|

Aşkı sorgulamaya örtüm engel değil

"Başörtüsü İçinde Aşk" kitabının yazarı Canmuhammed bugüne kadar ya ezilen ya da islamı reddeden Müslüman kadınların hikayelerinin yazıldığını belirtiyor ve ekliyor:"Oysa Müslüman kadın portresi ikisi de değil. Müslüman olmaktan mutlu olan ama yaşadıklarını da sorgulayan Müslüman kadınları aşk ve evlilik hikayelerinin üzerinden anlattım"

Ayşe Böhürler
00:00 - 16/07/2009 jeudi
Güncelleme: 03:32 - 16/07/2009 jeudi
Yeni Şafak
Aşkı sorgulamaya örtüm engel değil
Aşkı sorgulamaya örtüm engel değil

İslam ülkelerindeki kadınların hayatını anlatan uzun bir belgesel ve röportajlar serisinin ardından, Müslüman kadınlar ile ilgili çalışmalarıma bir süre ara vermiştim. Ancak bir yıl önce belgeselleri seyredip çok ilginç bulan ve benzeri bir çalışmayı kendi ülkelerindeki kadınlar üzerine yapmamı isteyen bir talep ile karşılaştım. İngiltere Büyükelçiliğinden geldi talep. Hiç bir müdahale ve yönlendirme olmadan, özgür bir ortamda gerçekleştirdiğimiz belgesel elbette özet ve genel bir resim veriyor. Ancak tek tek röportajlar, batılı Müslüman kadınların dünyasını anlamak açısından ayrıca büyük önem taşıyor. Büyük resmin detayları yazıya dökülen röportajlarda daha iyi algılanıyor. Almanya'da Mısırlı bir eczacı kadının çocuk parkında kendisine “terörist şıllık” diyen bir Alman vatandaşını dava etmesi ve ardından da mahkemede herkesin gözü önünde o kişi tarafından bıçaklanarak öldürülmesi hadisesi, bakışları batıda yaşayan Müslüman kadınlara çevirdi. Başörtüleri nedeni ile ilk hedef haline gelen batıdaki Müslüman kadınların dünyasını anlamak için yaptığımız söyleşilerin ilginç yönlerini sizlerle bir yazı dizisinde paylaşmak istedim. Avrupa'nın en faal Müslüman göçü alan ülkesinde, birbirinden farklı ülke ve kültürlerden gelen Müslüman kadınlar kendilerini nasıl ifade ediyorlar, kendilerini nasıl tanımlıyorlardı.

İşte çok kültürlülüğün başkentinde yaşayan İngiliz müslüman kadınları......


SHELINA ZAHRA JANMOHAMED,

Başörtülü Aşk kitabı yazarı

Başörtülü aşk tartışmaları bugünlerde pek popüler. Sanki bu konu yeni nevzuhur olmuş bir mesele gibi medyada büyük bir ilgi gördü. Halbuki bu konuda yazılmış ve çok satanlar listesine girmiş bir kitap bile mevcut. Yazarı ise Londra'nın göbeğinde yaşayan Pakistan asıllı başörtülü bir İngiliz Müslüman kadın. Oxford'da eğitim görmüş, evli, çocuk sahibi Shelina ile belgesel çekimleri esnasında Londra'da buluştuk. Shelina yazmaya 11 eylül sonrasında Müslüman kadınlar üzerine yapılan spekülasyonlara tepki duyarak başlıyor. Önce kendi adına bir blog açıyor, Emel dergisinde yazıyor. Onu İngiltere'de şöhret yapan ise “Love in a Headscarf” isimli kitabı oldu. Shelina, İngiltere'deki Müslüman kadınların başörtülü oldukları takdirde eş bulmakta zorlandığı görüşüne kitabında da ayrıca yer veriyor. Pakistan geleneklerine uygun, görücü usulü ile evliliğin İngiltere versiyonundaki komiklikleri anlatıyor. Shelina Janmuhammed tabii ki bir İslam âlimi değil, bir Müslüman kadın yazar. Sözleri bu manada bağlayıcı olmasa da üzerinde düşünmeye değer.



“Başörtülü Aşk” iddialı bir isim. Böyle bir kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

Fark ettim ki, haberlerde benim gibi hem Avrupalı, hem de İslâm inancının içinden gelen birisi olmaktan rahatsızlık duymayanların, fikirlerini ifade edebileceği bir mecra yok. Bu yüzden yaklaşık üç yıl önce, bloğumu kurmaya karar verdim. Anılarımı yazma fikri üzerine düşünürken Müslüman kadın üzerinden tartışılan konunun biraz dışında bir şeyler yazmak istediğimi fark ettim. Çünkü kitaplarda Müslüman kadınların ya tamamen ezildikleri ya da tamamen İslâm'ı reddedip özgürleştiklerini anlatan hikâyeler görüyoruz. Ama gerçekte ikisi de Müslüman kadının hikâyesi değil. Yani hem Müslüman olmaktan mutlu, olan hem de yaşadıklarını sorgulamaya devam eden... Bu yüzden anılarımı hicivli bir şekilde ve evrensel bir hikâye olan aşk üzerine yazmaya karar verdim. Çünkü aşk, bütün insanların ortak paydasıydı. Müslüman olsun ya da olmasın herkese dokunan bir konuydu aşk. Böylece “Başörtülü Aşk” kitabı ortaya çıkmış oldu.


Aşk derken evlilik öncesi görüşmeleri mi kast ediyorsunuz? Ya da flörtü?

Evliliğe giden yolda insanlar farklı bakış açılarına sahip insanlarla karşılaşıyor. Meselâ başörtüsü takan kadınların monoton bir hayat yaşadıklarını, bütün gün evde oturup namaz kıldıklarını düşünen bir adamla karşılaşıyorum. Veya görüşmeye gelecek olan erkeklerden beni saatlerce bekletenler oluyor. Bu bana, başörtülü bir kadın olarak hakkımdaki farklı fikirlerle nasıl baş etmem gerektiğini öğreten bir tecrübe oluyor ve benim için neyin önemli olduğunu fark etmemi sağlıyor. Böylece saygının önemli olduğunu öğreniyorsun.


İngiltere'de yaşayan bir Müslüman kadın olarak evlilik süreci nasıl şekillenmeli sizce?

Yetişmekte olan genç insanların karşılaştığı sorunlardan biri de ailelerinin baskın kültür dışında bir kültürel altyapıya sahip olması. Örneğin benim ailem Doğu Afrika-Asyalı'ydı. Avrupa kültürünü aldığım kadar bu kültürleri de aldım. Dolayısıyla doğrunun ne olduğu konusunda kafanız karışık bir hâlde büyüyorsunuz. Konuşmamanız gereken şeyler neler? Bu meseleleri nasıl çözümlemeniz gerekir? Bu soruların doğru cevabını bulmak güçleşiyor. Evlilik bu konuda harika bir örnek.


Çatışmanın en somutlaştığı alan diyebilir miyiz?

Hollywood'un romantik komedilerindeki gibi beyaz atlı prensin gelip sizi kurtaracağı fikri vardır. Sanırım herkesin böyle bir fantezisi var. Erkekseniz, son derece güzel bir kadının güneş batarken çıkıp geleceğini ve ayaklarınızı yerden keseceğini düşünürsünüz. Öte yandan, bir Müslüman olarak evliliğin tavsiye edilen bir şey olduğunu ve eşiniz olacak kişinin dininizi tamamladığını, ruh eşiniz olacağını öğrenirsiniz. Kafamızda bunun gibi bir sürü farklı argümanlar var aslında. Bunları çözümlemeye çalışmak oldukça kafa karıştırıcı olabilir. Bunu anlatabilmek için komediyi seçtim. Çünkü komedi, çelişkilerden doğmuştur. Bu karmaşayı gördüğünüzde arkanıza yaslanıp gülersiniz.


Böyle şeyleri hele de bir Müslüman kadının yazması daha da kafa karıştırmıyor mu? Büyük bir cesaretle tabuları olan bir konuyu, Müslüman kadınların özel alanlarını ve kendi özelinizi yazıyorsunuz?

İnsanları, içinde yer aldıkları siyah ve beyaz kutupların dışına çıkarıp onların kendi bakış açılarının komik tarafını görmelerini ve karşı tarafı da anlamalarını sağlamak benim kullandığım bir metot. Ben kimseyi damgalamıyorum. Onların anlamaya çalışıyorum, üstlenmeye çalıştıkları rolün ne olduğunu gösteriyorum ve hüsn-ü zanda bulunuyorum. Çünkü bazen kendimizi öyle bir durumda buluruz ki, soru sormaya vaktimiz olmadığını görürüz. Bu da bizi tabulara karşı çıkmadan, onları olduğu gibi kabullenme eğilimine sokabilir.


Tabulara karşı çıkma konusunu biraz açar mısınız? Tabuların ne olduğunu, İslami hayat biçiminin kadın-erkek ilişkilerine getirdiği sınırları...

Gençlik yıllarım biraz sıkıntılı geçti. Çünkü yaşıtlarım partiye, diskoya, okul balosuna giderken benim bunların hiçbirine gitmeme izin yoktu. Ama aslında ben gitmeyi çok istiyordum. Kafam çelişkilerle doluydu. Bir yandan örtülü, vakur bir kız olmak istiyordum bir yandan da arkadaşlarımla beraber olmak istiyordum. Sanırım o yaşlarda herkes böyle duygular yaşamıştır. Bunu yerli yerine oturmak zaman alır. Gençlerin kafasındaki bu sorulara cevap aranmıyor. Bunun doğal bir şey olduğu yadsınıyor. Karşı cinsle konuşmaları yasaklanıyor. Evlerde haremlik selâmlık yaşam tarzı uygulanıyor. Oysa bu durumu, bu çekimi hissetmenin doğal olduğunu kabul ederek anlamlandırabilirsiniz. Bana göre eğer Allah bizim için birilerini yarattıysa onları için bir şeyler hissetmemiz gerekir.

Bu durumun tam tersi davranmaya zorlanmak, gençler arasında dine karşı bir başkaldırıya yol açıyor. Çünkü o zaman, İslâm'ın ihtiyaçlara cevap vermediğini düşünmeye başlıyorlar.


Peki ya aileniz sizi geleneksel yollarla bir evliliğe zorladılar mı?

Sanırım açık görüşlü bir ailem olduğu için gerçekten şanslıydım. Her konuda olmasa da bazı konuları rahatça konuşabiliyorduk. Böylece, bir anlamda kendimi keşfetme ve muhtemel eş adayları ile konuşma fırsatım oldu. Bu da benim için neyin önemli olduğunu ve bu zorlukları nasıl çözümleyeceğimizi anlama imkân verdi.


Evlilik öncesi aşk ve flört normaldir mi diyorsunuz. Bu İslam'ın bakışına aykırı değil mi?

İslâm'ın yapısına baktığımızda temel prensiplerden birinin “tedbir ilâçtan evlâdır” olduğunu görürüz. Bu, hayatın sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için gereklidir. Aynı zamanda şeriatın, kesin çizgileri ve sınırları korumak üzere var olduğunu görürüz. Şeriat her gün, her vakit uygulanmak için değil; kesinlikle aşırı olan şeyler içindir. İslâm'da zorlama olmadığı konusu çok nettir. Yani herhangi bir değişim veya prensip insanın içinden gelmeli ve insanın fıtratını yansıtmalıdır. Şeriat ise sadece bu sınırları organize ederek insanlara, duygularını idare etmede yardım etmek için belli bir mesafede durur.


İslam'ın esnemeyecek prensipleri var ama. Kişiye göre değişen sınırlardan siz edebilir miyiz?

İnsanlara sınır koyulduğunda isyan edeceklerini biliyoruz. Özellikle de farklı kültürlerin içinde büyüyen gençler, başkalarının rahatlıkla yapabildiği şeyler konusunda kendilerine neden yasak konulduğunu anlamak isterler. Böyle bir durumda onlara “Çünkü ben öyle istiyorum!” ya da “İslâm öyle diyor!” demek doğru bir yaklaşım olmuyor. Yapmanız gereken, sınırlamaların altında yatan gerekçeleri onlara anlatmaktır.


Kişiye özel bir din anlayışı istismara sebep olmaz mı?

Örneğin “Müslüman kadınlar örtünmelidir!” dendiği zaman birisinin: “İyi de neden böyle olmak zorunda?” diye sorması gerekir. Çünkü biz bunun altında yatan değerler bütününü anlamak durumundayız. Bu değer vakardır. İnsanlar tutku ve şaşaayı makul bir seviyeye indirmek zorunda. Böylece mutlu ve rahat bir şekilde birlikte yaşayabiliriz.

Bir de şöyle bir düşünce var: “Müslüman kadınlar örtünmelidir ama gene de kadın ve erkek ayrı yerlerde olmalıdır.” İyi de o zaman ne anlamı var örtünmenin? Amaç, kadınların ve erkeklerin ölçülü bir şekilde giyinerek birbirleriyle iletişim kurabilmeleri, konuşabilmeleri ki toplum daha yaşanabilir bir yer olsun.


Bu yazdıklarınızı İslam'a aykırı olarak nitelendirenler oldu mu?

İslâm'ı, belirli kuralları olan bir din olarak algılıyoruz. Kuralları öğreniyoruz ve onlara uyuyoruz. Ama o kuralın gayesini gerçekten anlamıyoruz. Eğer nedenini gerçekten anlasaydık inancımıza, hayatımızın her alanında yer verirdik. Meselâ üniversitede çoğunlukla kız ve erkekler her zaman bir aradadır ve çoğu zaman da bir şey olmaz. Çünkü o yaştaki insanlar nasıl davranmaları gerektiğini bilirler. Ama her nasılsa bazı Müslüman çevrelerde bakıyorsunuz ki kızların ve erkeklerin ortamı birbirinden ayrı olarak belirlenmiş. Niye böyle olduğunu bilmiyorum. Kadınlar ve erkekler birlikte oturduğunda insanlar ne olacağını düşünüyorlar, bilmiyorum. Eminim ki ilişkilerini idare edebilecek öz kontrole sahiptirler. Hayatımızın farklı dönemlerini entegre etmeyi öğrenmeliyiz.


Haremlik selamlık yaşamak sadece okulla sınırlı değil sanırım.

İngiltere'de kadınların girmesi yasak olan pek çok camii var. Dolayısıyla camilerin haremlik selâmlık olup olmaması konusundan önce, kadınların camiye girmesi konusunu konuşmalıyız. Kadınlarla aynı ortamda oturmalı mı meselesi değil, kadınlar işe karışmalı mı meselesi söz konusu. Meselâ ben üniversitedeyken İslâmî Öğrenci Kulübü'nün başkanlığı için seçimlere katıldım. Bunu deneyen ilk kadın bendim. Birçok kişi, kulübün başına bir kadının gelebilecek olması fikrine çok bozulmuştu. Üstelik sırf alışık olmadıkları için istemiyorlardı bunu. Bu umurumda olmadı. Çünkü bazen böyle değişimleri aşamalı olarak gerçekleştirmeniz mümkün oluyor.


Peki, karşı cinsle ilişkide sınırlar neye göre çizilecek?

Sanırım gençlerin uzlaşmada zorlandıkları alanlardan biri de karşı cinsle ilişkide sınırların neler olduğu konusu. Erkek ve kadının, burada tasvir edemeyeceğim kadar yakın davrandıkları filmleri ve TV programlarını görmeye alıştık. Öyle ki gençler sınırın neresi olduğunu kestirmekte zorlanıyorlar. Benim için bu her zaman çok netti. Yani biriyle konuşabilirsin, çok iyi muhabbet edebilirsin, çok özel şeylerden bahsedebilirsin; özellikle de evlenmek üzere görüştüğün kişiyle bunları yapabilirsin. Sınır şudur ve sanırım bu çoğu âlimin görüşünü yansıtmaktadır: Görüştüğün kişiyle, evlilik bağının dışındayken fiziksel temasta bulunmazsın. Görüşmenin halka açık bir yerde olması doğrudur.

Bu konuda farklı kültürlerin, farklı bakış açıları olabilir; ama geleneklerin zaman içerisinde değiştiğini gördüm. Benden önce evlenen insanlar sadece bir defa görüşürken ya da hiç görüşmezken ben evleneceğim kişiyle istediğim kadar görüşmüştüm. Zaman değişti, biz değiştik. Gelenekler de ihtiyaçlarımızı daha iyi karşılayacak şekilde değiştirilebilir.


İngiltere'de gençler geleneksel çöpçatanlık müessesine itibar ediyorlar mı?

Geleneksel sistemler artık çalışmıyor. İnsanlar kendi memleketlerindeyken herkes birbirini tanır, kimin evlenme çağında olduğunu bilirler. Hatta genç erkek ve kızların belki de çok fazla söz hakkı bile yoktur kendi evlilikleri konusunda. Ama artık aileler arası bağlar eskisi gibi güçlü değil. Çünkü insanlar birbirlerinden çok uzak yerlerde yaşıyorlar.


Aynı şey evlilik yaşı için de geçerli değil mi?

Müslümanların daha geç yaşta evleniyor oldukları bir gerçek. Ancak sebepler farklı olsa da bunun Müslüman topluluğa has bir şey olduğunu düşünmüyorum.


Yine de kitabınızda işleyen bir çöpçatanlık müessesesinden söz ediyorsunuz…

Gençler artık, epeyce erken yaşta evlendirebilecek geleneksel görücü usulü evlilik sürecine girmiyorlar. Okumak, kariyer yapmak, seyahat etmek istiyorlar. Bu durumda da yaşı ilerlemiş olan bu gençleri, evlenmek üzere birbirleriyle tanıştıracak çöpçatanlar devreye giriyor. Birilerinin onları evlenme konusunda cesaretlendirmesi gerekiyor artık.


Başörtülü olmak böyle bir durumda avantaj m, dezavantaj mı?

Genç kadınlar daha eğitimliler, daha bağımsızlar. Aynı zamanda da imanlarının sağlamlığı konusunda deneniyorlar. Kendilerine şöyle demek zorundalar: “Eğer başörtü takacaksam bunu niye yaptığımı bilmeliyim. Çünkü insanlar neden böyle giyindiğim konusunda beni sınayacaklar.” Bu yüzden kadınlar kendi içlerinde imanları ve kimlikleri konusunda bir karara ulaşmalı.


Başörtülü olmak İngiltere'de de eş bulmayı zorlaştırıyor mu?

Zorlaştırıyor tabii ki. Aynı çevreden ve imanın onlar için ne anlama geldiğinin farkında olan erkeklerle evlenmek istiyorlar. Ama erkekler biraz geriden geliyor gibi gözüküyor. Pek çok erkek memleketlerindeki bir genç kızla evlenmeyi tercih ediyor. Oysa kadınlar yaşadıkları çevredeki erkeklerle evlenmek istiyorlar. Çevrelerindeki erkekler de başkalarıyla evlendiği için kadınlar bekâr kalıyor. İşte bu da çözülmesi gereken önemli sorunlardan birisi.


Biraz da kitabınızda yer verdiğiniz örneklerden söz edelim: Mesela gelenek ve din konusunda çelişkiler…

Kültür ve din gibi pek çok konuda soru soruyorum. Evlilik konusunda insanların şöyle dediğini görürsünüz: “Müslüman olduğu sürece, başka bir kültürden olmadığı sürece, farklı etnik kökene sahip olmadığı sürece, farklı ten rengine sahip olmadığı sürece istediğin kişiyle evlenebilirsin.” Oysa İslâm'a baktığınızda Peygamberimizin İranlı Selman'ı onurlandırdığını, Bilal'i müezzin olarak atadığını görüyorsunuz. Yani İslâm eşitlik mesajıyla geldi ama bana bu insanlarla evlenemeyeceğim söyleniyor. Bu önemli bir çelişki.

Bir yandan kadın ve erkeğin birbirinde huzur ve mutluluk bulması gerektiğini söylüyoruz öte yandan erkeklerin tercihlerine öncelik veriyoruz. Meselâ bir erkek bir kadına başörtüsünü çıkarırsa onunla evleneceğini söylüyor. Üstelik dinî otoriteyi yansıtan çöpçatanlar da kadının bu durumda başını açması gerektiğini söylüyorlar.


Gelenek dine değil, erkeğe mi öncelik veriyor?

Evet, evliliğin dinimi tamamlaması gerekmiyor mu? Peki, eğer dinimi tamamlaması için evleniyorsam neden dinimle alakalı şeyleri yapmayı bırakmamı söylüyorsun? Gelenekler neden özellikle de genç kızlar üzerinde bu baskıyı uygulayabilme hakkını kendinde görüyor?

Gelenek dine değil erkeklere öncelik veriyor


Gelenek aynı zamanda aşka da pek önem vermiyor.

Romantik filmleri seyrettiğinizde orada aşkın tamamen romantizm üzerine kurulu olduğunu görüyoruz: Kırmızı güller, mum ışığında yemekler ve gün batımında sahilde yürüyüş… İnsanlar bu romantizme sahip olmadıklarında ilişkilerinin zayıfladığı fikrine kapılıyorlar. Böylece aşkı romans gibi dar bir alana hapsetmiş oluyorlar. Bense aşkın inşa edilen, beslenip büyütülen bir şey olduğu fikrini işlemek istedim. Ama şunu söylemekte kesinlikle haklısınız: Müslüman toplumlarda aşk üzerine konuşmamalıymışız gibi bir hava var. Halının altına itilmesi gereken bir şey gibi görürüz aşkı. Asya kültürlerinde görücü usulü evlilik kabul görür ama aşk evliliği biraz daha hoş olmayan bir şey olarak algılanır.


Peki geleneği bir tarafa bıraktığımızda din aşka nasıl bakıyor?

Çocukluğumda geleneksel bir İngiliz okuluna gönderildim ve bana öğretilen değerler Hristiyan değerlerdi. Orada Hristiyanlığın Rabb'inin, sevginin Rabbi olduğunu öğrendim. İslâm geleneği içerisinde ise Rabb'in adaletine, insanların hakkettiklerini göreceklerine vurgu yapılır. Bu önemlidir. Ama bir noktadan sonra Rabb'in beni de sevmesini istiyorum diyorsunuz. Allah'ın insanoğluna hitabını okudukça ve araştırdıkça gördüm ki aşk, eşinizde bulabileceğiniz bir şey ve sizi Allah'a ulaştıracak bir yol. Aşkı, ancak size birisi eşlik ediyorsa keşfedebilirdiniz. Aynı şekilde fark ettim ki her “Bismillahirrahmanirrahim” deyişimizde sevgiyi ve merhameti dile getirmiş oluyoruz. Biz İngilizceye bunu şefkat veya iyilik olarak çevirme temayülü gösteriyoruz. Ama aslında bir varlığın, bir vücudiyetin sevgi dolu merhametinden bahsediyor. Demek istediğim şey, beşer ile onun yaratıcısı arasındaki ilişki sevgidir. Çok güzel bir kutsi hadis var ki şöyle diyor: “Allah'ı evrenin hiçbir yerinde bulamazsınız. O ancak müminin kalbindedir.”


Burada bir aşktan bahsedilmiyor ama!

Bana göre kalp, aşkın meskenidir. Eğer yaratıcımızla aramızda bir rabıtamız olacaksa, bu ancak ilahî aşk yoluyla olur. Zaten beşer bu yüzden yaratılmıştır. Eğer beşerin varoluş gayesi buysa, yaratıcıyı sevmekse, bunun hakkında konuşabilmeliyiz. Aşk, harika bir şey olmalı bizim için. Çünkü yaratılışın özü budur. Aşk nefreti içimizden söküp çıkarmamıza, zorlukların üstesinden kolayca gelmemize yardımcı olacaktır. Aşkı bir tabu olarak algılamayı bırakmamız gerekiyor.


………………………………..

11 eylül batıda yaşayan müslüman kadınları nasıl etkiledi?

Bir İngiliz Müslüman kadın olarak İngiltere'de her zaman çok rahat etmişimdir. Çünkü bu ülke inanılmaz derecede bir hoşgörüye ve diğer dinlere saygı geleneğine sahip. Ancak yine de 12 Eylül günü sokakta yürürken herkesin bana baktığını hissettim. Etrafta başörtümle dolaşmaktan gerçekten korktum. O dönemde kadınların kendi güvenlikleri açısından başörtü örtmeyi bırakmaları gerekip gerekmediği konusunda tartışmalar oldu. Aslında şeriata göre bu caizdir. Kadınlar canlarını korumak için başörtü takmayı bırakabilirler. Fakat sanırım pek çok Müslüman kadın şöyle dedi: “Teröristlerin İslâm'la bir alâkaları yok. Biz başörtü takmaya devam etmeliyiz. Çünkü insanlar bizim de İngiliz toplumunun bir parçası olduğumuzu görmeliler.”


……….


YARIN Punk'çı ve sufi kadın: Naz Koser

il y a 15 ans