T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 17 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Sevdim bu tartışmayı, devam edelim...

Geçen günkü köşe yazımın başlığını hatırlayanınız vardır herhalde: "Top şimdi 'Okur Temsilcisi' Temuçin Tüzecan'da!"

Bakıyorum da, hiç de fena bir başlık değilmiş doğrusu... Ayrıca büyük günün de (yani Tüzecan'ın "Okur Temsilcisi" sayfasının yayın günü olan pazartesi) artık eli kulağında olduğundan, Hürriyet'in Tüzecan'ın ayağına ulaşmış top ile nasıl bir oyun çıkaracağını da merak ediyorum.

Bakalım Hürriyet gazetesi, önemli bir yazarının (Emin Çölaşan) 11 Haziran tarihli "Kahraman" başlıklı yazısında açıkladığı "ekip başı-gazeteci" yoldaşlığı hakkında ne buyuracak? Söz konusu yazıda açık açık anlatılan ilişki sineye mi çekilecek, yoksa -olması gerektiği gibi- bu tehlikeli ve uygunsuz ilişkinin ağır bir yaptırıma tabi olduğunun-olması gerektiğinin güzel bir örneği mi verilecek?

Yeri gelmişken şu gelişmeyi de hatırlatayım: Dikkat ettim, ülkemizin pek meraklı "internet medyası" (nedense) bu "suçüstü" karşısında total bir sessizliğe bürünmeyi tercih etti. En ıvır zıvır gelişmeleri "tava"ya atmak için yarışanlar bu "büyük balık"a hepten kayıtsız kaldılar... Demek ki ülkede haberlerin "kağıtta kebap" halinde maruz kaldıkları muamele medyanın sanal halinde de aynen devam ediyor... Bir de göğsümüzü gere gere "bilgi çağına girdik" demez miyiz?

Söz konusu açıklamayı gazetenin genel yayın yönetmeninden değil de (hakkında hiçbir bilgim olmayan) "Okur Temsilcisi"nden istememin nedeni de basitti: Mesele gargaraya getirilmesin ve konu, kendisine yönelik eleştirilere bile sayfasında yer verebilme açıklığını gösteren Tüzecan'ın kaleminden açıklığa kavuşturulsun. "Gargara" derken, geçen günlerde önümüze getirilen "Cemaat evinden firar" ya da "O kesimde fahri medya ombudsmanlığı çok revaçta olan bir meslektir" türünden yaratıcı değerlendirmeleri kastediyorum.

Türk medyasının "dini hassasiyeti ağır" bölümüne "firar" çağrısı yapılırken bir biçimde atıfta bulunulan Hürriyet Ankara temsilcisi Enis Berberoğlu'nun "Töre cinayetine sessiz ortak" başlıklı yazısı hakkında da birkaç söz:

Berberoğlu'nun tarzının İstanbul'dan farklı olduğu muhakkak. Bir kere herşeyden önce, ülkenin gazetelerini sınıflandırırken araya "dini-imanı" sokmadan evrensel sıfatlar seçiyor, "Muhafazakâr basın" diyor. (Görüyorsunuz; konuşmak, konuşabilmek için "tarz" ne kadar önemli.) Hürriyet'in Ankara temsilcisinin geçen hafta yaşanan yeni bir "töre cinayeti"ne ilişkin haberlerin "muhafazakâr basın"da yer almamasını sorgulaması da -doğrusu- yerinde bir girişimdi. Berberoğlu, bu çerçevede şunları yazıyordu: "Hafızama güvenmedim, Ankara Büro'dan Hüseyin Tekin'e bu gazeteleri tarattım. Başkent infazı bu gazetelerin hiçbirinde yok..." Berberoğlu, bu tespitinin hemen ardından şu çok yerinde uyarıda bulunmayı da ihmal etmiyordu: "Kimse yanlış anlamasın, 'bir kısım medya' ucuzculuğuna kaçacak değilim, ama elinizi vicdanınıza koyun. Çok satan tüm gazeteler töre cinayetini lanetliyor. (...) Ama muhafazakâr medya bu insanlık ayıbına sessiz kalıyor, neden diye sorulmaz mı?"

Sorulmaz olur mi hiç, tabii ki sorulacaktır... Eğer herşeyden önce "elimizi vicdamınıza koyacak"sak...

Bunun üzerine son "töre cinayeti" haberinin "muhafazakâr basın"da yer alıp almadığını bir de kendim araştırayım dedim. Umarım yanılıyorumdur; çünkü bu olay biri hariç "muhafazakâr basın"da gerçekten de haber olmamıştı. Haberi bol Zaman'da bile yoktu... Dolayısıyla Berberoğlu haklı; bu "kayıtsızlık"(?) üzerine ciddi olarak düşünmeliyiz. Bu cinayetten "muhafazakâr basın"da niçin söz edilmiyordu? (Kimse yanlış anlamasın: Cinayetin "muhafazakâr basın"da yer almadığından söz ederken bir takım tatsız imalarda bulunmak istemiyorum tabii ki. Ama takdir edersiniz ki sonucun, yani bu olayın niçin "görülmediğinin" de bir biçimde açıklanması gerekir.)

Biraz önce "biri hariç" diyerek ayırdığım "muhafazakâr gazete"nin Yeni Şafak olduğunu da (sevinçle) bildirmem gerekiyor. Gazetemiz, tam da Berberoğlu'nun eleştirisini yayınladığı gün (11 Haziran) , "Bakire çıkmadığı için eşi tarafından baba evine görderilen ve kardeşi tarafından tabancayla vurulan talihsiz kız" Yasemin'in ölümünü "Töreye dayanamadı" başlığıyla haber yapmayı unutmamıştı.

Dönelim asıl konumuza: Madem ki özellikle medyadan bahisle "Çünkü Türkiye'nin bu tür cemaat firarlarına çok ihtiyacı var" deniyor, o halde Türkiye'nin arkasında kim bilir kaç ölü bulunan bir suikastçı ile senli-benli olan gazeteciye ihtiyacı olup olmadığı hakkında da birkaç kelam edilsin...

Yarın günlerden pazar, öbür gün sıra pazarteside. Bakalım Hürriyet, Temuçin Tüzecan'ın kaleminden okurlarına neler anlatacak?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi