T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 11 MAYIS 2006 PERŞEMBE
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Devekuşu siyaseti

Devekuşu'nun; yaklaşan tehlikeyi sezince başını kuma sokarak gizlendiği, daha doğrusu böyle zannettiği, bu sebeple de kolayca avlandığı rivayet edilir. Doğru olup olmadığını bilmiyorum. Belki de devekuşuna haksızlık ediyoruz. Bu tereddüdüme rağmen, benzer davranışları önce tasavvur edilebilir hale getirmek, ardından da eleştirebilmek için bu deyimi yararlı görür, devekuşlarının afvına mağruren kullanıyorum. İnşallah haklarını helâl ederler, tabiî eğer böyle bir davranış biçimleri yok ise!

Devekuşları böyle davransa bile, "emanet" yüklenmiş insan konumunda olmadıkları için, onları eleştirmemizin anlamı yoktur. Esasen bu yazıyı veya benzerlerini okuyarak uyanma ihtimalleri de yoktur.

"Devekuşu siyaseti"nden bir türlü kurtulamayan toplumlara mensup insanları uyarmaya gelince; bu bizim ödevimizdir.

Biz devekuşu siyasetine yatkın bir toplum muyuz? Bana kalırsa bu soruya müsbet cevap vermemiz gerekir. Üstelik vicdanımızdan veya çevreden gelen uyarıları da işitmemek için, tehlikeli olabilecek sorunlarda, başımızı önemsiz çekişmeler kumuna gömer, bu kumda oynarken de öylesine gürültü koparırız ki kritik sorunları hiç üzerlerinde düşünmeksizin yüzüstü bırakırız. Bütün bu önemli sorunların üst kavramına da "lâiklik" adını veririz. Fakat işin kötüsü: başımızı gömdüğümüz kum zerreleri gibi sorunlarla verimsiz tartışmalarımız, önemli sorunlara el atmamızın sürekli ertelenmesine yol açar. Dolayısı ile de, bu gecikme ve ertelemelerimiz sorunları daha önemli kılar. Biz de bu fâsid daireden çıkamayacağımızı düşünerek, daha yoğun bir şekilde önemsiz sorunlar kumunun zerreleri ile uğraşır görünmeyi veya uğraşmayı sürdürürüz.

Laiklik ilkesini, Hukuk Devleti'nin şeklî güvencesi olarak algılayamamamız, başörtüsü sorununun hiç sorun olmaması gerekirken sorunlaşmasına yol açmıştır. Bu sorundan da, dört yılda bir (erken seçim yoksa), "Amasya'nın bardağı, biri olmasa biri dahî" sloganı ile yeni bir "umut oğlan = süper men" sorunu doğmuş, daha doğrusu doğurtulmuştur. Şimdi de görüyoruz ki yeni bir "umut oğlan" adayı ortaya çıkmıştır. Oysa bir an önce akılımızı başımıza toplamamız, başörtüsü sorununu Hukuk Devleti'nin çözümü üzerinde uzlaşarak çözmemiz gerekirken, Amerika'dan -sadece Allah'a mahsus Vedûd isminin fuzulî taşıyıcısı olan- bir kadın getirerek gösteri yaptırmanın ne anlamı var? Nuray Mert doğru söylüyor: Bu hanıma ve benzerlerine "bir daha zahmet etmeyin" diyoruz. Fakat bizi dinleyen mi var? Hindistan'dan, gözleri şıldır şıldır bakan daha evlere şenlikleri ve Müslüman olmayanları getirilip veya birkaç yıl önce yaptığımız gibi ülkemizde bir "şaman kadın" meydana çıkarılıp önlerinde secdeye varılmadı mı? 1998 de Berlin'de katıldığım bir ilmî toplantıda, bu "şaman ana" hakkında yazdığı uzun ve şiire pek de benzemeyen bir metni; kısa bir süre sonra bakanlık makamına erişecek bir profesörümüz, "ilmî tebliğ"inin parçası olarak bedbaht Almanlara okumuştu.

Yanlış anlaşılan veya anlatılan lâiklik ilkesi, bu gibi davranışlarla ihlâl edilmiş sayılmaz. Çünkü bu "sakiym" zihniyete göre, Lâiklik ilkesi sadece İslâm'a ve bir de dış odakların yeterince koruması altında olmayan hristiyanlara karşı "işlev"i olan bir kılıçtır. Kendime de kızıyorum: Bugüne kadar bunu kaç kez yazdın ve söyledin? "Yanlış anlayanlar" dışında bir anlayan ve destek veren oldu mu?

Laiklik ilkesinin bir de her ülkenin tarihine ve toplum şartlarına göre farklılıklar gösteren: Kilise (Dinî örgütlenme) ve Devlet örgütü ayrılığı var. Bizim şartlarımıza en uygun çözüm; kanaatimce "Diyanet"i ilga etmek değil, özerk bir kamu tüzel kişiliği kılmaktır. Müslüman olmayan cemaatlerin üst dînî makamlarına da "kamu yararına özel Hukuk tüzelkişiliği" tanınmalıdır. Yine de sorunlar tamamiyle çözülmüş olmuyor. Asırlardır "devekuşu siyaseti" güttüğümüz için de meselâ "Alisiz Alevîlik" gibi şeâmetli bir sorun ortaya çıktı. Devekuşu siyasetini nihayet bırakmamızın zamanı gelmedi mi?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi