|

Bin yıllık kardeşliğin referansı İslam'dır

Arif Gezer: İslamiyet; ırk, kabile ve boy farklılıklarının korunmasından yanadır. Mehmet Paksu: Bin yıldır Türklerle Kürtleri bir arada tutan, din kardeşliği bağıdır. Orhan Çeker: Kürt meselesininin çözümü için din bi-rinci sırada bir faktördür.

Zeynep Çifçi
00:00 - 10/03/2008 Pazartesi
Güncelleme: 01:00 - 10/03/2008 Pazartesi
Yeni Şafak
Bin yıllık kardeşliğin referansı İslam'dır
Bin yıllık kardeşliğin referansı İslam'dır

İahiyatçılar Türkiye'nin yıllardır kanayan yarası olan Kürt sorununa farklı çözüm önerileri getirmeye devam ediyor. İslam dininin, Kürt meselesinin çözümüne ne kadar katkı sağlayacağını tartışan din adamları bölgeden bir isim olan Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nden ilahiyatçı Arif Gezer, dinin bölge halkı üzerindeki etkisini yorumlarken Said Nursi'nin penceresinden Kürt sorununu anlamaya çalışan Nur Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Mehmet Paksu ise Bediüzzaman Nursi'nin 100 yıl önce gündeme getirdiği çözüm önerilerini yeniden gündeme taşırken üniversitelerde ana dilde eğitimin önemine de vurgu yaptı. Selçuk Üniversitesi'nden Prof. Dr. Orhan Çeker de şimdiye kadar problemin çözümünde din adamlarının devre dışı bırakılmasından yakınarak, 'Şimdiye siyasiler ve bürokratlar çok konuştular. Aydınlar da zaman zaman sivil katkılarda bulunuyorlar. Din adamlarının şimdiye kadar çözüme katkılarının olmamasının nedeni din adamlarından bir katkı talebinde bulunmamasıdır' dedi.


Herkesin kendi kültürel değerini korumak istemesi en doğal hakkıdır
Dr. Arif GEZER:

İslam, ırkların ve kabilelerin hiçe sayılması gibi bir görüşe sahip değil. İslamiyet; ırk, kabile ve boy farklılıklarının korunmasından yanadır. Yani onların yok sayılmasına veya asimile edilmesine kesinlikle karşıdır. Lakin, İslam'ın bu ideal yaklaşımı, İslam Tarihi'nin her bir safhasında tam olarak uygulanamamış. Bir kişinin mensup olduğu ırkını sevmesi başka, ırkçılık yapması ise daha başka. Bu konudaki sınırı yine Hz. Peygamber çizmiştir: “Şüphesiz ki bir kişinin ırkını sevmesi ırkçılık değildir. Irkçılık, haksız olan bir kişiyi, sırf kendi ırkından olduğu için savunmak ile başlar.” Aynı şekilde bir ırka mensubiyet ile o ırk adına ırkçılık sınırının iyi ayarlanamaması veya ayarlanmak istenmemesi, çöp ile samanın birbirine karıştırılmasıdır.

IRKINI SEVMEK IRKÇILIK DEĞİL

Her şeyden önce bölgede var olan Kürt sempatizanlığının ırkçılık olarak değerlendirilmesi yerine, hadiste geçen “Bir kişinin kendi ırkını sevmesi ırkçılık değildir” ifadesiyle açıklanmasının daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Kafkas asıllı biri olarak şahsen benim Kafkasyalılara ve oradaki olaylara daha çok ilgi duyduğum ve ora ile ilgili yardım kampanyalarında seve seve görev aldığım kişisel bir gerçeğimdir. Kendim için doğal ve fıtri kabul ettiğim bu gerçeği başkalarına gelince anormal görmem kendim ile çatışmam demektir. O halde bu bölgede yaşayan kişilerin de kendi örf ve adetlerini; dil başta olmak üzere kültürel haklarını korumak istemelerinden daha doğal bir durum olamaz. Bu konudaki her bir talebi hemen devletin üniter yapısına halel getirecek bir durum olarak görmek doğru bir algılama şekli değildir. Kürt kelimesini bir tabu gibi düşünmek aşırı bir hassasiyettir.

BÖLGE İNSANI İÇİN DİNDARLIK ÖNEMLİ

Bütün bunlarla beraber, geçim sıkıntısı ile cedelleşen geniş halk kitlesinin bir tarafa kanalize edilebilmesi, büyük oranda siyasilerin feraseti veya ferasetsizliği ile doğru orantılıdır. İşsizlik başta olmak üzere bölgenin ekonomik sorunlarına da mümkün derece erken bir çözüm üretilebilmelidir. Şimdiki iktidar partisinin son seçimlerde aldığı yüksek oy oranı bu konudaki ümitlerin canlı tutulabilmesi için önemli bir göstergedir. Bu arada bu partinin bu denli yüksek oy oranına ulaşabilmesinin en temel sebebi olarak parti başkanının dindar kişiliğini tahmin etmek zor değildir. Demek ki bölge insanı dindar bir bakış açısını çok önemsemektedir. Bizce bu bakış açısı ırkçılığa karşı çok önemli bir set olarak görülmeli ve değerlendirilmelidir.


Din bağı zayıfladıkça sorun çözülemez oldu
Mehmet Paksu:

Doğu insanı yaratılışı gereği dine değerlerine sadıktır, İslam'a ve Kur'ân'a bağlıdır, gönül ehlidir, ruhlarında din duygusu hakimdir. Karşılarında dindar birisini görürlerse ona olan güvenleri artar. Bin yıldır Türklerle Kürtleri bir arada tutan, onları et/kemik gibi birleştiren en önemli bağ din kardeşliği bağıdır. Bu bağ zayıfladığı günden bu yana sorunlar bir kördüğüm halini almıştır. Bu bölgede doğan, yetişen, temel eğitimini de buradaki hocalardan alan ve halkı da çok iyi tanıyan, ihtiyaçlarını bilen, o günden bu yana halk tarafından sevilen Bediüzzaman Said Nursi, 100 yıl öncesinden halkın sorunlarıyla yakından ilgilenmiş, çözüm önerileri getirmiş, en yetkili makamlara ve kurumlara götürmüştür. Fakat ne yazık ki, gereken desteği alamamıştır. Bediüzzaman, Osmanlı'nın meşrutiyetle tanışması üzerine, hemen elini çabuk tutarak aynı yıllarda baştan sona Doğu'yu gezmiş, halk kesimiyle, aşiret reisleriyle, ulema ile uzun görüşmeler yapmış, yeni idari sistemin güzelliklerini, hürriyetin ve meşrutiyetin (bugünkü anlamıyla demokrasinin) önemini anlatmıştır. Bu görüşmelerini daha 'Münazarat' adlı eserinde bir araya getirmiştir. Bediüzzaman kitabında Kürt sorunuyla ilgili özellikle üç temel mesele üzerinde durur ve bu noktada çözüm önerileri sunar. Bu üç sorun cehalet, fakirlik ve ayrılıktır.

ÇÖZÜM İÇİN ÖNCELİK EĞİTİM

Bu sorunlara karşı eğitim, istihdam ve birlik beraberlik çarelerin hayata geçirilmesini önerir. Bu sorunlar içinde özellikle eğitim meselesi üzerinde durur, Diyarbakır, Bitlis ve Van gibi merkezlerde Medresetüzzehra adıyla bir üniversitenin kurulması noktasında büyük çaba gösterir.

Bu düşüncesini hayata geçirmek için önce Sultan Abdülhamit'e dilekçe yazarak din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversitenin açılması için talepte bulunur. Hatta Yıldız Sarayı'nı Darülfünun'a (üniversiteye) çevirmesi teklifini yapar. Fakat padişahla görüştürülmez, mesele akim kalır. Daha sonra II. Meşrutiyet döneminde Sultan Reşad'a konuyu açar. Sultan'ın takdir etmesi ve 20.000 altın vermesi üzerine Van-Edremit'te medresenin temeli atılır. Ancak Medresetüzzehra'nın binası bitmeden ve açılışı gerçekleşmeden I. Dünya Savaşı başlar ve bölgenin savaş alanı haline gelmesiyle de gerçekleşmesi mümkün olmaz. Milli Mücadele sırasında İstanbul'da faaliyet gösteren ve TBMM'nin takdirini kazanan Bediüzzaman, davet üzerine 1922 yılında Ankara'ya gider. Medresetüzzehra'nın açılışı için yine faaliyetlerine devam eden Bediüzzaman'ın talebi doğrultusunda, 200 milletvekilinden içlerinde Mustafa Kemal Paşa'nın da bulunduğu, 163'ünün reyi ile Doğu'da bir üniversite kurulması kabul edilir. Ancak bu karar kağıt üzerinde kalır, hayata geçirilemez.

BEDİÜZZAMAN'I İYİ ANLAMALIYIZ

Said Nursi'nin hayali, bu üniversitede hem Arapça, hem Türkçe, hem de Kürtçe eğitim verilmesiydi. Eğitimde de, hem modern ilimler, hem de din ilimler birlikte okutulmalıydı. Akıl/kalb ikilisi beraber hareket etmeliydi. Kafa ile birlikte vicdanlar da eğitilmeliydi. Bu açıklamalardan sonra söylenecek tek bir şey varsa o da, Bediüzzaman anlaşılmadıkça, onun teklif ve tavsiyelerine bakılmadıkça Doğu'daki sorunların çözüleceğine inanmıyorum.


Atılan adımlar yeterli değil

Sorunun çözümü noktasında atılan adımlar var ve küçümsememek gerekir. Ama bu adımlar yeterli değil. Çözüme yönelik ciddi ve kalıcı çalışmalar yapılır, eğitime ağırlık verilir, dini konularda gerekli programlar yapılır, halkın kalbi kazanılır, şefkatle yaklaşılırsa, kimsenin istismarına meydan kalmaz.


'Fesad'ı hep birlikte ortadan kaldıralım

Gerek resmi ve gerek sivil ne kadar din temsilcisi kurum ve kişi varsa hepsinden istifade edilmeli. 'FESAD'ı ortadan kaldıracak her türlü samimi teşebbüsün olması gerektiğini düşünüyorum.


Prof. Dr Orhan Çeker:

Kürt meselesinin çözümünde din birinci sıradaki faktördür.Yetkili insanlarımız bu faktörü dışladıkları için doğu meselesi şimdiye kadar halledilemedi. Kimi askeri yetkililerimizin de ifade ettiği gibi yaklaşık bir asırdır Doğu ve dolayısıyla Kürt meselesinde bazı hatalar yapıldı. Bu konuda hataları da etkin biçimde beyan ederek yeniden bir strateji çizilmelidir. Bu yeni stratejide din merkezde olmalıdır.

DİN MERKEZE ALINMALI

Dinin merkeze alınmasında da samimi olunmalıdır. İnsana karşı sevgi ve hizmet esasına dayalı bir samimiyet olmalı ve kesinlikle istismar düşünülmemelidir. Şöyle veya böyle toplum gerçekleri ile beraber yaşadığımıza göre bu gerçekleri gözardı eden bir strateji başarılı olamaz. Benim kanaatimce Doğu'da bu dini duyguları üst seviyede temin eden iki ciddi kurumdan da yararlanılmalıdır.

Hangi toplum kesiminden olursa olsun bütün insanları kardeş görmedikçe bu problem çözülemez hatta gittikçe de olumsuz yönde kronikleşir. Şimdiye kadar bu din unsuru ihmal edilmek değil yok sayılarak meselenin çözümüne gidildi. Din unsuru insanın her hücresine işlemiş olduğundan bu unsur olmadan hiçbir çözüm yolu meseleyi halletmez. Yetkililerimiz bütün ön yargıları bir tarafa bırakarak yeniden bu meselenin çözümü için etkin yolu tercih etmelidirler.

DİN UNSURU İHMAL EDİLDİ

Şimdiye kadar siyasiler ve bürokratlar çok konuştular. Aydınlar da zaman zaman sivil katkılarda bulunuyorlar. Din adamlarının şimdiye kadar çözüme katkılarının olmamasının nedeni din adamlarından bir katkı talebinde bulunmamasıdır. Din unsurunun ihmal edildiği bir ortamda tabiatıyla din adamı da kenarda kaldı. Gerek resmi ve gerek sivil ne kadar din temsilcisi kurum ve kişi varsa hepsinden istifade edilmelidir diye düşünüyorum. Dini terimle ifade edecek olursam “FESAD”ı ortadan kaldıracak her türlü samimi teşebbüsün olması gerektiğini düşünüyorum.


Din adamları mutlaka çözüme dahil edilmeli

Terörün eğitimle çözülmesi yolu tercih edilmelidir. Hatta bu iş için çok geniş çaplı istişareler yapılmalı, raporlar hazırlanmalı, projeler geliştirilmelidir. Sonuçta bu ülke hepimizindir, her kim ne kadar hizmet ederse o ölçüde memnuniyet duyarız. Bu noktada din adamları da yukarıda söylediğim gibi meselenin çözümü için etkin biçimde dahil edilmelidir. Din unsuru samimiyetle devreye sokulmadan mesele çözülemeyeceğine göre dini temsil eden insanların da bu vatani meselede katkıları temin edilmelidir.






Yarın: Prof. Dr. Ali ERBAŞ - Prof. Dr. Faruk BEŞER - Prof. Dr. İlhami GÜLER - Dr. İbrahim SARMIŞ

16 yıl önce