Ben Ankara Üniversitesi Tiyatro bölümü mezunuyum. Orada yazarlık dersi aldım. Zaten ortaokulda ufak tefek skeçler yazmaya başlamıştım. Ama hiçbir zaman yazdıklarımı saklamak aklıma gelmemişti. Sonra kafamda böyle bir aşk hikâyesi yazma planı vardı. Tesadüfen İlksen Başarır'la tanıştım. Sonra birlikte oturduk ve ilk senaryomuzu yazdık.
Ortaokuldayken işitme engelli bir arkadaşım vardı. Bu yüzden o dünyayı iyi biliyorum. Bir de dizilerde ve filmlerde tüm karakterlerin idealize edilmiş olması benim canımı sıkıyordu. Hepsi batman gibi. Bana gerçekçi gelmiyordu yani. Onur'u idealize edilenin tersine kurdum.
Genelde hiçbir problemi olmayan insanlar idealize ediliyor. Biz ise tersini yapıp, bir işitme engelliyi idealize ettik. Kızın çağrı merkezinde çalışması da tam da bu sebepten ötürüdür. Amacımız çağımızın sorunu olan iletişimsizliği tersine kurmaktı, bir paradoks yaratmak.
Biz hep aşk filmi diye tanımlıyoruz. 21. yüzyılın aşkı nasıl olur diye soruyoruz. Filmin cümlesi hiç konuşmadan anlaşabilir miyiz? İletişimin çok şekli ve yönü var ama o da bir yerde tıkanıp kalıyor. Yine anlaşamıyorlar, yine problem yaşıyorlar. Tam da bu noktadan hareketle alternatif bir iletişim yolu bulduk ve insanlara bunu anlattık. En ilkele döndük, insanların birbirini izleyerek anlaşabileceğini anlattık. Başka Dilde Aşk'ta ötekileştirilen her şeye karşıyız biz. Dinde, mezhepte, ırkta ötekileştirmeye de karşı çıkarak kurduk filmi. Bu, Türkçe bilmeyen bir Kürt erkeğin Türk kıza da aşkı olabilirdi. Orada da iletişimsizlik var sonuçta.
Biz de buradan kurmak istemedik. Bu durumu basite indirgeyen ve bana göre daha popülist bir şey. Bizi çoğu zaman popüler olmakla suçladılar ama biz popüler kodları kullanarak, popülist olmayan bir iş yaptık.
Evet, çok şey anlatıyoruz gibi düşünülebilir ama bunların hepsi bir temanın altında: İletişim. İşitme engelli bir çocuğun yaşadığı zorlukları ajite ederek de anlatabilirsiniz. Biz o yolu seçmek yerine, bu durumun altını komik unsurlarla süsledik. Duyguyu bir yerde tutarak ağlatmak yerine orada ne olduğunun bilincine vardırdık.
Bir kere işitme engelliler tüm hissettiklerini mimiklerine yansıtıyorlar. Asla riya yok. Çok samimi, kısa ve öz konuşuyorlar. O dünya beni çok etkiliyor. Bazen hayatta öyle zamanların yaşanmasını istiyorum.
Ben Onur'u canlandırırken kendime tek bir soru sordum: Söyleyecek hiçbir sözüm olmasaydı ne yapardım? Sözler oyuncunun silahı oluyor, evet. Ama elinden sözlerini aldığınızda daha sahici bir şey çıkıyor ortaya.
Zor değil de ilginç oldu. Biz İlksen'le filmi yazarken bunu başka bir yönetmenin çekeceğini ve Onur'u başka birinin oynayacağını düşünüyorduk. Yani ben kendime değil başka bir oyuncuya rol yazdım. Senaryo bittikten sonra İlksen bana 'Bu rolü sen alsana. Nasılsa olaya hâkimsin' dedi. Ben de İlksen'e 'Filmin yönetmeni de sen ol' dedim.
Bizim ilk filmimiz. Oralarda çok da anlamlı ödüller aldık. En iyi erkek ödülüne gelince öyle takdir edilmiş diyorum. Jüri öyle karar vermiş ve içleri de ferahsa hiçbir sorun yok.
Asla değil. Ödül jürideki beş kişinin değerlendirmesi demek. Ancak verilirse teşekkür edilecek bir şeydir bu. Kaldı ki ben ödül almak için çekmedim bu filmi. Kariyerimde büyük bir sıçrama da hedeflemedim. Eğer böyle bir şey düşünseydim çok popüler bir film çeker, orada oynardım.
Evet, hatta ikinci senaryomuzu yazdık. Filmin ismi Atlı Karınca. O da Türkiye'de sıklıkla yaşanan ensest ilişkiyi anlatıyor. Kaçtığımız her şeyle yüzleşmek istiyoruz. En azından ben yazdığım senaryolarda özellikle bunun üzerine düşüyorum.
Ben çok okula gidemedim, çünkü maddi koşullarım yeterli değildi. Zaten o yüzden çok fazla iş yaptım. Garsonluk, aşçılık, sosis sattım. Tiyatronun kafesinde ve vestiyerinde çalıştım. Aynı tiyatroda küçük rollerde oynadım. Yani yapmadığım iş kalmadı, okula gitmek haricinde. Okul proje bazında ilerliyordu zaten. Hayat tecrübesi kattı bana.
Ortaokulda bahsettiğim skeçlerde oynarken kafaya koymuştum. Ama ailemi ikna edemiyordum. Annem çok klasik bir şekilde önce bir meslek edin sonra oyuncu olursun diyordu. Ben oyuncunun bir meslek olduğunu anneme anlatamadım. Sonra onun içine sinebilecek bir alan olan radyo televizyonu seçtim. Ama orada da okuyamayacağımı anlayıp, tekrar oyunculuğa döndüm.
Birçok hayat tahlil ediliyor. Bu koşullar içerisinde yaşarsam ne olur deneyini yapıyorsun o laboratuarda. Mesela hiç duymasaydım diyorsun, tahlil etmeye başlıyorsun. Laboratuardan kastım karşılaşılan koşullar ve bunların insan üzerinde yarattığı etkileridir.
Oyunculuk hiç bitmeyen öğrenme süreci. O laboratuarda aldığınız tahlil sonuçları size çok şey katıyor. Oyunculuk bin basamaklı bir merdivense ben daha birinci basamağındayım. Tüm oyuncular en iyi performansını göstermeden ölecek mesela. Ben en iyi filmimi oynadım diyemeden öleceğim, o kesin.
Kapalıçarşı oyuncu kadrosu açısından benim için mucize bir ekip. Dolu dolu bir kadro var. İkinci bir rüya oldu bu dizi. Oyuncu kadrosu kadar teknik ekip de kaliteli.
Biz bir aile gibiyiz. Herkes herkesin problemini biliyor. İçteniz, samimiyiz.
Ben İstanbul'a öğrencilik yıllarımda gidip geliyordum. Bir de yurtdışına çıktığım için İstanbul korkutmadı beni. Stockholm'de, Londra'da kaldım. İstanbul daha ne kadar kötüsü olabilir ki dedim. Ama çok kötüsüymüş, anladım. Daha yaşanabilir bir şehir yine de. Ulaşımı zor, pahalı, insanlar yorgun… Şöyle de bir şey var ki ben kendi İstanbul'umu kendim yarattım. Herkesin İstanbul'u kendine. Bu şehirde yaşamak benim için zor değil.
Beşiktaş, Moda, setin olduğu yer ve ofis yani Kuledibi. Ben bu üçgende gidip geliyorum. Dolayısıyla benim İstanbul'um kendime. Daha bu şehirde görmediğim birçok yer var. Aman gidip oraları da göreyim gibi bir telaşım yok. Hayatımın izin verdiği ölçüde belirli yerlere gidip geliyorum.
Bu benim kendimle ilgili büyük bir problemim. Ben arşın arşın gezmeyi sevmiyorum. Oturayım kitabımı okuyayım, oyunlara gideyim ve film seyredeyim. Benim istediğim bu. Çok özgür bir ruhum var ama kendi içimde.