim bibliyografya dediğimiz, kudemânın 'fihrist' dediği bir ilmî geleneğin kurucusu olarak karşımıza çıkıyordu. Lakin bu atmosferden uzak bir de Hint ve Sind-i Çin vardı.. Onlar da unutulmuyor ve dört bölüm de onlara ayrılıyordu.

Tabii kitaplar içerisinde, felsefeden yemek tarifi içerenlerine, Kadim Yunan kültüründen aktarılanlarından at yarışlarıyla ilgili olanlarına, Kelâm'dan, Tefsir'e, dinler tarihine, nahve, mantığa, tasavvufa, simyaya ve hiciv kitaplarına kadar muhtelif birçok müdevvenat vardı. Zaten medeniyet de bu kitapların atmosferinde oluşuyordu. Böylece kitaplar aynı zamanda medeniyetlerin menfezleri haline geliyor ve bibliyografik eserler de o deruni nefesi ete kemiğe büründürerek önümüze koyan bir 'mücevher hazinesi'ne dönüşüyordu...

Medeniyetlerin oluşumunda en önemli rolü oynayan unsur -Lalande'ın- tespitiyle oluşturucu akıldır. Ama bir de oluşturulmuş akıl vardır. Biz bu akıllardan birincisine Cabiri'nin deyimiyle akl-ı mükevvin, ikincisine de akl-ı mükevven diyebiliriz. İslâm medeniyeti için düşünecek olursak akl-ı mükevvin, cahili dönemle kendisi arasına derin bir set çeken ve kendine has, özgün formlarıyla yeni bir insan tipolojisi üreten Kur'an ve bunun açıklayıcısı olan Sünnet'tir. Bunun zamansallaşmış şeklini biz asr-ı saadette buluyoruz; mekân ise bellidir: Mekke ve Medine. Daha doğrusu bu zamanı teneffüs eden her yer...

O halde akl-ı mükevven bu çerçevede oluşan ve fakat sadece bu çerçevede yer almakla kalmayıp aynı düzlemde eleştiren, tartışan, konuşan, yazan bir başka dönemdir. Bu dönemse, Efendimiz'in vefatıyla başlayan süreçte teşekkül eden ve süregelen tedvin, tasnif ve tebvib ameliyesiyle ifade edilebilir (bir vetire olarak). Dolayısıyla sürecin halen devam etmekte olması gerekirken İslâm dünyasında oluşan, 'sürekliliği' zedeleyici ve bir medeniyet için 'olağanüstü' sayılabilecek vakıa'lardan ötürü duraksamıştır. İşte Fihrist, hicri 4. yüzyıla kadar telif edilmiş müdevven malzemeyi muhtevi olduğu için aynı zamanda bilgi sistemleri olarak akl-ı mükevveni de ele almaktadır.

Bizim, bir medeniyetin olmazsa olmaz şartlarından 'süreklilik' şartını kendi medeniyetimizin ve aynı zamanda kendi/liği/mizin de yeniden üretilmesi için sahih bir biçimde sağlamamız ve bir anakronizmden de uzaklaşmamız gerekmektedir. Şayet bugün yapılacak yeniden yapılanma süreci bir yerlere istinat edecekse bu, müktesebatımızı (buna anlam haritaları da diyebiliriz) oluşturan ve akl-ı mükevvinle kurmamız gereken bağda bizim için aracılık rolü üstlenerek kırılmış/parçalı bir zaman algısından bizi, bütüncül bir zaman'a götürebilecek olan akl-ı mükevven olmalıdır. Ve biz bu bilgi sistemlerini bir süreklilik ve tutarlılık dahilinde bugüne taşıyabilirsek yapabileceğimiz şeylerin de en iyisini yapmış olacağız.

Fihrist'te yer alan müdevvenat bizim müktesebatımızı oluşturduğu için ben, bu müdevvenatın medeniyetler için öngörülen süreklilik dahilinde bugüne nasıl taşınabileceğini düşünürken, bu ilmî geleneğin sürekliliği içerisinde Fihrist'ten tabkatu'l-etibbaya, oradan tarihu'l-hukemaya ve bu istikamette Taşköprizade'nin Mevduatu'l-Ulûm'una ve nihayet Katip Çelebi'nin Keşfu'z-Zunun'una kadar sürdürülebilecek bir alan taraması ve literatür çalışması olduğu kadar bir ufuk çalışması olma iddiası da taşıyan ve ele aldığı konu itibariyle bir 'kitaplar resitali' sayılabilecek bir çalışma yapmaya karar verdim ve şimdiye kadar elimde başta Arapça olmak üzere İngilizce, Almanca, Farsça, Fransızca, İspanyolca ve İbranice gibi farklı dillerden yüzlerce makale ve kitap birikti (ama sadece bunların İngilizce ve Arapça ve kısmen Farsça olanlarından yararlanabildim).

Ne var ki iş bununla da kalmadı.. Fihrist'in yapısı bana, bu yapıdan yola çıkıp, aynı gelenek içinde oluşan literatürü de göz önüne alarak bahsettiğim düzlemden çıkarılabilecek bir medeniyet tasavvurunu da ortaya koymam gerektiğini öğütlüyordu sanki.. Çünkü kendisini ilişkilendirdiği gelenek ve yine murtabıt olduğu yazılar silsilesi... ile İslâm medeniyeti yine kendisini bu silsilenin en anlamlı ve en son halkası olarak da ilan etmiş, üzerinden yürüttüğü kendisini üretme, yüzleşme ve neticede meydan okuma (sizin kavramsallaştırmanızla Kitap, Mizan ve Hadid) vetiresiyle 'öteki'ni de kendi'leştirici [özgürleştirici] bir politikayla bu istikamet üzerinden 'tanımlamaya' girişmiştir. Burada bize düşen 'öteki'yle girilen ilişkiler yumağından da neşet eden bu tasavvuru ait olduğu anlam haritalarıyla birlikte nasıl bize çağdaş kılabileceğimiz sorusu üzerinde kafa patlatmaktır. Ama burada bir soru daha çıkıyor karşımıza: Kitaplar ve koskoca bir medeniyet tarihi.. Aralarında kurulabilecek bağın derecesi ne olabilir?"

İşte İbrahim'le ve diğer arkadaşlarla çıktığımız yolculuktan bir enstantane. Bu yolculuğun başka yerlerde de başlatılmasını diliyorum.

Not: Bir medeniyet tasavvuru geliştirme çabamızın altyapısını oluşturan İLEM ve AKV'deki seminerlerimiz başladı. Kayıtlar sürüyor. İlgilenen "okuyucu"lara AKV'nin telefonunu veriyorum: 0212-533 72 02 / 631 13 85.


10 Mart 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED