AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Yeni mektuplarını daha iyi değerlendirebilmeniz için...

Gazetemiz yazarlarından Taha Kıvanç, önce Milliyet gazetesi ombudsmanı Yavuz Baydar'ın Milliyet'teki işine nasıl son verildiğini anlatan mektubunu; bundan bir süre sonra da Mehmet Yılmaz'ın mektubunu (1 ve 2 Aralık) yayımladı... Tıpkı, dört yıl önce Medyakronik'ten "Milliyet'te beş yazara RTÜK sansürü" haberini aktaran Kıvanç'a önce Baydar'ın, ardından Yılmaz'ın mektup göndermesi gibi... Tek fark şuradaydı: O zamanlar Yılmaz ve Baydar "müttefik"tiler ve dolayısıyla virgülüne kadar doğru olduğunu bildikleri habere "hayal mahsulü" dediler... Basın tarihimizden eski mektuplar: nevzuhur mektupları daha iyi değerlendirebilmek için...

Bugünlerde kısmetimiz, bizde "dejavu" duygusu uyandıran gelişmelerden yana pek açık... Önceki gün, Kızıltepe'de öldürülen baba-oğulu konu alan haberlerle dört yıl kadar önce Silopi'de "karakolda kaybolan" iki HADEP yöneticisini konu alan haberler arasındaki benzerliğe dikkat çekmiş, sanki aynı şeyleri yaşıyormuşuz duygusuna kapıldığımızı belirtmiştik...

İşte, yazarımız Taha Kıvanç'a önce Yavuz Baydar, ardından Mehmet Yılmaz tarafından gönderilen mektuplar bizde gene aynı duyguya yol açtı...

Önce Milliyet gazetesinin ombudsmanının, ardından genel yayın yönetmeninin gönderdiği mektuplar aynı amacı taşıyordu: İkisi de, o sıralarda yayında olan internet sitesi Medyakronik'te yer alan, Taha Kıvanç'ın sözleriyle, "Basın tarihinde görülmemiş" bir sansürün haberini tekzip etmeyi amaçlıyordu.

'MİLLİYET'TE SANSÜR GECESİ'

Medyakronik'te 7 Haziran 2001 tarihini taşıyan haberin başlığı işte böyleydi. Haber şöyle devam ediyordu:

"Milliyet yönetimi, dün sabah saatlerinde, bugün (7 Haziran) yayımlanacak gazete için kaleme alınan bazı yazılara yasak koyduğunu açıkladı. Mehmet Yılmaz, ANAP yönetimi aleyhine yazıları tek tek ayıkladı ve bazı taşra illerine giden gazeteler öyle basıldı. Sabaha karşı (bir rivayete göre RTÜK tasarısının Meclis'te kabulünden sonra) yazıların gazeteye konmasına karar verildi. Yazıları sansürlenen köşe yazarları şunlardı: Hasan Cemal, Melih Aşık, Meral Tamer, Derya Sazak, Meliha Okur…"

Milliyet, o günlerde RTÜK'ün "DSP-ANAP-MHP koalisyonu"nun hazırladığı şekilde parlamentodan geçmesi için militan bir çaba içine girmişti... Hatta Medyakronik, RTÜK sürecinin bir aşamasında onu Hürriyet'in de önüne koyarak "RTÜK haberlerinde eğip-bükme şampiyonu" ilan etmişti. Ama işleri buralara kadar vardıracağı; RTÜK kanun tasarısının Meclis'te onaylanacağı gün iktidar partilerini kızdırmamak için onlar aleyhine yorumlanabilecek hiçbir yazıya gazetede yer vermeme, olanları sansürleme yoluna gidebileceğini kimse tahmin edememişti...

BAYDAR: 'SAĞLIKSIZ BİLGİLERE DAYANIYOR'

Milliyet yönetimi haberi yalanlamadı, Medyakronik de konuyu kapattı... Fakat kapatmayan biri vardı: Yeni Şafak yazarı Taha Kıvanç. Kıvanç, "Basın tarihimizde görülmemiş bu olay"ı sütununa taşıyınca, Milliyet'çiler için "görmezlikten gel, sessizce geçiştir" taktiğini sürdürmenin imkânı kalmamıştı. İlk mektup, Milliyet ombudsmanı Yavuz Baydar'dan geldi...

Yavuz Baydar, Taha Kıvanç'ın 21 Haziran 2001 tarihli köşesinde aynen şöyle diyordu:

"19 Haziran tarihli Taha Kıvanç imzalı yazıda, Milliyet'in beş köşe yazarının yazılarının sadece şehir içlerindeki baskılara konduğu, bunun okurlar tarafından fark edilmeyişinin ve dolayısıyla Milliyet Okur Temsilcisi tarafından ele alınmayışının 'tuhaflığı' üzerinde durulmuştu. Bu iddia, RTÜK yasasının çıktığı geceki zamanlama ile bağlantılandırılmıştır.

Bu bağlantıda bir mantık hatası vardır. RTÜK yasası sabahın erken saatlerinde, yani gazetelerin son baskıları ardından çıkmıştır. Böyle olduğunu, RTÜK yasası ile ilgili haberleri gazetelerin 7 değil, 8 Haziran'da vermesi kanıtlıyor. Bu iddia sağlıksız bilgilere dayanmaktadır. Okurlardan bu konuda herhangi bir tepki gelmemesi de bunun en önemli göstergesidir. Gelseydi, kimsenin kuşkusu olmasın ki, bunlar bir tane dahi olsa, Milliyet'in ombudsman köşesinde yayımlanacaktı. Kılı kırk yaran okurların gözünden, belki şaşırtıcıdır, hiçbir şey kaçmıyor."

Biz çok ama çok şaşırmıştık bu mektuba... Çünkü o gün Milliyet'in çalkalandığını, sansürlü ilk baskının elden ele dolaştığını, hemen hemen herkesin bundan haberinin olduğunu, Yavuz Baydar'ın da haberinin olduğunu biliyorduk... Olay aynen böyle olmuş, Kıbrıs ve Almanya'ya sansürlü baskılar gönderilmiş, sonra da "duyulur, rezalet olur" korkusuyla Türkiye baskıları "sansürsüz" olarak yayımlanmıştı...

YILMAZ: 'YALAN VE HAYAL ÜRÜNÜ'

Aynı gün Medyakronik'te, bu şaşkınlığı ve haberin doğru olduğunu bir kez daha vurgulayan bir yazı yer aldı... Yazı, "asıl muhatap" Mehmet Yılmaz'a bir çağrıyla bitiyordu: "Yavuz Baydar'a bu zorunlu cevaptan sonra asıl muhatabımıza gelelim… Haberimizi doğrulamak ya da yalanlamak mevkiinde olan kişi Milliyet Okur Temsilcisi Yavuz Baydar değil, Milliyet Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz… Mehmet Yılmaz, 'En güvenilir gazete, Milliyet' reklamı için bugünlerde televizyon ekranlarından inmiyor… 18 Haziran Pazartesi günü de, parodi duygusu uyandıran şu satırları yazmıştı: 'Seçkin yazarlarımızın yorumları, Türkiye'nin düşünsel ufuklarına bir referans olacak…' Taha Kıvanç gibi, biz de açıklama bekliyoruz Mehmet Yılmaz'dan…"

Beklenen cevap dört gün sonra geldi. 25 Haziran 2001 tarihli "Kulis"ten aktarıyoruz:

"Yazınızda (Kulis, 21 Haziran 2001) benden bir açıklama beklediğinizi söylemişsiniz. Söz konusu iddia tümüyle yalan ve hayal ürünüdür. Medyakronik isimli sitenin bazı mensuplarının bir süredir Milliyet'e özel bir düşmanlıkları var. Nedenini bilmiyor, ilgilenmiyorum. Bu yüzden bu sitede yer alan hayal ürünü yalanlarla ilgili açıklama da yapmıyordum. Ama şimdi görüyorum ki bazı yazarların yazılarının taşra baskılarına konmadığı yalanına inananlar artıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi bu tamamen yalandır. Milliyet'in ne taşra baskılarında ne de şehir baskılarında böyle bir sansür uygulaması yapılmadı. Konuyla ilgili gazetemiz avukatlarının tekzipleri sizinki dahil hiçbir gazetede ve köşede yayımlanmadı. Bu davranışın da Milliyet'e karşı yürütülen kampanyanın bir parçası olduğunu düşünüyorum."

'İŞTE SANSÜRÜN KANITI'

Bu arada biz de boş durmamış, Kıbrıs ve Almanya'dan sansürlü Milliyet nüshalarını edinmiştik... Mehmet Yılmaz'ın yukarıda okuduğunuz yalanlamasından bir gün sonra Medyakronik'te bir "karşılaştırmalı kupür" dosyası yayımlandı... Artık herşey apaçıktı... Şöyle yazmışız "İşte Milliyet'teki sansürün kanıtı" başlıklı yazımızda: "Aşağıda, o günkü Milliyet'in sansürlü ve sansürsüz iki versiyonu bulunduğunu kanıtlayan kupürleri yayımlıyoruz…Orada da görülebileceği gibi, Melih Aşık ve Meral Tamer'in parçalı yazılarından Sadettin Tantan ile ilgili bölümler cımbızlanmış ve ilk baskılar öyle gerçekleştirilmiş… İki baskı arasında sayfa değişiklikleri de olduğu için, Derya Sazak ve Meliha Okur'un hiç girmeyen yazılarının yerine konan haberleri aktaramıyoruz… Ama gene bütünüyle sansürlenen Hasan Cemal'in yazısı birinci sayfada olduğu için, yerine giren haberi verebiliyoruz: O gün, ilk baskılarda sol alt köşede yer alan Hasan Cemal yazısı yoktu, onun yerine 'Sıcak su deprem habercisi mi?' başlıklı, devamı 17. sayfada yer alan haber bulunuyordu…"

Medyakronik dönemimizde bizi en çok şaşırtan, açıklamakta en çok zorlandığımız gelişmelerden biri olmuştu bu olay... Düşünün, birlikte çalıştığınız çok sayıda insan kararınızı ve uygulamanızı biliyor ve buna rağmen siz oraya buraya "Tümüyle yalandır, böyle bir şey olmamıştır" diye açıklamalar gönderiyorsunuz... Biz o zamanlar bunu özel tür bir "profesyonellik" anlayışının türevi sayıp açıklamaya çalışmıştık, aklımıza başka bir şey gelmemişti...

Peki bütün bunları neden şimdi bir daha hatırlatıyoruz? Başta dedik ya, Taha Kıvanç'ın köşesinde okuduğunuz mektupları daha iyi değerlendirebilesiniz diye... (A.G.)


OKUMA PARÇASI

'Mehmet Yılmaz profesyonelliği' ile ilk tanışma

Alper Görmüş, Medyakronik, 25 Haziran 2001
(NOT. Bu "Okuma parçası", üstteki "Yeni mektuplarını daha iyi değerlendirebilmeniz için..." başlıklı yazının ek'idir... Bir anlam ifade edebilmesi için, öncelikle o yazıyı okumanız gerekir. Genel okur refleksiyle kısa yazıyı uzuna tercih edip bu yazıdan başlamışsanız, lütfen durun ve önce üstteki yazıyı okuyun...)

Milliyet'in şimdiki genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz, halen yayında olan haftalık Aktüel dergisinin ilk yayın yönetmeniydi.

Ben editör olarak ekibe katıldığımda, Gülay Göktürk Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı, Alev Er Yazıişleri Müdürü'ydü.

Mehmet Yılmaz, Aktüel birinci yılını doldurmadan Hürriyet'ten aldığı teklifi değerlendirdi ve Hürriyet Dergi grubunun başına geçti. Grubun en önemli dergisi olan Tempo'nun yayın yönetmenliğine de, Aktüel'in editörlerinden Kürşat Başar'ı (Şimdi Star gazetesi yazarı) getirdi.

Mehmet Yılmaz'dan sonra sırasıyla Gülay Göktürk ve Alev Er Aktüel Genel yayın Yönetmeni oldu, Alev Er'in Milliyet'e geçmesinin ardından da sıra bana geldi. Aktüel Genel Yayın Yönetmeni olmamdan (Mart, 1994) birkaç hafta sonra, Refah Partisi'nin büyük illerde büyük başarı gösterdiği Mart 1994 yerel seçimleri gerçekleşti.

Herkes şaşkındı, orada burada mini etekli kızlara kezzap atıldığı, saçlarından tutularak sürüklendiği yolunda dedikodular çıkıyor; artık Beyoğlu'nun elden çıktığı, genelevlerin de kapatılacağı söyleniyordu. Bazı mankenlerin, "şimdiye kadar iç çamaşırlı defilelere çıkmadım, artık çıkacağım" diyerek "laik direniş" gösterdiği tuhaf günlerdi…

O hay huy içinde, gazetecilik yapmaya çalıştık Aktüel'de; Refah Partisi'nin büyük seçim zaferinin siyasi, toplumsal, sosyolojik nedenlerini anlamaya gayret ettik, bu amaçla seçimin hemen ardından derli toplu bir Refah Partisi eki yayımladık…

Ne oldu biliyor musunuz? Tempo dergisinde, Alper Görmüş'ün "Refahçı ve şeriatçı" olduğuna dair bir yazı çıktı. Yazıda doğrudan doğruya Alper Görmüş'ün patronu Dinç Bilgin'e sesleniliyordu ve bu kişinin nasıl oluyor da hâlâ Aktüel'in başında tutulduğu soruluyordu. Arkadaşlarımın bu tavrı karşısında derinden yaralansam da herhangi bir savunmaya girişmedim…

Benim cevap vermediğim görülünce, gene Tempo'da bu kez, Sabah grubunun yeni ortağı Karamehmet grubuna hitaben bir çağrıda bulunuldu: Hadi Dinç Bilgin bir şeriatçının Aktüel dergisinin başında bulunmasını içine sindiriyordu, Karamehmetler nasıl tahammül ediyordu böyle bir şeye? (Tam 5 Nisan krizinin patlak verdiği günlerdi, işsiz kalan bir gazetecinin, yeteneği ne olursa olsun iş bulması imkânsız gibiydi.)

Ben gene cevap vermedim, yalnız bu kez Basın Konseyi'ne müracaat ettik. Basın Konseyi, sorumluların kınanmasına karar verdi. (Bunları aklımda kalanlarla yazıyorum. Mehmet Yılmaz, söylediklerimin "hayal ürünü yalanlar" olduğunu iddia ederse, Tempo dergisinde yazdıklarını aynen aktarabilirim.)

Bütün bunlar yaşandıktan sonra, 1994 sonbaharında Mehmet Yılmaz, 1 Numara Yayıncılık'ın genel yönetmenliğine getirildi tekrar. Söylenenlere göre, tasarruf, Ercan Arıklı'ya rağmen Sabah yönetimi tarafından gerçekleştirilmişti. Tabiî, bütün yayın yönetmenleri gibi ben de kendisine bağlı olarak çalışacaktım…

Haberi duyunca, Ercan Arıklı'ya, Mehmet Yılmaz'la birlikte çalışmamın mümkün olmadığını söyleyip istifamı verdim. Arıklı istifayı kabul etmedi, beni süresiz izinli saydı. Nedenini sonra anladım; bu işin yürümeyeceğine dair bir inancı vardı herhalde, nitekim bir ay kadar sonra, bir Arıklı-Yılmaz çatışmasının ardından Mehmet Yılmaz istifa etmek zorunda kaldı, ben de görevime döndüm. Mehmet Yılmaz, Medyakronik'te gazetesine yöneltilmiş eleştirilerin o günlerden kaynaklanan bir düşmanlığın eseri olduğunu düşünüyor sanırım…

Bence bu tür şeylere takılacağına, Medyakronik'in Radikal Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz ile Milliyet Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz'ın gazeteciliklerini nasıl ayırdığına baksa daha iyi eder…


Gazete Eğilmez'in 'sessiz kahraman' olduğunu nereden biliyor?

Hürriyet'in (4 Aralık) baş sayfasında bir haber: "Bir sessiz kahramanı kaybettik". Haber yıllarca Milli İstihbarat Teşkilatı'nda görev yapmış bir emekli albayın ölümünü duyuruyor: "Milli İstihbarat Teşkilatı'nın ASALA operasyonunu yöneten ve adı pekçok yasadışı örgütün ölüm listesinde yer alan Emekli Albay Süleyman Yenilmez öldü." Gazete, haberin devamında da şu başlığı kullanmış: "ASALA'yı çökerten Albay'a veda".

Yanlış anlaşılmasın, gazetenin attığı "sessiz kahraman" başlığına bir itirazımız yok; yok, çünkü ölüm haberinin verildiği emekli albay Süleyman Yenilmez hakkında (görevi icabı) hiçbir bilgimiz yok.

Oysa Hürriyet'in "eski MİT Kontr-Terör uzmanı" Mehmet Eymür'ün kendisinden kod adıyla "MAH Yardımcısı Selim Yakar Albay" olarak söz ettiği (bu bilgileri de Hürriyet'ten alıyoruz) Süleyman Yenilmez'i çok yakından tanıyormuş gibi bir hali var...

Hatta öyle ki, ASALA ile mücadele söz konusu olunca akla gelen bazı isimlerle Süleyman Yenilmez'in ilişkisi olmadığını peşinen belirtmek için habere şu cümlelerle girmiş:

"84 yaşında ölen Yenilmez, Abdullah Çatlı ve adamlarının henüz bu işlerde kullanılmadığı 1982 yılında, Ermeni terörü örgütü ASALA'ya karşı düzenlenen operasyonların en önemli isimlerinden biriydi." Yanlış anlaşılmasın, gazetenin verdiği bu bilgiye de bir itirazımız yok; yok, çünkü ölüm haberinin verildiği emekli albay Süleyman Yenilmez hakkında (görevi icabı) hiçbir bilgimiz yok. Peki ama Hürriyet bu, kesin bir dille aktardığı bilgileri nereden biliyor? Emekli albay Süleyman Yenilmez'in "Bir sessiz kahraman" olduğunu, ASALA'ya yönelik operasyonları Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının "henüz bu işlerde kullanılmadığı" dönemlerde bu MİT görevlisinin yönettiğini nereden biliyor? Yenilmez'in "ASALA'yı çökerten Albay" olduğunu nereden biliyor?

Hürriyet'in kesin bir dille verdiği bu bilgileri herhangi bir kaynaktan aktardığını sanmayın. Albay Yenilmez haberinde kullanılan tek kaynak Mehmet Eymür'ün internet sitesinden indirilmiş ve Albay hakkında Hürriyet'in verdiği bilgilere hiç temas etmeyen birkaç satırdan ibaret. Hatta Eymür, bu satırlarda albay Yenilmez'i (daha doğrusu kod adı "Selim Yakar Albay" olan bir kişiyi) şöyle tanıtmakla yetiniyor: "Karargâhta operasyonu Müşteşar adına yürüten MAH Yardımcısı Selim Yakar Albay, babacan, hoşgörülü bir insandı. İstanbul'da da yardımcılık yapmıştı. Mete Bey'i hayli eski tanır, deli dolu hallerini hoşgörü ile karşılardı."

Evet, Eymür'ün Selim Yakar Albay (Albay Süleyman Eğilmez?) hakkında verdiği bilgi bundan ibaret. Ama Hürriyet bu konu da da iddialı: "Eymür'ün sitesinde Selim Yakar Albay kod adıyla geçen Süleyman Yenilmez'di." Yanlış anlaşılmasın; gazetenin verdiği bu bilgiye de "Hayır değildi!" diye itiraz edecek halimiz yok; yok, çünkü emekli albay Süleyman Eğilmez hakkında (görevi icabı) hiçbir bilgimiz yok. Peki iyi güzel de, Hürriyet bu kadar ayrıntılı bilgiyi nereden biliyor?

Epeyce "esrarengiz" bir haber doğrusu... (K.B)


Sağolasın Hürriyet!

30 Kasım tarihli Hürriyet'te yan manşet: "İŞTE ZEYNEP'İ KAÇIRAN ADAM".

3 Aralık tarihli Hürriyet'te yan manşet: "İŞTE ZEYNEP'İN SEVDİĞİ OSMAN". "Osman"lı yan manşetin hemen altında da şu sözler: "Kaçırılarak 19 gün rehin tutulan Zeynep Sağıroğlu'nun, 'Ben ona âşığım, onunla evleneceğim' dediği üniversiteli Osman Sandık'ı Hürriyet buldu." Gazetenin okurlarına sunduğu hizmetin büyüklüğünün farkındasınızdır herhalde... Herkesin günlerdir hiç değilse bir fotoğrafını görebilmek için sabırsızlandıkları "Osman Sandık'ı Hürriyet buldu."

Sağolasın Hürriyet! Bir gazeteden bundan daha fazla ne beklenebilir ki!


5 Aralık 2004
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED