T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 2 NİSAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

Cansever'in Şaheseri: Sinan'la Zirve (3)

Bu dünyaya esaslı şeyler söyleyebilmenin yolu, derin nefes alabilmekten, dolayısıyla, medeniyetler arasında uzun bir yolculuğa çıkmaktan geçiyor. İşte Turgut Cansever, böyle bir "figür". Cansever'in Sinan eseri, O'nun nasıl derin nefes aldığını gösteren şaheseri. Şaheseri diyorum; çünkü bu eser yalnızca Sinan'la sınırlı değil.

Cansever, bir mimarın, eserini ortaya koyarken, köklü ama bütünlüklü bir varlık, bilgi ve hakîkat tasavvuruna sahip olması gerektiğini söylüyor. Böylelikle bu eserinde böylesi bir tasavvura sahip Sinan gibi büyük bir mimarı ve Sinan'ın beslendiği ve katkıda bulunduğu büyük bir medeniyeti incelediğinin bilinciyle hareket ederek; ilimde, düşüncede, kültürde, sanatta, siyasette ve gündelik hayatta çatışmacı değil özgürleştirici, dışlayıcı değil kucaklayıcı bir dil'in, tavrın, tasavvurun ve ruhun, kısacası medeniyet tasavvurunun nasıl üretilebileceğini; bunun ilkelerini, kaynaklarını ve ufuklarını gösteriyor. O'nu, "Sinan'la zirve"ye iten ve koşturan temel sâik budur.

O yüzden, "mimari, estetiğin ve teknolojinin değil; din'in ve ahlâkın alanına girer" diyor. Ve ekliyor: "bir mimarî yaklaşımın, varlığın bütünlüğünü ve kuvvetler hiyerarşisini gözönünde bulundurması zaruridir." (s. 22).

Cansever, "maddî düzey, biyo-sosyal düzey, psikolojik düzey ve rûhî-aklî düzey" olarak özetlediği varlığın dört düzeyinin de bir mimarî eserde, aynı anda dikkate alınarak işlenmesi ve yansıtılması gerektiğini ifade ediyor. (s. 20).

Cansever, önce İslâm mimarisini eksene alarak İslâm sanatının temel kavramsal haritasını çıkarıyor. Ardından İslâm mimarisinin tarihini yine kavramsal bir dille özetliyor. Sonra Osmanlı mimarisine ve Sinan'ın mimari anlayışına geçiyor. Son olarak da, teker teker dönemsel ve kavramsal olarak Sinan'ın eserlerini nefis fotoğrafların eşliğinde inceliyor ve yer yer, yeri ve sırası geldiğinde farklı medeniyetlerdeki mimarlık anlayışlarını, buluşlarını ve çözümlemelerini karşılaştırmalı olarak gözler önüne sererek Sinan'ın bugün bize neler söyleyebileceğini gösteriyor ve tartışıyor.

Cansever, eserine, Sinan, İslâm mimarisi, İslâm sanatı ve İslâm medeniyeti konusunda yapılan çalışmaların Batılı perspektiflerle ve metotlarla yapılagelmesindeki garipliğe, tuhaflığa dikkat çekerek giriş yapıyor ve her medeniyetin ürünlerinin kendi referans sistemi çerçevesinde anlaşılmaya çalışıldığı zaman bihakkın anlaşılabileceğini hatırlatıyor bize.

İslâm mimarisinin, tevhid ilkesi'ne dayalı bir mimari olduğunu özenle vurguluyor. Tevhid ilkesi'nin, Müslüman mimarın, varlıklar âlemini bütünlüklü olarak kavramasını sağladığını; "ferdiyet"i, malzemeyi, mimarın kendisini ve eserini fetişleştirmesini önlediğini; her şeyin yerli yerince değerlendirilmesini öngören adalet prensibine zemin hazırladığını, adalet prensibinin mimaride operasyonel anlamda belirleyici prensip olduğunu belirtiyor.

Böylelikle, mimaride, tevhid kurucu ilkesinin gereği olarak Allah'ın kudretinin ve rahmetinin tecellîleri olan ferdiyet'in, çeşitliliğin mimarî esere renk, boyut, geçişkenlik, akışkanlık, zenginlik ve ruh katacak şekilde yerli yerince işlenmesi mümkün olabiliyor; ve ortaya müthiş bir şiir, ulvî bir müzik çıkıyor. Böylelikle bir münferit durumun mutlaklaştırılması, fetişleştirilmesi, putlaştırılması, dünyanın, eşyanın ve varlığın dengesinin bozulması önlenmiş, dolayısıyla dünyanın ve hayatın güzelleştirilebilmesi imkân dahiline girmiş oluyor.

Turgut Cansever gibi mütevazi bir dehanın, bir çağdaş Sinan'ın yaşadığı ülkemizde, zaten yeterince tahrip edilen İstanbul'un güzelleştirilmesine değil çirkinleştirilmesine, tanınamaz hâle getirilmesine yol açacak seküler mimari anlayışın temsilcilerine İstanbul'un emanet edileceğinin açıklanması, oldukça düşündürücü ve hatta onur kırıcı bir davranıştır, diyor; ve bu yazıyı, aslında Cansever'in "Sinan zirvesi"yle bize bir değil üç eser verdiğini ve ilginç bir medeniyet tasavvuru ve felsefesi geliştirmemize imkân tanıyacak önemli ipuçları sunduğunu göstererek Salı günü noktalamak istiyorum.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi