AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Bu olay medya tarihine geçecek kadar lekeli ve pislik bir olaydır...'

Akşam'la Hürriyet arasındaki "kaçak mazot" tartışmasını masaya yatırdık. Vardığımız sonuç: Akşam'cılar, hiç öyle dedikleri gibi "holdingimiz bizim için sadece bir haber kaynağıdır"ı haklı çıkaracak bir soğukkanlılık içinde girişmemişlerdir bu habere... Tam tersine "holdingimiz" çerçevesinde son derece "eforik" bir ruh hali içindedirler ve bu ruh haliyle feci bir gazetecilik hatası yapmışlardır.

Aşağıda okuyacağınız satırları Akşam gazetesindeki (2 Haziran) "Akşam" imzalı; "Şeytani oyunlar, kötü insanlar" başlıklı; "sevgili okurlar" hitaplı "editoryal"in giriş bölümünden aldık... Şöyle: "Dün olan gelişmeleri duymuşsunuzdur. Dolayısıyla bu konuda bir yazı yazıp size olan biteni olabildiğince açık bir şekilde anlatmak istiyoruz. Olabildiğince diyoruz, çünkü anlatacaklarımızdan hem kendimiz açısından hem de bu olayda karşı karşıya geldiğimiz taraf açısından utanıyoruz. Kendimiz için utanıyoruz, çünkü öyle bir mesleki pisliğin içine düşürüldük ki; ki yıllardır gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan sonra böyle inanması zor bir pisliğin, tuzağın içine düşmemeliydik. Ama ne yapacaksınız, medyamızın durumu da böyle işte. Komplo, şeytani oyunlar ve kötü insanlarla dolu bizim sektörümüz, sonunda gazetemiz de oyuna getirildi sevgili okurlar..."

İsterseniz, "dün olan gelişmeler"e, bir başka deyişle "medya tarihine geçecek kadar lekeli ve pislik bir olay" olan asıl gelişmeye geçmeden önce (birkaç gün öncesine gidelim ve olan biteni bir özetleyelim. (Görüyorsunuz, olayın ruhuna uygun karmaşık bir kurgu deniyoruz kendimizce; umarız sonuç hayırlı olur.)

MAYIS'IN SON HAFTASINDAYIZ...

Olayımız, Kanal D'de yayımlanan bir haberle başlıyor. Haberde, akaryakıt kaçakçılığıyla ilgili olarak çalışan bir TBMM komisyonunun bazı belgeleri yayımlanıyor. Belgelerde adı geçen şirketlerden birinin Çukurova Grubu'na ait olması ortalığı karıştırıyor. Akşam, buna Denizcilik Müsteşarlığı'ndan aldığı "Çukurova Grubu'yla ilgisi yok" yazısıyla cevap veriyor... Sonrası malûm: Hürriyet'çilerin "E, ama komisyon tutanaklarında var"ını, Akşam'cıların "Yalana sarıldılar"ı ve bilâhare "Bak hâlâ yalanda ısrar ediyorlar"ı izliyor...

İşin bu bölümünde, Serdar Turgut'un "Bu tartışma Türkiye için iyi olacak" başlıklı yaızısından (31 Mayıs) söz etmeden geçmek doğru olmaz...

Yazıdan öğreniyoruz ki, "Yalana sarıldılar" vb. manşetleri atan gazetenin genel yayın yönetmeni olarak Serdar Turgut iki temel duygu taşımaktadır: "Korktuğunun başına gelmesi" ve "iç rahatlığı..."

Korktuğu başına gelmiştir, çünkü:

"Ben yıllardır bizim sektörde zaman zaman patlayan medya savaşlarını izlerdim ve hep 'iyi ki ben yayından sorumlu bir işin başında değilim de bu tür sevimsizliklere girmek zorunda kalmıyorum' diyerek sevinirdim. Ama son günlerde görüyorsunuz işte korktuğum başıma geldi."

İçi rahattır, çünkü:

"Bu tür işlerde en sevimsiz şey; insanın inanmadığı, yüreğinden gelmeyen meseleleri savunmak zorunda kalması yani Fatih Altaylı'nın (ki bundan sonra Pinokyo Fatih olarak anılacaktır yeri geldiğinde) Hürriyet'te düşmüş olduğu duruma düşmektir. Neyse ki ben yaptığım işe inanıyorum, vicdanım rahat, haber kaynağı şeklinde görüp mesele hakkında sorular sorduğum holdingimizin yetkili kişilerinden aldığım cevaplar nedeniyle kafam son derece rahat."

Açıkçası biz, Serdar Turgut'un nasıl bu kadar rahat olduğunu anlayabilmiş değiliz... Demek "holdingimiz"i sadece bir "haber kaynağı" olarak görüyorsunuz ve gazeteci olarak başka da bir ilişki içinde değilsiniz... Kimbilir, belki ziyaretinize geldiklerinde onlara sadece "kurabiye" ikram ediyorsunuzdur. (Zafer Mutlu'nun kulakları çınlasın; onun eski gazetecilik günahlarına ilişkin itiraflarıyla da salı günü meşgul olacağız inşallah. Ve umarız bu kez Serdar Turgut tutup bir "Zafer Mutlu'nun gazeteciliğini bilen bilir" yazısı kaleme almaz.)

'İŞTE O FOTOĞRAF!'

Böylece geliyoruz asıl meseleye... Turgut'un bu yazıyı kaleme aldığı gün (31 Mayıs), Akşam'ın birinci sayfasında "İşte o fotoğraf" tekrar yayımlandı. Yani "29 mayıs tarihli Akşam'da yayımlanan ve Doğan Grubu'nu sarsan" o fotoğraf...

Akşam'ın verdiği bilgiye göre, fotoğraf Güneydoğu'daki, Doğan Grubu'na ait Petrol Ofisi'nin bir bayiinde çekilmişti. İstasyonun girişine konan derme çatma bir tahtada "ucuz mazot bulunur" ifadesi göze çarpıyordu. (Biliyorsunuz, ancak "kaçak" mazotun "ucuz"a satılması mümkün.)

Bu fotoğrafa cevap Fatih Altaylı'dan geldi. Altaylı 1 Haziran tarihli köşesinde şöyle yazdı. (Kurgu karışmışsa düzeltelim: Altaylı'nın bu yazısı, Turgut'un "dün olan gelişmeler" dediği şey oluyor.)

"Bu fotoğrafta pırıl pırıl bir Petrol Ofisi istasyonunun girişinde kartona yazılmış, 'Ucuz mazot bulunur' yazısı görülüyordu. Açıkçası bir bayiinin fazla kâr uğruna böyle bir şey yapabileceğini düşündük. Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü de hemen fotoğraftaki bayiye müfettişlerini gönderdi. Ve rezalet burada ortaya çıktı. Geçen hafta elinde fotoğraf makinesi ve bir gazetenin kimliğini taşıyan birisi Petrol Ofisi bayiine gelip fotoğraf çekmeye başlar. Durumu fark eden personel de bu kişiye ne yaptığını sorar.

Fotoğrafları çekmekte olan kişi gazeteci kimliğini gösterir ve bir haberde kullanmak üzere benzin istasyonu fotoğrafına ihtiyacı olduğunu söyler, fotoğrafları çeker gider. Daha sonra Akşam'daki fotoğraf yayınlanınca olayı hatırlayan personel hemen istasyonun güvenlik kameralarındaki görüntüleri çıkarır. Ve Türk basını adına 'utanç verici gerçek' ortaya çıkar. Fotoğrafları çeken kişi 'Ucuz mazot bulunur' yazan tabelayı kendisi getirmiş, istasyonun girişine kendisi koymuş ve fotoğrafı kendisi çekmiş, daha sonra tabelayı alıp gitmiştir. Bu olay güvenlik kameralarında 'birebir' görünmektedir."

TEKRAR 2 HAZİRAN'DAYIZ

Başa dönüp, kurguyu tamamlıyoruz... Akşam'cılar, 'Bu olay medya tarihine geçecek kadar lekeli ve pislik bir olaydır...' tespitini, işte Altaylı'nın bu yazısı üzerine kaleme almışlar. Giriş bölümünü en başta verdiğimiz o yazıda şöyle diyorlardı:

"Olayın haksız bir saldırıdan ibaret olduğu yolunda bir haber toparlanmasını ve sadece belgeler üzerinden gidilmesini istedik. Sonra bu ülkede yaptığımız sayısız karayolu seyahatinde belki bin ayrı noktada gördüğümüz ve bizler gibi binlerce insanın da belleğine yazılmış olan 'burada ucuz mazot satılır' ilanları aklımıza geldi ve yurt haberleri müdürüne, 'muhabirlere haber ver, yollara çıksınlar ve gördükleri istasyonda bir fotoğraf çeksinler' dedik. Bir saat kadar sonra sistemimize fotoğraf düştü ve bunu da birinci sayfamızda kullandık.

"Bir gün sonra bu fotoğrafın çekildiği bölgede bir hareketlilik olmaya başladığı haberi geldi, fotoğrafı çeken kişinin üzerinde büyük baskı uygulandığı belirtiliyordu. Bunu duyunca 'O zaman arkadaşı İstanbul'a davet edin de baskılardan bir süre de olsa kurtulsun 'dedik.

"Olan biten de bundan ibaret. Başına bir şeyler gelmesin diye İstanbul'a getirttiğimiz bu insanın meğerse başına bir şeyler çoktan gelmiş bile. İstanbul'a gelir gelmez hikayesini değiştirdi, güya bize fotoğraf çekmek için kendisi bir mizansen yapmış da sonra kameraya yakalanmış da... Tüm Türkiye'de binlercesi olan ve isteyen her insanın görebileceği bir manzarayı çekmek için bu kadar oyun oynanmak ihtiyacı da neden duyuldu, bunu da daha anlamadık. Ama inşallah bu hikayenin ardındaki gerçek de bir gün ortaya çıkar."

İnşallah, denildiği gibi, "bu hikâyenin ardındaki gerçek de bir gün ortaya çıkar" ama şimdilik ortaya çıkan şu: Akşam'cılar, hiç öyle "holdingimiz bizim için sadece bir haber kaynağıdır"ı haklı çıkaracak bir soğukkanlılık ve tarafsızlık içinde girişmemişlerdir bu habere... Tam tersine son derece eforik bir ruh hali içindedirler ve bu ruh haliyle feci bir gazetecilik hatası yapmışlardır. (A.G.)


Neyse ki 'dinci' gazetede yazmıyor...

Akşam gazetesi yazarı Zülfikâr Doğan, geçenlerde, sayısı giderek artan tecavüz haberlerinden yola çıkarak "özellikle ilköğretim okullarında, yatılı bölge ilköğretim okullarında bu tür olaylarda artış var gibi" tespitinde bulundu. Zülfikâr Doğan'ın yazısının bir bölümünü dikkatinize sunuyoruz:

Ne oluyoruz? Toplumca sapıklığımız, sapkınlığımız, artıyor mu ne? Bu ekonomik krizler, IMF programları, artan yoksulluk, umutsuzluk, eğitimsizlik, cinsel açlık, bizi çürütüyor mu? Kokuşuyor muyuz?

Özellikle ilköğretim okullarında, yatılı bölge ilköğretim okullarında bu tür olaylarda artış var gibi. Bir yandan sekiz yıllık temel eğitim dedik, diğer yandan bunun sosyal, eğitsel ve sistem alt yapısını tam kuramadık gibi geliyor. Okula yeni başlayan 7 yaşındaki kız, ya da oğlan çocuğuyla, ergenlik çağında 13 - 14 - 15 yaşında, cinselliğinin farkına varmış, kız - erkek aynı binada okuyor. Küçükler aciz, korumasız. Sadece tecavüz değil, dayak, tehdit, korkutma, parasını, saatini alma gibi olaylar da yaşanıyor. Küçükler, abilere, ablalara 'ses' çıkartamıyor. Tehdit altındaki çocuk, korku ile kimseye bir şey de söyleyemiyor. Ortaya çıkan, polise, adliyeye intikal eden kimi olaylara bakarsanız, bazılarında tecavüz yıllarca sürüyor!

Bir de yeni eğitim planlamasında, zorunlu eğitimin 11 - 12 yıla çıkartılması durumunda, 17 - 18 yaşındaki 'lise' çağında, genç kız ve delikanlılarla, 7 - 10 - 14 yaşındaki kızların, oğlanların aynı okul binasını, tuvaleti, yatılı okullarda yatakhaneyi paylaştığını düşünün. Sübyancılık, eşcinsellik, lezbiyenlik, çocuk tecavüzleri alıp başını gider mi? Ölümler, öldürmeler, küçükleri ezen, soyan okul çeteleri artarak türer mi?


Biri ona 'anket'in kelime anlamıüzerine bir şeyler söylesin artık!

Birinin Hürriyet yazarı Çölaşan'a anlatması lazım: Anketler, belli bir konuda kamuoyundaki çeşitli eğilimleri açığa çıkarmak üzere hazırlanır. O eğilimler arasında sizin onaylamadığınız, beğenmediğiniz, "hoş olmayan" eğilimler de olabilir ve bunları ortaya ancak "hoş olmayan" sorular çıkartabilir... Çölaşan'a kalsa memlekette hiç anket yapılmaması lazım; ille yapılacaksa da sorular "nahoş" olmamalıdır...

Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan, iköğretim öğrencileri ile velilerinin "İslamiyet'in önerdikleri ile hurafeler" arasında ayrım yapıp yapamadıklarını ölçmek için uygulanan bir ankette yer alan soruların laik bir ülkede sorulamayacağı kanaatinde... Çölaşan'ın perşembe günü kaleme aldığı yazı ertesi gün birkaç gazetede haber oldu. Dünkü gazetelerde ise Milli Eğitim Bakanlığı'nın konuya ilişkin açıklaması vardı. Yani, haberi veren gazetelerden birinin başlığını kullanarak söylersek, "Hurafe anketi Ankara'yı karıştırmıştı..."

Başlığımızdaki "artık"ın ima ettiği gibi, bu, Emin Çölaşan'ın ilk "böyle anket soruları soramazsınız" yazısı değildi... Yazar, 15 Nisan'daki köşesinde de Prof. Doğu Ergil başkanlığında yürütülen Güneydoğu'daki bir anketi yerden yere çarpmış, soruları "abuk, tehlikeli, tutarsız, anlamsız, gereksiz, saçma sapan" ilan etmişti...

Tesadüf, her iki araştırma da Ankara Üniversitesi kaynaklıydı ve her iki araştırmada da anketlerin uygulanması için gerekli izinlerin alınıp alınmaması konusunda tartışmalar ortaya çıkmıştı...

Biz, Çölaşan'ın karşı çıktığı ilk ankette olduğu gibi bu ankette de işin bu yanıyla hiç ilgilenmeyeceğiz... Biz sadece Çölaşan'ın "anket sorusu" çerçevesinde yazdıklarıyla ilgiliyiz...

"Ankara'yı karıştıran" ankette öğrenciler ve velileri için ayrı ayrı formlar düzenlenmiş. Yazarın ilk eleştirisi şöyle: "Anket formunda, yanıt verenin ismi istenmiyor!"

Aslında sıradan bir bilgi verme cümlesi ama, sonuna konan ünlem işareti işin rengini değiştiriyor. Üzerinde fazla durmayacağız, ama şunu söylemeden geçemeyiz: E, zaten hep öyle olur sayın Çölaşan!

Velilere yönelik, yazarın "cingözce hazırlanmış" diye nitelediği ilk sorular şöyle: "Okul dışında din eğitimi aldınız mı? Aldınızsa nerede? (Kur'an kursu, imam hatip okulu, cemaatler, aile...) TV ve radyolarda dini içerikli programlara ilgi durumunuz? Dini içerikli yayın okuma durumunuz? Camiye gitme durumunuz? Dini kimliğiniz? (Sünni-Hanefi, Caferi, Sünni-Şafi, Alevi, Sünni-diğer, mezhebi yok.)"

Gene söyleyip geçeceğiz: Sayın Çölaşan, maalesef bu sorular da böyle bir ankette mutlaka sorulması gereken sorulardır... Gelen cevapların ne tür "denek"lerden geldiğini bilemezseniz, araştırmanız tek ayak üstünde duran bir araştırma olur...

Bunları kısa geçiyoruz, çünkü yazarın dediği gibi "esas hadise sonraki bölümlerde patlıyor...." Şöyle ki: "Burada yanıtlar 5 ayrı şıktan oluşuyor: 'Tamamen katılıyorum, katılıyorum, kararsızım, katılmıyorum, kesinlikle katılmıyorum.' Şimdi size soruları ileteceğim. Sıkı durun ve 21. yüzyıl Türkiye'sinde 'milli' eğitimde neler olduğunu iyice görün: 'Allah'ın varlığına inanmak gerekir. Ahiret günü ve ölümden sonra hayat vardır. Kur'an'da anlatılan her şey doğrudur. Hz. Muhammed Allah'ın peygamberidir. Günde 5 vakit namaz kılmak benim için önemlidir. Ramazan'da oruç benim için önemlidir. Ramazan'da teravih namazı kılmak benim için önemlidir. Namaz sünnetlerinin de kılınması gerekir. Dini hükümler, şartlar değişince değişmez. İslam'ın yasakladığı konulardan uzak durmak gerekir.'

"Şimdi ise anket formunda yer alan öteki sorulara bakalım. Bir ibret belgesidir. Lütfen dikkatle okuyunuz. (Yanıt şıkları yine aynı.) 'Faizli her türlü alışverişten uzak durmak gerekir. Çok kadınla evlilik İslam'a göre uygundur. Resim bulunan eve melekler girmez. Dini nikah olmadan resmi nikah geçerli olmaz. Namaz kılmayanların dini inancı zayıftır. Cuma namazı kılmayan Müslüman sayılmaz. Erkeklerin altın takması İslam'a göre yasaktır. Kolonya abdesti bozar.'"

Valla, tıpkı o ilk yazıdaki gibi ne diyeceğimizi bilemiyoruz... Sayın Çölaşan, bunlar hüküm (ya da propaganda) cümleleri değil; dediğiniz gibi her birinin karşısında "beş şık" var ve insanlar onlardan birini işaretlemekte serbest... Sizin bakış açınızdan, İslamiyet'in tartışılmaz "dogma"larını "beş şık"lı sorular haline getiren böyle bir anket formu, pekâlâ inananlar açısından "kabul edilemez" sorular sayılabilir ve asıl onların itiraz etmesi lazım gelir. Öyle değil mi?

Çok tuhaf, bu garip itirazın mesleği "soru sormak" olan birinden gelmesi gerçekten de tuhaf.

Birinin Hürriyet yazarı Çölaşan'a anlatması lazım: Anketler, belli bir konuda kamuoyundaki çeşitli eğilimleri açığa çıkarmak üzere hazırlanır. O eğilimler arasında sizin onaylamadığınız, beğenmediğiniz, "hoş olmayan" eğilimler de olabilir ve bunları ortaya ancak "hoş olmayan" sorular çıkartabilir... Çölaşan'a kalsa memlekette hiç anket yapılmaması lazım; ille yapılacaksa da sorular "nahoş" olmamalıdır... (A.G.)


5 Haziran 2005
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED