AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Pazar esnafına kapitalizm dersleri

Kapitalizmde esas olan, dur duraksız sermaye birikimidir. Kapitalist, sermayesini sonsuzca arttırma peşinde koşan girişimcidir. Anadolu'da servet çok, sermaye yoktur!

Beri bah oğlum, şu çamaşır leğeni kaç para?

- Köşelisi 12, yuvarlak olanı 14 milyona teyze.

- Nenen ölesi, apartman mı satıyon? Daha geçende 8 milyona almıştım.

- Euro'nun Bir Yirmibeşi geçtiğini bilmiyorsun tabii. Ham madde fiyatları tavan yaptı abla!

- Oğlum bana ne yorodan, hamuttan; ben şu kötü leğeni istiyorum. Haydi 10 olsun bari...

* * *

Pazarcı Mahmut hızını alamamış, yan tezgâhtaki Cabbar Dede'ye dert yanıyordu.

- Millete global gelişmeleri yeterince anlatamıyoruz Cabbar Emmi.

- Ne gelişmesiymiş kerata, şuna %50 zam yaptık desene. Plastik leğenin nesi global?

- Ah Emmi ah, nesi değil ki! Pazarlamacı Kemal Bey'i bi dinlesen böyle konuşmazsın.

- Kemal ciddi çocuktur, Boğaziçi'ni mi bitirmiş ne. Amerika'da da okumuş. Ondan eyi bilecek değiliz.

- Kemal Bey dedi ki, bu leğenlerin ham maddesi petrol imiş. Saddam da petrolü dolarla değil, euro ile satmaya karar verdiği için Amerika gazaba gelmiş. Almanlarla Fransızlar Saddam'a gizli destek sözü vermişler, Çin de arkalarındaymış!

- Yok yahu! Ee, sonra?

- Bizim ithalatçılar leğenlerin ham maddesini eskiden dolarla alıyorlarmış, şimdi euroyla alıyorlar. Euro-Dolar paritesi 1.10'dan 1.25'e yükselince, ham madde fiyatları %15 artıyor, toptancı da bize %25 farkla veriyor.

- Biz Tatvan'dayken böyle işler yoktu oğul.

- Global kapitalizm bu Emmi, artık Tatvan'da da olsan, Tayvan'da da olsan farketmiyor. Çapraz kurlar gelip seni buluyor.

- Kemal Bey'i çağırsan da bize şu global gapitalizmi anlatıverse.

* * *

Kemal Bey Malatyalıydı. Çok okumuş, fakat camiden kopmadığı için cemaatten de kopmamıştı. Ekonomi profesörleriyle hangi rahatlıkla konuşabiliyorsa, pazar esnafıyla da aynı rahatlıkla konuşabiliyordu. Size önce kapitalizmin diğer sosyal sistemlerden farkını anlatmam lazım, diyerek söze girdi. Kapitalizmde esas olan, dur duraksız sermaye birikimidir. Kapitalist, sermayesini sonsuzca arttırma peşinde koşan girişimcidir.

- Bizim Tahir Ağa da gapitalisttir öyleyse. Tam iki küp altını var.

- Kim Tahir Ağa? İki küp altını olduğunu nereden biliyorsun?

- Bizim köyün ağası. Ben beni bildim bileli altınları var. Sıkıştıkça bozdurup harcıyormuş. Güççük hanımından duymuşlar.

- Ona sermaye değil servet diyoruz Cabbar Amca. Anadolu'da servet çok, sermaye yoktur! Sermaye, bir köşede saklayıp harcadığımız para değil; daha fazla kazanç uğruna ticari, sınai işlere yatırdığımız paradır. Dükkanımız, fabrikamız, pazarda satılmak üzere ekim yaptığımız tarlamız sermayedir.

- Afedersin ama, bizde sermaye diye uygunsuz kadınlara denir.

- Haklısın. Dildeki bu bozulmanın esbabı mucibesini de iyi anlamamız lazım. Biliyor musunuz, Çin'de de bugünkü yeniyetme girişimcilere aynı gözle bakılıyor.

- Nasıl yani?

- Halk arasında yeni girişimciler için kullanılan kelime, 60 yıl önce Çin'i işgal eden Japonlarla işbirliği edenler, bir de Japon subaylarıyla yatan Çinli kadınlar için kullanılan kelimenin aynısı!

Şeytan, Adem'i nasıl avladı?

Kemal Bey önünde artık soğumaya yüz tutmuş çaydan bi fırt alıp, sözü değişik bir mecraya soktu:

- Kapitalist yönelişin toplumsallaşabilmesi için, insanoğlunun psikolojisinin biyolojisi yerine ikame edilmesi gerekir.

- Karşında Robert Kolej taifesi yok evladım. Bunun bizim pazar diline tercümesi nasıl?

- Tercümeye gayret edeyim Cabbar Amca. Üniversiteye adım attığımız ilk yıl elimize şöyle bir tarif verirlerdi: İktisat, kıt kaynakları sınırsız insan ihtiyaçlarına optimal tahsis sanatı yahut bilimidir.

- Optimal tahsisden kasdı bilmem amma, kıt kaynak lafzı aklıma takıldı. Bu, şükürsüzlüğe verilen moderen ad olmasın? Cenabı Hakkın biz kullarına ihsan ettiği bunca nimetler niçin kıt olsun?

- Ağzına sağlık Amca. Bu kıt'lık, daha doğrusu 'nedret' (enderlik) kavramı bizi Cennet'e kadar geri götürür. Malûm orada her şey boldu. Tek istisna yasak ağaçtı. Kıt yahut ender olan bir o vardı.

- Şeytan da Adem'i oradan vurdu!

- Adem'i değil, Havva'yı!!! Adem, Havva'ya aşkının kurbanı oldu. Onu günahta yalnız bırakmaya kalbi elvermedi.

- Maşallah, Cabbar Emmi'yle iyi kaynattınız. Ben de kendimi akıllı sanırdım. Yahu nedir bu Cennet Cehennem işleri? Ben kapitalist miyim, değil miyim arkadaş, onu söyleyin!

- Bakış açısına göre değişir, Mahmutçuğum. Kazancı nasıl edineceğine ve onunla ne yapacağına bağlı. Bir de bu süreçte devletin konumuna.

- Devletin konumu mu? Bana ne devletten yahu? Götürü vergimi verir, devleti unuturum.

- O zaman da 430 triyonu nah bulursun.

- Ulan Mahmut, şu kötü leğene koyduğun zamda bile Saddam'ın, Almanya ile Fransa'nın parmağı olduğunu söyleyen sen değil misin? Devletler nasıl karışmazmış. Neyse, benim kafam hâlâ şu kıtlık meselesinde. Psikoloji, biyoloji, bir şeyler söylemiştin Kemal oğlum.

- Kapitalist bir ekonomik işleyişin olması için, ihtiyaçlarımızın sınırsız olduğuna inanmamız lazım. İhtiyaç sınırsız olduğunda, kaynak Cennetteki kadar bol olsa da yetmez. Kapitalist, yasak meyve peşindeki girişimcidir. Bu işte iki büyük suç ortağı vardır.

- Dur hele. İhtiyaçlarımız niçin sınırsız olsun?

- Bu, akıllı adam sorusudur Cabbar Amca. Bunu herkes sorarsa, kapitalistin birinci suç ortağının eli kolu bağlanır.

- Kimmiş bu ortak?

- İştiha, arzu ve şehveti bizim için birer ihtiyaç haline getiren reklamcılar. Onlar sayesinde (psikolojik) isteklerimiz, (biyolojik) ihtiyaçlarımızın yerine geçiyor. İhtiyaçlar sınırlı, istekler sonsuzdur. Ekonomik sistem ihtiyaçları karşılamaya çalışıyorsa, kaynaklar bol, üretim bereketlidir. Yok eğer temel mesele isteklerin karşılanması ise, o zaman dünya Cennet nimetleriyle dolup taşsa bile enderlik problemi çözülmüş olmaz.

- Herodot Cevdet bile bu kadarını kavrayamaz evlat. Yani bu kıtlık hakikatte var olmayan, bizim yarattığımız bir durum mu?

- Arife tarif gerekmezmiş. Aynen öyle. Yani, modernlerin 'ilkel' dediği toplum gerçekte bir bolluk toplumudur. Bolluk toplumu dedikleri modern toplum ise kıtlık toplumu.

- Peki, araya reklamcıları katmasalar, kapitalistler mal üretip satamazlar mı? Eskiden reklam mı vardı?

- Başta değindik, kapitalistin mal üretip satmaktan gayesi sermayesini sonsuzca arttırmaktır. Sonsuz kâr için, sonsuz mal üretimi lazım. Sonsuz mal diye bir şey olamayacağına göre...

- Evet, olamayacağına göre?

- Maldan başka şeyler satması lazım.

- Ne gibi?

- Umut gibi.

- Oğlum şunu da izah et, bu akşamlık burada keselim. Yoksa sabaha Ümraniye pazarını kaçırırız.

- Bugünün en akıllı kapitalistleri mal değil vaat satanlardır. Düşünün, en iyi sabun 1 milyon lira, orta kalitede bir erkek veya bayan losyonu 10, 20, hatta 50 milyon lira. Oysa ikisi arasındaki (reklam dışı) maliyet farkı hesaba katılmayacak kadar küçüktür. Kadınların satın aldığı şey bir ürün değil, bir güzelleşme vaadidir; erkeklerinkiyse bir yakışıklılık veya farklılaşma vaadi. Umut, eskiden fakirin ekmeğiydi, artık zenginin ekmeği!...

- Afedersin ama, akılsız mı bunlar?

- Akıldan ne anladığınıza bağlı. Hem, bireyin aklıyla topluluk aklı her zaman birbirine uymaz. İnsanlar birlikte aldanmaya bayılırlar.


Kim kapitalist, kim değil?

Mahmut söze karıştı:

- Kemal abi, itiraf edeyim ki ben de sermayemi çok arttırmak istiyorum. Şu anda, ne yalan söyleyeyim, 43 milyarım var. İstiyorum ki bu para 43 trilyon, sonra da 43 katrilyon olsun. Kim istemez ki? Ben de kapitalist miyim?

- Güzel bir soru sordun Mahmut'çuğum. Elbette herkes kazanmak ister. Peygamber Efendimiz de bir girişimciydi ve kazanç peşinde ta Suriye topraklarına kadar giderdi. Kapitalizmin teşekkülü için girişimci lazım, fakat girişimciler var diye sosyal sistem hemen kapitalist olmaz.

- Başka neler lazım?

- Bir kere, fert ve ailelerin temel gündelik ihtiyaçlarının tamamına yakın kısmının 'özel işletmeler' tarafından karşılanıyor olması lazım; bilhassa günlük yiyeceklerin.

- Bizim Tatvan'da her ev, ekmeğini kendi pişirirdi. Fırından sadece Tatvanlı olmayan memur ve öğretmenler (bir de hanımları pek kibar olan yerliler!) ekmek alırdı.

- Bravo, bu çok güzel bir örnek oldu Cabbar Amca. Düşünün ki, 1500 yıl önceki Cahiliye Mekke'sinin sokaklarında ekmek satılıyordu. Fakat 50 yıl önceki Tatvan'da her ev kendi ekmeğini pişirmekle kalmıyor, yıl boyu kullanacağı bulgurdan kurutulmuş patlıcan ve bibere, lor ve peynirden tereyağına kadar birçok yiyecek maddesini bizzat 'üretip' stokluyordu. Giyeceklerin de hatırı sayılır bir kısmı ev mamulüydü. Yani 1950'lerin Tatvan'ı, 550'lerin Mekke'sinden kapitalizmce daha geri idi.

- O halde kapitalizm, günlük hayatımızın ticarileşmesi demek.

- Aferin Mahmut! Buna iktisatçılar 'her şeyin metalaşması' diyorlar. Mülkiyet hakları tam ticarileştiği zaman kapitalizm oluşuyor.

- Yani?

- Şirketler kişi malı olmaktan çıkıp anonimleşiyor ve bunlar üzerindeki mülkiyet hakkımız (payımız) tıpkı bir mal gibi her gün, hatta her an alınıp satılabiliyor.

- Galiba borsadan söz ediyorsun.

- Üstüne bastın Uyanık Mahmut. Bak, Tahir Ağa'nın (belki de hiç olmayan ) iki küp altını 50 yıldır ağızdan düşmüyor. Borsa, serveti gizler ve akışkan hale getirir. Kimse kimseyi tanımaz. Kapitalizmin mabedidir borsa.

- Mabet mi? Namaz mı kılınıyor orada?

- Mabet, inananla inanmayanı ayıran mekân ise, borsanın böyle bir yer olduğunu Volter 250 yıl önce kavramıştır. Londra Kraliyet Borsası için diyor ki: 'Burası bütün dinlerin ortak ibadet mekânıdır. Burada Musevî, İsevî ve Muhammedî sanki aynı dine inanıyormuş gibi muamele eder ve sadece müflislere kâfir derler.'

- Bu mesele bizi aşar Kemal abi, biz gene kapitalist girişimci meselesine dönelim. Aklıma takıldı kaldı, ben kapitalist miyim?


29 Ağustos 2004
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED