T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 14 ŞUBAT 2006 SALI | ||
|
Yeni bir 28 Şubat'a doğru mu?
Öğrenciler (hizmet alan) için sadece okula girdiğinde var olan yasak, okul müdürü (hizmet veren) için okul dışında devam ettirilmek isteniyor. Çünkü istenen, kamunun otoritesini, sadece devlet binalarında değil, sokakta da göstermesidir.
Türkiye, yeniden başörtüsü ve bununla bağlantılı olarak kamusal alanı konuşmaya, tartışmaya başladı. Bu kez tartışma gerçekten dikkat çekici. Çünkü Danıştay'ın aynı gün içinde aldığı iki karardan ilki, ima ettiği içerik ve yaratacağı pratik sorunlardan dolayı sadece İslâmî kesimden değil, laik kesimden de ciddi tepkiler almaya başladı. Danıştay'ın aynı gün içinde aldığı iki kararı bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Çünkü kararların, hukuki olmaktan çok siyasi yönünün daha belirgin olduğu apaşikâr ortada. Danıştay'ın bu kararıyla "devlet", Cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında AKP'ye açıkça mesaj vermek istiyor sanki. Bu mesele, kesinlikle göz ardı edilemeyecek kadar önemsenmesi gereken bir mesele olarak görülmelidir, diye düşünüyorum.
CUMHURİYET'İN İLK YILLARINA DÖNÜŞ
Kararlardan özellikle anaokulu müdürü ile ilgili olanı bugüne kadar olan başörtüsü tartışmasına başka bir boyut katmakta ve önceki kararlarla çelişki içinde bir alan genişletme operasyonunu ima etmektedir. Açalım. Bugüne kadar başörtüsü konusunda verilmiş olan bütün hukuki kararlar ve bu kararlara yönelik uygulamalar, bir "sınır çizme" anlamını taşımaktaydı. Yani çizilen sınır içinde başörtüsünü yasaklamayı hedef seçmişlerdi. Hukuki kararlara buna imkan sağlamış ve bu karaları ikna odaları, örtü açma odaları gibi pratik uygulamalarıyla hayata geçirdiler. Ve bu karar ve uygulamaların muhatapları olan üniversite öğrencileri çizilen sınır içinde tutuldular. Bu sınıra uymayanlar ise ya okullarını bıraktılar ya da eğitimlerini başka ülkelerde sürdürmek zorunda kaldılar. Bu kararlar ve uygulamalar hukuk yoluyla uygulanan ideolojik yani siyasi kararlar ve uygulamalardır. Ancak Danıştay'ın aldığı karar önemli bir farklılaşmaya işaret ediyor. Bu farklılaşma hem muhatabın görevini, hem de görevlinin kamusal kimliğini göz önüne almış olmasındadır. Yani karar ile, ana okulu müdürü sadece görevini yerine getirirken değil aynı zamanda kamusal olarak bu kimliğin toplumsal algısı dikkate alınmakta ve bu algı dayanak yapılarak yeni bir sınır çizilmektedir. Burada fark açıkça şudur: Öğrenciler (hizmet alan) için sadece okula girdiğinde var olan yasaklama sınırı, okul müdürü (hizmet veren) için okul dışında devam ettirilmek isteniyor. Çünkü istenen kamunun otoritesini, sadece devlet binalarında değil, sokakta da göstermesidir. Görevli, sadece bunun aracıdır. Bu kararın eğer açık bir anlamı varsa, bu da otoriter zihniyetin kendi deyimiyle kamu alanından çıkıp sokağa genişletilmesidir: Bunun bir sonraki adımı, özel alanların da kamusallaşmasıdır. Ve bu karar, büyük ölçüde Cumhuriyet'in ilk yıllarında büyük illerde ve taşrada yönetici elitlerin zoraki olarak toplumsal model yapılması pratiğini hatırlatmaktadır.
SİYASETEN SAHİP ÇIKMAZSAN HUKUKEN YENİLİRSİN
Gelelim Danıştay'ın aynı gün almış olduğu ikinci karara. Yapılan yasal düzenleme meslek lisesi öğrencilerinin açık liseye geçerek, üniversiteye girişte uygulanan katsayı uygulamasından olumsuz etkilenmesini sağlamayı hedeflemiştir. Danıştay, bu yasanının yürütmesini durdurdu. Bu yasal düzenlemenin öncelikli hedefi hükümet tarafından ifade edilmese de -ki bunun açık ifadesi siyasetsizliktir-, sayıları meslek liseleri içinde yüzde olarak az bile olsa İmam Hatip Liseleri (İHL) öğrencileridir. AKP'nin bu konuda hassasiyetleri olabilir ve kimliğinden dolayı bu tür bir söylemden kaçabilir; ancak bu kaçış onu siyaset yerine popülist uygulamalara itmektedir. Bu açıdan Danıştay'ın bu konuda almış olduğu karar beni fazla şaşırtmadı.
AKP'YE MESAJ
Yazının başında ifade ettiğim gibi, bu iki kararı birlikte değerlendirdiğimizde bence manzara tam olarak okunabilir. Şüphesiz her iki karar ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Ama ben birlikte okumanın siyaseten daha elzem olduğunu düşünüyorum. Açık biçimde bu iki karar, AKP'nin temsil ettiği kültürel kimliğin, devlet katında yarattığı rahatsızlığın bir dışa vurumudur. Ancak bu rahatsızlığın şimdi gündeme gelmesi, -ve yakın zamanda başka rahatsızlıklarla da karşılaşmamız mümkün- Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yakından ilintilidir. Ve kararlar AKP bağlamında açıktan siyasi bir manevradır. AKP bu mesajı aldı mı, aldıysa nasıl bir adım atacak onu yakında göreceğiz. Ancak AKP, bu tür manevralara hazır olmak zorundadır. Ve bu manevraları atlatmanın tek yolu ise Türkiye'de AKP ile aynı demokratik ve sivil hassasiyetleri taşıyan demokratlar ile işbirliği yapmasıdır. AKP, eğer içe kapanık bir politika izlerse, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yolunda ikinci bir 28 Şubat çok da uzak görünmüyor, ne yazık ki.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |