AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Kur'ân kurslarının önü kesildi
İncil kursları şahlanışa geçti

Bugün Hrıstiyan alemindeki İncil kursu/okulu ağı giderek yaygınlaşarak dünyayı sarmış bulunuyor. Küçük yaştaki çocuklara Hrıstiyanlık dininin öğretilmesi tabii bir eğitim olarak algılanmaktadır.

İslam dünyasındaki Kur'an kursları/okullarına karşı oldukça menfi tavır sergileyen Avrupalılar, mesele kendi dinlerinin benzeri eğitim ağına gelince en ufak bir endişe taşımamaktadırlar. Müslüman devlet adamlarını her fırsatta sıkıştırıp "Kur'an eğitimini ne zaman kaldıracaksınız; bu eğitim ağı sadece bizim için değil sizin için de son derece tehlikeli?" diye uyarılarda bulunurlarken, bugün Hrıstiyan alemindeki İncil kursu/okulu ağı giderek yaygınlaşarak dünyayı sarmış bulunuyor. Bu konuda atılan her adım övgüyle ifade edilip küçük yaştaki çocuklara Hrıstiyanlık dininin öğretilmesi tabii bir eğitim olarak algılanmaktadır. Zaten kimsenin aklının ucundan bunu engelleme cesareti de geçmez; hatta geçemez. Bugüne kadar hiç bir Avrupalı devlet adamının ağzından, aydının kaleminden İncil Kursları aleyhine çıkmış tek bir söz yoktur.

Katolik dünyadaki İncil Kursları (Bilblical Courses), İncil Okulu (Biblical School), Katolik Okul (Catholic School) veya Protestanların benzeri kursları her bir kilisenin en ciddi eğitim faaliyetlerinin temelini oluşturur. Ayrıca dünyanın farklı ülkelerindeki İncil Okulları'nı bir çatı altında toplayan Uluslararası İncil Okulları Derneği (Association internationale des Ècoles bibliques-ASI) gibi çatı kuruluşlar mevcuttur. Din eğitiminin ilk basamağını oluşturan bu ağ, okul öncesi ilk ve ortaöğretim kurumları ile alakalıdır. Çünkü kiliselerde görev yapacak din adamı yetiştirmek için köklü dini eğitim veren Papaz Okulu (Seminary) dışında İlahiyat Fakültesi (Faculty of Theolgy), Katolik Üniversite (Catholic University), İncil Enstitüsü (Biblical Institut) ve Katolik Enstitüsü (Catholic Institut) gibi yüksek öğrenim kurumları bulunmaktadır. Bir de çocukların İncil Kulüpleri (Clubs bibliques des enfants), Liseliler için İncil Kulüpleri (Clubs bibliques lycÈens), Üniversiteliler'in İncil Kulüpleri (Clubs bibliques universitaires) devamlı bir şekilde çocuklar ve gençlere yönelik faaliyetler yapmaktadırlar. Hrıstiyan çocuk, dünyaya geldiği anda gözünü Kilise'de açmaktadır. Derhal vaftiz töreni düzenlenmesi inanan bir Hrıstiyan için hayatındaki en önemli merasimlerden birisidir. Anne kucağındaki bebekler bile ailenin Kilise'ye gitmesine engel teşkil etmemektedirler. Ailece Kilise'ye gidildiğinde bazı mabetlerin bir köşesinde bebekler için hazırlanan bir mekan (garderie) bulunmaktadır ve burası 0-3 yaş arası çocuklar için düzenlenmiştir.

İlerleyen yaşlardaki Hrıstiyan çocuklardan 3-5, 6-7, 8-9 ve 10-13 ve 14-17 yaş grupları arasında olanlar için genellikle Pazar ayinleri esnasında yine Kiliseler'in özel bölümlerinde İncil Kursları açılmaktadır. Bunlara Pazar Okulu (Sunday Biblical School) denmektedir ki çocuklara sabah 11 ile 12.15 arasında din eğitimi vermekte ve özellikle kendilerine İncil okunarak Allah'ı tanımaları ve O'na nasıl ibadet edecekleri öğretilmektedir. Çarşamba günleri öğleden sonra açılan İncil Kursları'na aileler çocuklarını temel dini bilgileri almaları için göndermektedirler.

Çocuklar için açılan İncil Kursları sadece okul döneminde devam etmez, yaz tatillerinde de Yaz İncil Okulları'na ve Yaz İncil Kampları'na dönüşürler. Ergenlik çağındakiler için ise Akşam İncil Kursları (Nocturnal Biblical School) düzenlenmektedir.

Günümüzde İncil Kursları en yoğun olarak internet üzerinden verilmektedir. Mesela, İngiltere'de yaşayan bir İngiliz-İspanyol çifti 1987 yılından itibaren düzenledikleri İncil Kursu'nu bir web sayfasına dönüştürdü. Bu sayfayı tasarlarken eğitimi verenle alan arasına bir duvar gibi giren maddi bir meblağ almaya son verdiler. Hrıstiyanların Küresel Ağı (The World Christian Network) adıyla duyurdukları sitelerinde 85 konuda Hrıstiyanlığın temel bilgilerini öğrettikleri gibi bütün dünyayı Hrıstiyanlaştırmayı hedef edindiklerini ve şu ana kadar altı milyon kişi tarafından ziyaret edildiklerini belirtmektedirler.

Her türlü İncil Kursları'nda yaz boyu uygulanan programlarda Eski Ahit'te ismi geçen peygamberlerin kıssaları, Allah'ın insanlığa gönderdiği vahiyler ve Hazreti İsa ile ilgili bilgiler öğretilmektedir. Kursları tamamlayan öğrencilere Kiliseler'de bazı ibadetler konusunda pratik yaptırılmaktadır. Programlara çocuklara yönelik oyunlar, sportif faaliyetler, belli konuların işlendiği özel gece merasimleri ve İncil'i anlatma gezileri düzenlenmektedir.

Bir taraftan Hrıstiyan ailelerin çocukları bu kadar farklı kurumlarda yaygın bir şekilde temel Hrıstiyanlık eğitimi alma imkanlarına sahipken, diğer taraftan merkezi Belçika'nın başkenti Brüksel'de bulunan Uluslararası Katolik Eğitim Ofisi'ne bağlı yeryüzünde toplam 200.000 Katolik Okul'da 40.000.000 öğrenci, iki milyon öğretmen ve diğer görevliler nezaretinde eğitimin her türlü alanında yetiştirilmektedir. Ayrıca Katolik dünyasının ciddi bir eğitim faaliyet alanı olan yüksek okul ağı vardır ki, bugün yeryüzünün farklı ülkelerinde toplam 950 Katolik Üniversite'de 3.900.000 genç tıp, edebiyat, fen bilimleri, ilahiyat, hukuk, sanat, müzik ve diğer alanlarda otuzun üzerinde branşta öğrenim görmektedir. Bu üniversitelerden sadece 200'ü Fransa'nın başkenti Paris'te kurulan Katolik Üniversiteler Federasyonu'na üye olup bütün benzeri yüksek eğitim kurumları ile ilgili faaliyetleri organize etmektedirler.

Ölen Papa II. Jean Paul'ün tabiriyle Katolik Okullar sadece Hrıstiyan çocuklara değil aynı zamanda başka dinlere mensup çocuklara da hitap ettikleri için Hrıstiyanlık ile diğer dinler arasındaki en büyük köprü vazifesini görmektedirler. Her ne kadar bu okullarda eğitim gören diğer dinlere mensup çocuklara doğrudan Hrıstiyanlık tebliğ edilmezse de bu inancın ahlaki değerleri mutlaka bir şekilde hissedecekleri şekilde verilmektedir. Sonuçta bütün bu okullardan mezun olanların önüne hiçbir engel konmadığı gibi hayatları boyunca istedikleri alana yönelebilmeleri teşvik edilmektedir. Hatta başarılarını artırmak için kendilerine daha özel imkanlar bile sağlanmaktadır.

  • DOÇ. DR. AHMET KAVAS

  • YARGI DESTEKLİ MİSYONERLİK
    Misyonerler sadece Hristiyanlığı tanıtmakla yetinmiyorlar. Yegane dinin Hristiyanlık olduğunu söylüyorlar. Kur'an, bütün semavi dinleri tanıdığı halde, onlar ne Kur'an'ı ne de Peygamberimizi asla tanımıyorlar.

    Herkesçe bilindiği gibi, halkının tamamına yakını "Müslüman" olan ülkemizde, son birkaç yıldan beri Hıristiyanlığı yaymak için önce gizli, şimdi ise açıkça ve sistemli olarak bir propaganda faaliyeti aldı başını gidiyor. Adına, "misyonerlik" denilen bu faaliyet, yurdumuzun dört bir yanını sarmış durumda. Özellikle ekonomik güçlük çeken vatandaşlarımıza, sayfalarının arasına para konularak dağıtılan "İncil"ler, kiralanan kimi binalarda açılan kilise benzeri ibadet mahalleri, ücretsiz dağıtılan Hıristiyan öğretisine ait kitap, CD, broşür ve benzeri yayınlar, ikramlı toplantılar ve terapi ve meditasyon programlarıyla beyin yıkama çalışmaları, hiçbir gizlilik gözetilmeden artık rahatlıkla yapılabiliyor. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, sırf Hıristiyan misyonerliği yapmak için Ankara'da açılan bir "radyo"dan sonra, şimdi de Televizyon kurma hazırlıkları!

    Müslüman mahallesinde salyangoz satılır mı?

    O mahalle, Türkiye'de ise satılır. Yayın alanı fazla geniş olmasa da tamamen hıristiyan dini içerikli yayın yapmak için Ankara'da "Shema" adlı bir radyo kurulur ve yayına başlar. Bu yayınları, milli ve manevi değerlere aykırı bulan RTÜK, radyoya "uyarı" cezası verir. Ancak, misyoner faaliyetlerin Türkiye'de fazla tepki görmediğini bilen radyo sahipleri, cezanın iptali için Ankara 7. İdare Mahkemesi'ne başvururlar, ama talepleri mahkemece red edilir. Türkiye'de hukukun, evrensel normlardan öte, kişisel yorumlarla şekillendiğini bilen radyo sahipleri, bu defa kararın iptali için Danıştay'a başvururlar. Danıştay Tetkik Hakimi, İdare Mahkemesi hakimleri gibi düşünmez ve raporunda aynen şöyle der;

    "Din özgürlüğü yalnızca bireyin dini inancını diğerleriyle topluluk halinde veya aynı inancı paylaşanlar arasında açığa vurma özgürlüğünü değil, tek başına özel olarak örneğin aydınlatma yoluyla komşusunu inandırma hakkında kapsar. Bunlar bir demokratik toplum için olmazsa, olmaz, çok seslilik, tolerans ve hoşgörünün gerekleridir. Herkesin saygı içinde kendi inancının gereğini ve kendi fikrini açıklaması esastır. Dini inançlar arasında ayırım yapılmamalıdır. Din özgürlüğünün güvencesi laikliktir. Ülkemizde ise, laiklik devlet düzeni ve toplum yaşamı için özümsenmiş ve aksi düşünülemez bir realitedir. Bu yüzden bu yayını suç olarak görmek hukuka aykırıdır." Davaya bakan daire Tetkik Hakimi'nin bu görüşünü paylaşır ve RTÜK değil, misyoner radyo haklı görülür. Tabii herkes de, "Müslüman bir ülkede halkı radyo kurarak halkı hıristiyanlığa davet etmek nerede görülmüştür?" diye sorar.

    Millet adına böyle karar verilir mi?

    Anayasa'mıza göre yargı, Türk milleti adına karar verir ve Danıştay kararlarının başında da bu belirtilir. Şimdi, izan ve insafla düşünelim: Tamamına yakını Müslüman olan bu ülke insanının, bu kararı kabullenmesi hiç mümkün müdür? Hakimleri Hıristiyan olan A.İ.H.M'nin verdiğj "Din özgürlüğü, komşuyu inandırma hakkını da içine alır yani, misyonerlik serbestçe yapılmalıdır" hükmünü esas olarak hüküm kuran mahkemenin bu kararı, acaba hangi müslümanın vicdanında itibar görür?

    Ayrıca, karara gerekçe yapılan demokratik bir toplum içindeki çok seslilik, tolerans ve hoşgörü gereği "misyonerliği de hoş görün" demek suretiyle Müslümanları dinlerinden dönmeye zorlamayı nasıl hoş görürsünüz? Misyonerler sadece Hıristiyanlığı tanıtmakla yetinmiyorlar ki. Apartman dairelerinde açılan küçük kiliselerde sizi ibadete davet ediyorlar. Yegane evrensel dinin Hıristiyanlık olduğunu söylüyorlar. Kutsal kitabımız Kur'an, bütün semavi dinleri, peygamberliği ve kitaplarını tanıdığını halde, onlar ne Kur'an'ı ne de Peygamberimizi asla tanımıyorlar.

    Mahkeme, kararının gerekçesinde ayrıca laikliği öne sürüp, "ülkemizde laiklik, devlet düzeni ve toplum yaşamı için özümsenmiş bir gerçektir" deyip misyoner radyoyu temize çıkarırken, dini belli bir millete, başka bir dini enjekte edenler için laikliği acaba neden görmezden geliyor? Hepsinden önemlisi, laiklik öne sürülerek, inançlı gençlerimize uygulanan "Başörtü yasağı", bu gençlerin öğrenim haklarını ellerinden alırken, adalet dağıtmakla yükümlü olan yargı, bir hakkın gasp'ını nasıl görmezden gelebiliyor? Keza, misyonerliği bir hakmış gibi gören yargı, Kur'an kursları gündeme gelince, neden yine laikliği hemen öne çıkarıyor? İşte bunu anlamak gerçekten mümkün değil.

    Karar, misyonerlerin yolunu açıyor

    A.İ.H.M.'nin kararına atıf yaparak Danıştay'ın verdiği bu karar, kuşkusuz hıristiyan misyonerlerini artık çok rahatlattı ve önlerindeki bütün engelleri kaldırdı. Edinilen bilgileri göre, Danimarka'lı misyonerler, en kısa zamanda Efes'te Türkçe yayın yapan bir TV kanalını kurma hazırlıklarına başlamışlar bile. Önce, günde 5-6 saat yayın yapacak olan bu kanal, kısa süre sonra yayınlarını 24 saate çıkaracakmış. Eh, artık kapı kapı dolaşıp tanıtım yapmaya, İncil, kitap CD ya da para dağıtmaya gerek kalmadan her şey TV'de anlatılacak, tartışılacak ve biz de Kur'an Kurslarını kapatıp, Hıristiyanlığı evimizden öğrenebileceğiz!

    Bu söylediklerimi sakın şaka filan sanmayın. Bu TV kanalına kuracak olan Danimarkalı Tore Pansell adlı kişi bakın ne diyor: "Fatih, İstanbul'u almadan önce Türkiye'nin yüzde 22'si Hıristiyandı. Bugün, sadece binde 2'si Hıristiyan. Hıristiyanlara kendi değerlerini unutturmayacağız. Türkiye'de çok seslilik var, biz çoğalırken Türkler bize tepki göstermezler" . Adamın niyeti ve hedefi ortada. Açıkça söylemese de "Hıristiyan nüfusu artıracağız" diyor. Dışarıdan Hıristiyan ithal edilemeyeceğini göre, "Müslümanları Hıristiyan yapacağız" demek istiyor. Danıştay'ın kararı ile bu kişinin sözlerini şimdi yan yana getiren bakalım. Geçerli olmasa da, artık nihai kararı siz verin.

    Son 10 yıl içinde, misyonerlik faaliyetleri, devlet güçleri tarafından hiçbir şekilde ciddiye alınmadı. Bilhassa, İstanbul'daki bazı elit semtlerdeki öğrenciler, Hıristiyanlığa özendirilerek, beyinleri yıkanmış arkadaşları tarafından kiliselere yönlendirildiler. Hıristiyan ibadetlerinin, müslümanlara göre çok kolay olduğu, İslamdaki yasakların Hıristiyanlıkta olmadığı, Hıristiyanlığın, evrensel, gerçek ve kolay bir din olduğu anlatılarak Müslümanlıktan daha cazip hale getirilip genç beyinler hep yıkandı. Bu konuda, ne okullarca, ne de öğrenci velileri tarafından hiçbir tedbir alınmadı. "Okullarda din dersi okutulsun mu, okutulmasın mı?" tartışması yapılırken, çocuklar İslam diniden adeta uzaklaştırıldı. Misyonerler de bu fırsatları çok iyi bir biçimde değerlendirmesini bildiler.

    Yüce dinimiz hakkında halkımızı bilgilendirmekle ve ibadet kolaylığı sağlamakla yükümlü olan Diyanet İşleri Başkanlığı da, bu konuda üzerine düşeni maalesef yapmadı. O da sadece olup bitenleri seyretmekle yetindi. Televizyonlara çıkarılan hıristiyan din görevlilerine "tartışma programı" adı altında dinlerini tanıtma, hatta övme fırsatları verildi. Kainat sonlandığında, Hz. İsa'nın kurtarıcı olarak yeryüzüne geleceğinisöyleyen Hıristiyan din adamlarına, bizim din görevlilerimiz de onay ve destek verdiler. Bu kadar rahat bir ortamı yakalayan misyonerler, şimdi Yargı'dan da destek alınca, bundan sonrasını kestirmek, herhalde zor olmayacak.

    Hükümet, ne tavır koyacak?

    Üzülerek belirtmek gerekir ki, geçmiş hükümetler gibi AK Parti hükümeti de Hıristiyan misyonerlerin faaliyetlerine fazlaca duyarlı olmadı. Geleceği bu denli görmediyse de, aşırı hoşgörülü davranması, misyonerlerin işini kolaylaştırdı. AB yolunda alınmak istenen mesafe, hükumeti bu hoşgörüyü zorladıysa da, bu durum hükümetin muhafazakar yapısıyla hiç de örtüşmedi. Dikkat edilirse, laiklik ilkesi sık sık öne sürülerek, din ve vicdan özgürlüğü bu hükümet döneminde daha çok hırpalanmak istendi. Bu durum, sadece bu iktidara oy verenleri değil, bütün halkımızı ciddi biçimde incitti. Halkımız, hangi konuda olursa olsun, bütün yargı kararlarına saygılı, ama Hıristiyan yargıçların kararlarını esas alıp, yüce dinimize zarar veren kararlara acaba ne kadar saygılı olabilecek? İslam dini'nin emri olan tesettüre "Başörtüsü yasağı" ile geçit vermeyen A.İ.H.M.' nin kararı dayatılırken, Hıristiyan misyonerliğine geçit veren aynı mahkemenin kararını nasıl kabullenecek? Millet adına hüküm kuran yargı mensuplarının bu konularda karar verirken daha çok duyarlı olmaları gerekmez mi? Danıştay'ın verdiği karar, İdare Mahkemesi kararına uymadığına göre,demek ki yargı bu konuda "hemfikir" değil. A.İ.H.M.'de, Arnavutluk'u temsil eden hakimin "Ben hukuku değil, önce ülkemin ve halkımın çıkarını düşünürüm" diyerek gösterdiği duyarlılığı artık bizim yargıçlarımızdan da görmek isteyoruz. İktidar, gerçekten "muktedir" yani her işi yapmaya gücü yetiyorsa, bu sorunu çözmeye de herhalde gücü yetecektir. Acelemiz yok, sorun yeter ki halkımızın arzu ettiği biçimde çözülsün.

  • NACİ AKAY

  • GEÇMİŞİ KAYIP ÜLKE: TÜRKİYE
    Bir zamanlar dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, üç kıt'ada inşa ettiği onbinlerce eserle ismini yaşatmasını bilmiştir. Ancak bugüne değin bu yapıların sayısının ne kadar olduğu ve kaçının ayakta kaldığı hususunda bir çalışmanın yapılmaması üzücüdür. Çünkü sözkonusu eserlerin savaşlar ve soykırımlar gibi sebeplerden ötürü yok edilmesi, mevcut eserlerin de geleceğini belirsiz bir konuma sokmuştur.

    Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki ata yadigârı eserlere kayıtsız kalan Türkiye, yıllarca, bu eserlere yapılan saldırılara ve muamelelere sesini çıkarmamış, neticede birçoğu ya yıkılmış ya da kaderine terkedilmiştir. Sözgelimi, Rumeli'deki eserlerin durumu içler acısıdır; burada yıkılan, kapatılan veya başka amaçlarla kullanılan cami, medrese, tekke, han, hamam gibi eserlerin sayısı hiç de az değil.

    Osmanlının bıraktığı izleri silmek isteyen birtakım güçler, amaçlarına kolayca ulaşabilmektedir, ne yazık ki. Türkiye'nin kendi eserlerine bakışı Yunanlılar, Sırplar veya Ruslarınkinden pek farklı değil. Yeni(!) bir medeniyet oluşturma peşinde olanlar, zengin mirasımızı ortadan kaldırarak, kültürümüze en büyük kötülüğü ettiklerini bil-miyorlar. 1926 yılında ressam İbrahim Çallı'nın, resimlerini teşhir edecek bir mekân olarak Sultanahmed Camii'ni istemesi ve camide yukarıdan gelen ışığın az oluşu sebebiyle kubbede delik açılmasını teklif etmesi, fethin sembolü olan Ayasofya Camii'nin müzeye dönüştürülmesi, Fatih devrinden Osmanlı'nın sonuna kadar İstanbul'da ayakta kalabilmiş 197 cami ve mescitten 92'sinin değişik gerekçelerle mahvedilmesi tarihî eserlere verdiğimiz değeri göstermeye yeter! Peki ya, Cumhuriyetin ilk yıllarında arşiv belgelerinin Bulgarlara tanesini iki okkadan satılmasına veya binlerce eserin gayr-i müslimlere gülünç bir bedel karşılığında yağmalatılmasına ne demeli!

    Yol açmak veya genişletmek, caddeleri düzenlemek gibi sebeplerden dolayı yıkılan eserlerin yerinde bugün ya bir otopark ya da dev bir bina bulunmaktadır. Ahşap evleri yıkıp yerine beton bloklardan oluşan kocaman apartmanlar diken zihniyeti hâlâ anlayabilmiş değilim. Ne zaman İstanbul'u gezsem, harap ve perişan bir vaziyette, yıkılmayı bekleyen eserlere rastlarım. Asırlara meydan okuyan ve birbirinden değerli bu eserlerimizin o halini gördükçe içim kan ağlar. Aynı şekilde duvarları çatlayan, camları kırılan ya da çöplük haline getirilen yapıların yanından her geçtiğimde ne kadar vurdumduymaz bir millet olduğumuzu düşünürüm.

    Gün geçmiyor ki, bir caminin kıymetli bir parçası (çini, alemi, şamdanı vs.) çalınmasın veya tahrip olmasın. Bu ihmalkârlığımızın sonucu günümüzde İngiltere, Fransa, Macaristan gibi ülkelerin müzelerini Türkiye'den götürülen eserler süslemektedir. Yurtdışına kaçırılan ve değeri milyon dolarlarla ifade edilen bu eserleri koruma altına almak için daha neyi bekliyoruz?

    Medeniyetinin paha biçilmez eserlerini korumayan bir nesilden, tarihine sahip çıkmasını bekleyebilir miyiz? Ecdadın özenle koruyup bize bıraktığı eserlerin bar, kafe veya eğlence merkezi vs. olarak kullanılması aslında birçok şeyin göstergesi. Batılılar, kendi eserlerine sahip çıkarak onları geleceğe taşırken biz, bir an önce onlardan kurtulmanın yollarını arıyoruz.

    Tarihî eserlerimize Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yanı sıra yerel yönetimler de sahip çıkmalıdır. Örneğin, bu eserleri, aslına uygun olarak restore edip hizmete sunabiliriz. Kezâ, milletimiz de bu kültür katliamı karşısında sessiz kalmamalı, tepkisini bir şekilde göstermelidir. Bunun için sivil toplum örgütleri kurulmalı, konu ülke gündemine taşınmalıdır. Kısacası, tedbir alınmaması halinde yakın bir zamanda, Türkiye geçmişini kaybedecektir.

  • KEMAL KURAK



  • 8 Ağustos 2005
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

    ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED