T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 14 MAYIS 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Bugünkü Yeni Şafak
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Mehmed Akif'i hiç ağlarken gören olmuş mudur?

Mehmed Akif'in ailesiyle ilgili elimizdeki bilgiler çok az. Dikkat edilirse, milli şâirimizin hakkında çok konuşulur, çok yazılır ve fakat söz, ailesine gelince her yeri bir sükût sisi kaplar.

Hiç kuşkusuz bu sükutun birçok sebebi var:

Birincisi, Akif'in mahviyeti, mizacından kaynaklanan ketumiyeti. Kendisinden bahsetmekten hoşlanmadığı gibi, ailesinden bahsetmekten de hoşlanmaz doğal olarak. Akif sükûtu bile güzel olan bir adamdı. Kendisi ve ailesi hakkında çokluk susmuştur.

İkincisi, dostları da Akif'in ailesi hakkında umumiyetle susmuşlardır. Şiirlerinin arkasına (!) bile düşülmeyen bir adamın ailesiyle kim, niye ilgilensin ki? Çevresindekilerinin çoğu, haklı olarak, Akif'in parmağını uzattığı yöne baktılar. Eh, bu arada o parmağın sahibinin, kendisini de, parmağını da gözlerden uzak tutmayı her defasında nasıl becerdiğini anlayamadılar.

Üçüncüsü, Akif'in ailesi de kendileri hakkında sustu, daha doğrusu susmak zorunda bırakıldı. Oğulları Emin ile Tahir, kızları Cemile, Feride ve Suad da pek konuşmadılar. Belki damatları konuşabilirdi, meselâ Ömer Rıza Doğrul, Muhyiddin Akçor, Ahmed Ali Bey... Ne var ki onlar da sustular.

Bakınız, Akif'in ortanca damadı, Muhyiddin Akçor Beyefendi 28 sene önce, Kasım 1978'de, biraz kendilerinden bahsetmelerini isteyen bir gazeteciye nasıl cevap vermiş?

— Mehmed Akif mevzû-i bahs olunca, kızı ve damadı olarak kendimize bir iftihar vesilesi çıkarmaktan ictinab ederiz. Sizler Mehmed Akif'e bizden ziyade yakınsınız. Bugün Akif'in yüzünü görmemiş, fakat eserlerinden onu öz evlâtlarından daha iyi tanımış nice gençler vardır. Bundan eminiz.

"İftihar vesilesi çıkarmak"...

Nedendir bilinmez, bu ifade, —belki de kafiye tutturmak zaafının itkisiyle!— ilk okuyuşta bana "intihar vesilesi çıkarmak" anlamını çağrıştırmıştı. Herhalde yanılmış olmalıyım.

Her neyse, sanırım şimdi bilgi vermekten kaçınma sırası torunlarda...

Bizler de çaresiz eldeki bilgi kırıntılarıyla idare edeceğiz. Bu nedenle Mehmed Akif'in ortanca kızı Feride Hanım'ın babasıyla ilgili olarak aktardığı bilgilerin kıymetini bilip bir kenara kaydetmeliyiz. Çünkü bu hâtırada aynı zamanda Emin Akif Ersoy'un çocukluğuyla ilgili bazı ipuçları bulacağız. Bu aktarımda, Akif'in Milli Mücadele'ye katılmak için ailesinden ayrılışını tasvir eden sahne emsalsizdir.

Şahsen bilebildiğim kadarıyla Akif'in 'ağladığına" tanıklık eden tek aktarım bu! Nitekim kızı Feride hanım da "İlk defa o vaziyette görüyordum babamı" demektedir.

Daha fazla beklemeden, kızından, Akif'in Millî Mücadele'ye hangi şartlarda katıldığını ve ailesinden nasıl ayrıldığını dinleyelim:

— "Hiç unutamadığım hatıra, babamın ilk Anadolu'ya gidişi esnasında cereyan etmiştir. Annem bir sabah geldi, "Çocuklar! Kalkın, babanız Halkalı'ya gidiyor" dedi. Babam her zaman Halkalı'ya giderdi. "Dersi var" diyorduk. Baktım, babam kapının önünde, giyinik vaziyette duruyor. Baktım, babamın gözlerinden yaşlar akıyordu. İlk defa o vaziyette görüyordum babamı. Çok fena oldum. Gayet tabiî birşeyler anladım. Ben de kendimi tutamadım. Ağlayarak yukarıya koştum. Babam da arkamdan koştu. Beni kucakladı. "Üzülmeyin" dedi. Babamın o hâlini çok iyi anlıyordum. Çünkü bir daha ya görüşecektik, ya görüşmeyecektik.

Sonradan görüştüğümüz bir asker, babamın Anadolu'ya gidişini anlattı. Küçük kardeşimle birlikte yola çıkmıştı. Aileden bir hatıra olsun diye onu yanına almıştı. (Çok sevdiği bu erkek kardeşim sonradan vefat etti.) Kardeşimi hep sırtında taşırmış. Ayakkabıları yırtılmış. Ayakları kanlar içindeymiş."

Emin Akif Ersoy'un çilesi, bu rivayette de görüldüğü üzere, çocukken başlar. Nitekim bu yılları Emin Akif'in kendisi de uzun uzun anlatmıştır. Sonra sürgün... sonra askerlik... sonra Kur'an... sonra tevkif... sonra firar... sonra meyhane... sonra tımarhane... sonra özgürlük... sonra ölüm...

Aradaki boşlukları doldurmak için her adım atışınızda, sizi önlenemez bir hicranın, dindirilemez bir ızdırabın, önüne geçilemez bir yazgının yollarında döşeli kara taşların beklediğinden emin olabilirsiniz; size "Keşke bilmeseydik!" dedirtecek kadar kara, kapkara taşların...

Akif hakkında susmayı tercih edenler, keyiflerinden mi susuyorlar zannediyorsunuz?

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi