AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
"Liberal - Liberalimsi"

"Liberal - Muhafazakar gerilimi" başlıklı yazım, beklediğim gibi liberal camiada karşılık buldu. 4 yazı çıktı: Mehmet Barlas (Sabah), Cüneyt Ülsever (Hürriyet), Gülay Göktürk ve Mustafa Erdoğan (Tercüman). Zaman'da Hüseyin Gülerce'nin "Liberaller ve Ak Parti" başlıklı yazısını da, benim yazımla bağlantılı okudum.

Ben, yazımdan beklediğim sonucu aldığım düşüncesindeyim. Çünkü eleştirilerin, eleştiri konusu olan kişiyi - çizgiyi, kendi konumunu çerçevelemeye yönelttiğini, gündeme getirdiğim olayda da böyle bir sonucun gerçekleştiğini düşünüyorum.

Ben liberal çizgiyi önemseyen bir insanım. Türkiye'ye ciddi katkıları olduğu düşüncesindeyim. 28 Şubat'ın zor günlerinde bir yazımda, iktidardaki RP'li kadroları "liberallerin özgürlüklerden yana cür'etini önemseme"ye çağırdığımı hatırlıyorum. Gülay Göktürk de, her karşılaşmamızda "delikanlı yazılar"ından dolayı kendisini kutladığımı bilir. O da sağolsun, Ahmet Taşgetiren'in çizgisinden özenle bahseder.

"Liberal - muhafazakar gerilimi" başlıklı yazım, adını bu camia içinde geçiren insanlarda son dönemde gördüğüm ""vesayetçi - yer yer kemalist çizgi gibi jakoben görüntü veren - yer yer ağabeylik üslubu taşıyan - yer yer hava basan - hegemonya arayışında" ve bu niteliği ile Ak Parti'nin muhafazakar tabanından gelen hassasiyetlerini dışlayıcı bir nitelik sergileyen, bir adım ötede "çoğunluk iradesi"ni dışlayan duruşa yönelik eleştiriydi.

Mustafa Erdoğan bir ayrım yapmış. Yazımın başlığına aldığım "Liberal - Liberalimsi" ayrımı ona ait. Erdoğan, liberal duruşun koordinatlarını vermiş, bir noktada, AB ve ABD ile ilişkilerde islami kesimin duyarlılıklarının paylaşıldığının altını çizmiş. "Liberalimsi" kelimesi, Erdoğan'ın da, liberal çizgi adına mesafe koyduğu "liberal geçinenler" diye okunabilecek bir grubu tanımlıyor. İşte benim "eleştiri sonuç veriyor" dediğim bu, belki islami camia da, imajların savrulduğu bir ortamda, zaman zaman kendisine yönelen eleştiriler sebebiyle kendi çizgisini daha net koordinatlarla tanımlama ihtiyacı hissediyor.

Gülay Göktürk'ün yazısını da altını çizerek okudum. Onun bireysel özgürlükler konusundaki duyarlılığını biliyorum. Onun bu konudaki açılımı zaman zaman paylaşmadığım noktalara uzansa da, azlığın hukukunu korumak için "çoğunluk iradesi"ne sınırlar getirme gereği üzerinde de farklı düşünmüyorum. Yalnız ben, Türkiye'de sanıldığının aksine, "çoğunluk iradesi"nin baskıcı niteliğinden çok, bastırılan konumda olduğunu, özgürlükçü çizginin de öncelikle, çoğunluk iradesinin özgürlüğünü savunması gerektiğini düşünüyorum. Hani demokrasinin olmazsa olmazı olan "çoğunluk iradesi" bir kere devreye girsin ki, ondan sonra onun sınırlanmasından söz edebilelim. Değilse, neredeyse Amerika, Avrupa ve içerde hâlâ etkisini sürdüren derin yapılanma -islami açılımlardan kuşkulanıldığı için - çoğunluk iradesini devre dışı bırakmak üzere konuşlanmıştır. Onun için Türkiye'de çoğunluk iradesi kısıtlamacılığı, derununda, askeri müdahaleler, çok partide tek parti şablonu, seçkincilik damarı - potansiyeli taşır.

Cüneyt Ülsever...

Acaba hangi kategoriye giriyor? "Liberal" kategorisine mi, "liberalimsi" kategorisine mi?

Benim ismimin önüne "Hayata; aldığı ilahiyatçı terbiye dışında bakamayan" tanımlamasını koymuş... Burada hem "ilahiyatçı" bakışın yargılaması - aşağılaması var, hem de benim... Ona göre menşeiniz "ilahiyatçı" ise hayata sadece "ilahiyatçı" gibi bakarsınız ve böyle baktığınızda da mutlaka bazı şeyleri anlamazsınız. "Liberalizmi 200 yıllık Batı medeniyet çığırının belkemiği" olarak gören, bunu benim "anlamadığım"ı not düşen kişi, acaba İslam'ın da büyük bir medeniyete vücut verdiğini, bunun özünde de "İslam'ı doğru anlamak" gibi bir "ilahiyat" disiplininin bulunduğunu düşünmüş müdür?

Daha önce yayınlanan "AKP'nin sıkıntısı" başlıklı yazımda Cüneyt Ülsever'in "Üye olmak isteyen biziz, o halde şartları (haklı - haksız) onlar koyacaklar" şeklindeki bir ifadesini eleştirdim. "Haklı - haksız diledikleri şartı koyacaklar" şeklindeki yaklaşımın, AB ile ilişkilerde sağlıklı bir duruş olmadığını ifade ettim. Cüneyt Ülsever o duruşunu netleştirmek yerine, polemiği ve hakareti tercih ediyor. İyi ki Mustafa Erdoğan'ın ayrımlayıcı yazısı yayınlandı, değilse Cüneyt Ülsever üslubunu nereye koyacaktık?

Hüseyin Gülerce'nin yazısı, "Liberaller ve Ak Parti" başlığını taşıyor. Benim yazıma atıfta bulunmadan, "Liberallerin sözcülerini savunmak adına söyleme"se de, onlara yönelik eleştirel duruşu tasvip etmediğini ifade ediyor. Arada böyle duruşların bulunması da faydalı... Bununla birlikte, Hüseyin Bey'in yazısının AB - liberaller eksenindeki şu bölümünü yadırgadığımı belirtmek isterim:

"Aslında bu mânâda en doğru sözü Verheugen söyledi: "Avrupa Birliği Türkiye'ye üye olmak istemiyor, Türkiye AB'ye üye olmak istiyor." İşte meselenin bam teli burasıdır. Eğer bu anlaşılamaz ve kabullenilemez ise can alıcı nokta ters yüz olur ve meselenin bam teli, zurnanın zırt dediği yere dönüşür." (Zaman, 30 Eylül 2004)

Verheugen'den ve başka Avrupalılardan alınarak Türkiye içinde de (Cüneyt Ülsever'in yaptığı gibi) ziyadesiyle tüketilen bu yaklaşımın, Türkiye'nin asıl yumuşak karnı olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin hem entelektüel camiasının hem yöneticilerinin, Avrupa'nın önüne "Türkiye'nin sahip bulunduğu artılar" üzerine bir paket koymalarının sağlıklı bir müzakere için kaçınılmaz olduğu inancındayım. Yoksa liberal ilişkiler dünyasında güçlü olanların daha çok özgürlük sahibi olduğu bir sonuca ulaşılır ve Türkiye - AB ilişkisinde de bu, Türkiye için negatif durum demektir. Hukuki düzenlemelere rağmen herkese eşit özgürlük, eşit insan hakkı dağıtan liberal bir ümmet yapılanması mevcut değil. Barlas'ın "Kıtasal Liberal Demokrasi Projesi" niteliğine vurgu yaptığı AB bünyesinde, özgürlükler ihlal edildiğinde -özgürlükleri ihlal edilenler ne yazık ki genelde Müslüman topluluklar oluyor- ortaya bir insan hakları mahkemesi de çıkmıyor. AİHM mi dediniz? Hadi canım sen de!

Son bir not: "Halk iradesi"nin nereye konacağı konusunda liberal çizgi ne kadar farklılaşıyor tam görmek mümkün olmasa da, baskın görüntünün bunun kolaylıkla ihmal edilebildiği yönünde olduğu anlaşılıyor. Diyorum ki, liberal çizgi, Türkiye'nin duyarlılıklarını gözeten bir versiyon oluşturmayı denemeli ve "Tayyip Erdoğan liberal açılımları da öngören muhafazakar bir duruşla halkla bütünleşebiliyor, liberal partiler bunu neden yapamıyor? Eksik olan ne?" sorusunu sormalı.


1 Ekim 2004
Cuma
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED