|

Başörtüsü tartışmalarında dindar ile laik rol değiştirdi

Dindarlarla laikler yer değiştirdi. Çiğdem Kağıtçıbaşı “Kur'an'ı İngilizcesinden okudum, yok böyle bir emir” diyerek savunuyor başörtüsü yasağını. Yasağın kalkmasını isteyenler ise özgürlüklere vurgu yapıyor. Dindarlar seküler terminolojiye, sekülerler ise dini terminolojiye müracaat ediyor.

Ayşe Böhürler
00:00 - 2/03/2008 Pazar
Güncelleme: 23:59 - 1/03/2008 Cumartesi
Yeni Şafak
Başörtüsü tartışmalarında  dindar ile laik rol değ
Başörtüsü tartışmalarında dindar ile laik rol değ
Modern ama modernist değil

Nazife Şişman, başörtüsü meselesine analitik yaklaşan yazarlardan. "Kamusal Alanda Başörtülüler", "Küreselleşmenin Pençesi İslam'ın Peçesi" ve "Günün Kısa Tarihi" gibi kitaplarında, başörtüsü meselesinin yanısıra seküler dünyada dindar olma pratikleri üzerinde de kafa yoruyor. Akademik yaşamı başörtüsü engeline takılsa da iki tarafın dinamiklerini yakinen biliyor. Doktora öğrencileri ile "Dünyada feminizm ve Türkiye'de kadın hareketi" üzerine çalışmalar yürütüyor. Kendisini dindarlığın yanı sıra modern ama modernist olmayan biri olarak tanımlıyor. Türkiye'nin tarihi serüveni içinde başörtüsü meselesini, sosyolojik ve siyasi yansımaları ile sadece kadınların değil 'herkes'in meselesi olarak görüyor. Türbanın gamalı haça benzeyen bir siyasi simge olmadığını aksine türbana karşı argümanların Nazizmi çağrıştırdığını söylüyor.



Alıştırıldığımız tanımı ile türban etrafında kopartılan fırtınanın gerçek sebebi sizce ne?

Prensip olarak türban demiyorum. Tartıştığımız kadınların başının örtüsüdür ve bu zannedildiği gibi ezeli bir mesele değil. Modernleşmemizle alakalı genel meselelerin en görünen yüzü. Modernleşmeyi, laikliği ve ilerlemeyi örtü üzerinden tartışıyoruz. Bu nedenle başörtüsü sadece onu örtenlerin değil, bir nevi 'herkes'in meselesi. Başını örten kadınlar için ise durum farklı. Onlar için başörtüsü, kendilerini bu dünyada konumlandırırken yaratıcıları ile kurdukları dikey ilişkinin bir teyidi. Bu açıdan varoluşsal ve uhrevi bir boyutu var. Türkiye'deki karşıt ve taraftarlar için ve dünyada örtüyü İslam'ın direnen yüzü olarak kodlayan stratejistler içinse sadece dünyevi siyasetlerinin bir aracı.

Son Anayasa değişikliğinin sonuçları ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Hukukçu değilim. Bir Anayasa ya da kanun maddesinin nelere yol açabileceğini yorumlamak bana düşmez. Tabii ki bahsettiğiniz konularda bir fikre sahibim. Ama hukuk uzmanlık alanı. Anayasa profesörleri bile farklı yoruma sahip. Böyleyken herkesin gelişi güzel fikir beyan etmesi, bence bilgi kirlenmesine ve ciddiyetsizliğe yol açıyor.

DİN ÖNEMLİ DİNAMİK

O zaman size siyasi bir soru sorayım. Başörtülüler siyasilerce kullanılıyor mu? Başörtüsü dinin siyasete alet edildiğinin bir göstergesi mi?

Türkiye'de dini siyasi çıkarları için kullanmayan var mı? Din bu topraklarda önemli bir dinamik. Böyle bir referansı dikkate almadan siyaset yapamazsınız. AKP'yi “kısa vadeli pragmatik hedefler uğruna uzun vadeli hatalar yaptı” diyerek eleştirmek başka şey, yasakları kaldırmaya çalıştığı için -velev ki tabanından oy almak için olsun- dini siyasete alet ediyor demek çok başka şey. Başörtülüler kullanılıyor ifadesinde ise ciddi önyargı var. Başörtülüler diyerek siyasal, toplumsal hiç bir şuurları olmayan bir güruhtan mı bahsediyoruz? Hangi özellikleri nedeniyle kullanılma katsayıları diğer vatandaşlardan fazla?

Başörtüsü tartışmasının dini bir zemine taşınmasına ne diyorsunuz?

İlginç bir durum. Dindarlarla sekülerler yer değiştirmiş gibi görünüyor. Çiğdem Kağıtçıbaşı “Kur'an'ı İngilizcesinden okudum, yok böyle bir emir” diyerek savunuyor başörtüsü yasağını. Yasağın kalkmasını isteyenler ise özgürlüklere vurgu yapıyor. Dindarlar seküler terminolojiye, sekülerler ise dini terminolojiye müracaat ediyor. Bunun ne anlama geldiği üzerinde düşünmemiz lazım.

ORYANTALİST BAGAJ

Başörtüsü hep erkek baskısı ve dayatmasının sembolü olarak görülüyor.

Başörtüsü yasakları konuşulurken meselenin erkek baskısına kayıvermesi gerçekten şaşırtıcı. Örtü ve baskı arasında öyle bir bilinçaltı bağ kurulmuş ki bazı kimselerde, neredeyse otomatik bir geçiş oluyor. Ve koca baskısı, aile içi şiddet gibi dünyanın her tarafında her dinden birliktelikte görülebilecek bir olumsuzluk, birden bire Müslümanlıkla bağlantılı özgül bir durummuş gibi sunuluyor. İstatistikler bu konuda kültürel ve bölgesel bir fark göstermezken neden böyle bir kanaat oluşuyor? Bunun arkasında “İslam kadınları ezicidir” şeklinde özetlenebilecek oryantalist bir bagaj var. Küresel sistemde kadının İslam'ın yumuşak karnı olarak seçilmesinin de etkisi var. Başörtülü kadınların başı açıklardan daha fazla ezildiği sadece bir önyargı.

Başörtülüleri bu tartışmalar esnasında en çok inciten ne oldu?

İncitme ve incinme izafi kavramlar. Naiflik ve kırılganlık üzerinden değerlendirme yapmayı uygun bulmuyorum. “Bu beni çok üzdü” yaklaşımı kamusal iletişimde asgari saygı seviyesini değil, subjektif kriterleri devreye sokan ve eşitler arası bir etkileşimi imkansızlaştıran bir yaklaşım. Bu nedenle saygı üzerinden bir değerlendirme yapalım. Tartışmalar esnasında başörtülüler, eşitler arası bir ilişkinin tarafları olarak görülmedi. Ve bunun gerektirdiği saygı çerçevesinden mahrum bırakıldılar.

Son tartışmalar bazı yasak taraftarlarının gerçek duygularını ifade etmesine fırsat verdi. Başörtülü birine bakmaya dayanamıyorum diyene ne diyorsunuz?

Bu tavır apaçık faşizan esintiler taşıyor. Çünkü Nazizmin toplumsal kirliliğe karşı sunduğu çözüm estetik bir çözümdü. Genel görüntüyü bozanlar -ki bunlar Alman Nazileri için Yahudilerdi- bu görüntünün dışına atılmalıydı.

SAYLAN DA NEMALANIYOR

Başörtüsü kadınlardan ziyade erkeklerin üzerinde tartıştığı bir konu? Sizce kadınların sesi hakim olmalı değil mi bu tartışmalara?

Evet erkekler başörtüsü konusunda görüş beyan ediyor. Hatta bazen kadınlardan fazla. Ama bu, erkekler bu konuda konuşamazlar ya da kadınlar başörtüsü üzerinden siyaset yapmıyorlar anlamına gelmiyor. Erkek olsun, kadın olsun pek çok kişi ya taraftarlık ya karşıtlık üzerinden münbit bir alan olarak kullanıyor başörtüsünü. Türkan Saylan da bu konu üzerinden prim yapıyor, 'Bir gün başımı örterim belki' diyen magazin yıldızları da.

SADECE KADIN MESELESİ DEĞİL

Başörtüsünü kadınlar kullanıyor diye bu sadece kadınların meselesidir diyemeyiz. Başörtüsü bir “kadın hakkı” ya da “kadın sorunu” olmadığı gibi “kadın kadına” konuşulacak bir mesele de değil. Biz başörtüsünü tartışırken sadece başörtüsünü değil onun üzerinden pek çok başka şeyi de tartışıyoruz. En başta dinin kamusal izharı meselesini, bunun laiklik ve eşit vatandaşlıkla ilişkisini vs. Başörtüsü üzerindeki tartışmalar aslında toplumumuzun tarihi siyasi konumuyla alakalı pek çok ezeli ve temel tartışmanın görünür kısmı. O yüzden adalet, hukuk, siyaset konusunda söz sahibi olan herkesin çözümüne katılması gereken bir mesele. Erkek olsun kadın olsun.

Türban nedeniyle korku duyanların hassasiyetleriyle ilgili empati yapabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Empatinin Türkçe karşılığı yok. İngilizce'de 'başkasının ayakkabısını giymek' deniyor empati anlatılmak istenince. Biz empatiyi ayakkabı üzerinden değil, can üzerinden anlatan bir geleneğin varisleriyiz, 'canı cana ölç, canı yabana ölç'. O yüzden elbette her adil insan gibi ortak bir yaşama alanını paylaştığımızın farkındayım. Ama 'hassasiyetimizi anlayın' diyenlerin, empati bile gerektirmeyecek apaçık haksızlıklar karşısındaki duyarsızlıklarını örtmek için böyle bir korku gündemini vurgulamış olabileceklerini de düşünmeden edemiyorum.



Mahalle baskısı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Toplumsal kontrol mekanizmasını işleten yerleşim birimleri olarak mahalleler artık yok. Ama belli yaşam tarzlarını sürdürenlerin kümeleştikleri hijyenik siteler var. Ve bu sitelere hasbelkader girme gafletinde bulunan bir arkadaşım, sokak ortasında iğrenme krizlerine şahit oldu daha geçen gün. “Gecekonduya! İleri!” diyordu had bildiren işaret parmağının sahibi. Laik ve dindar mahalle baskısı ile ilgili münferit örnekleri karşılıklı sayarak nereye varabiliriz ki?

Başörtüsü/türban, tülbent/türban ayrımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu ayrım, başörtüsünü nevzuhur bir uygulama kabul etmenin göstergesi. Dünya konjonktürüyle, yükselen İslam politikalarıyla bağlantılandırılırken de Refah-AKP çizgisine bağlanırken de toplumda hiç olmayan bir şey birden bire ortaya çıkmış gibi yaklaşılıyor meseleye. Oysa biliyoruz ki Müslüman kadınlar yüzyıllardır başlarını örtüyor. Eğer nevzuhurluktan bahsedilecekse bu başı açıklıktır. Nevzuhurluk vurgusu, aslında başa çıkma stratejisi. Türkiye'de başörtüsü 'geri kalmış'lığımızı hatırlatan bir gösterge olageldi. Eğitim ve kentleşmenin bu 'sorun'u çözeceğine inanıyordu modernleşmeci elit. Beklenti vakıa tarafından yalanlanınca, nevzuhurluk vurgusu girdi devreye. Türbanlılar, babaannelerimiz, köylü Hatçe teyze gibi değildi. Türban/başörtüsü ayrımı işte o zaman kullanılmaya başlandı. Tülbent/türban ayrımı da bu başa çıkma stratejisinin bir başka şekli.



Homojen bir başörtülü kitlesi var mı?

Başörtülüler diye homojen bir grup yok. Aynen batılı temsillerde yer alan “Müslüman kadın”ın da homojen olmadığı gibi. Ama hem başörtülü hem de Müslüman kadın dendiğinde birtakım kalıp yargılar giriyor devreye. Bu yaklaşımı en bariz şekilde batılı akademik çalışmalarda görebiliriz. Daha ziyade örtünme ile ilişkilendirilen homojen bir ezilme nosyonu eşlik eder bu çalışmalara. Ortalama ezilen bir Müslüman kadın imajı için örtü işlevsel bir araç olarak devreye girer. Ama bu temsil de, öte yandan başka bir temsili destekler. “Batılı kadın moderndir, kendi bedeninin kontrolünü elindedir, öznedir.” Yani böyle bir temsil de zımnen kabul edilmiş olur. Böyle olunca, modern batılı kadınla örtülü Müslüman kadın arasındaki ilişki nasıl konumlanacak? Elbette bir tarafta normu oluşturan ayrıcalıklı ya da referans grup, yani Batılı kadın; diğer tarafta da “öteki”, yani “ezilmiş Müslüman kadın”. Bu ilişkinin bir benzerini de biz Türkiye'de tecrübe ediyoruz. Normu oluşturduğu iddiasındaki 'modern' kadınlar, başörtülü kadını yol yordam öğretme yetkisini kendilerinde görüyorlar hep.

Madem başörtülüler diye homojen bir grup yok. Aranızdaki farkları nasıl tanımlarsınız?

Neden böyle bir fark üzerinden kendimi tanımlamak zorunda bırakılıyorum ki? “Ben o geleneksel başörtülülerden değilim, kafamın içi aydınlık, sanattan da anlarım, hem ben çok modernimdir” gibi bir cevap verme konumunda bırakılmak, önyargı ve ayrımcılığın en bariz göstergesidir. Siz de çok karşılaşmışsınızdır. Başörtülülerle ilgili birtakım pejoratif genellemeler yapılır ve ardından “siz farklısınız” derler. Böylece sizi övgüye boğarken aslında istisna yoluyla bir ayrımcılığa maruz kalırsınız. Ben buna itiraz ediyorum.


Başörtüsü özgürlüğü sizin açınızdan en çok savunulması gereken özgürlük mü? Diğer konulara olan mesafeniz nedir? 301, vakıf yasası vs. Bu soruya bir fıkra ile cevap vermek istiyorum. Ruslarla Amerikalılar metrolarının dakikliği konusunda yarışa girerler. Amerikalıların metrosu tam zamanında perona gelir. Ruslar beklerler, fakat bir aksilik olmuştur, tren gecikir. Yarışmayı denetleyen Rus ekip bu yenilgiyi kabullenemez ve Amerikalı ekibe hitaben şöyle der: “Siz de kızılderilileri kesmiştiniz.” Başörtüsü ile ilgili hak talebinde bulunanların başka konulardan sigaya çekilmeleri böyle bir şey aslında: Kaçak güreşmek için başka bir kulvara çekmek meseleyi. Bu yaklaşımı demokrasi açısından da sakıncalı buluyorum. Elbette adalet anlayışı bir bütündür. Kendisi için istediğini başkaları için istemeyen kişinin adalet anlayışından şüphe edilir. Ama pek çok farklı siyasal meseleyi bir torbaya doldurup insanın sırtına yüklerseniz, hareket edemez. Ayrıca bunlar siyasal meseleler olduğuna göre bir başörtülünün mesela Vakıflar Yasası konusunda farklı bir görüşte olması mümkündür. Böyle olunca sen Vakıflar Yasası'nda farklı bir siyasi görüşe sahipsin, o halde başörtüsü ile ilgili adalet talebinde bulunamazsın demek ne kadar doğru bir yaklaşım?



-BİTTİ-


16 yıl önce