|

Darbeci subayları Masonlar sakladı

1800'lerin sonlarına doğru eski ihtilalcilerden esinlenen genç subaylar gizli örgütlenmelere girişmişlerdi. Sultan Abdülaziz'i deviren generaller adeta bayrak haline getirilmişti. Harbiye mekteplerinde kurulan cuntacı örgütler Sultan Abdülhamid'e karşı faaliyetlere girişti. Bu doğrultuda İttihad ve Terakki Cemiyeti fedailerince birçok suikast tertiplendi. Ancak bu cinayetlerin gerçek failleri bir türlü ele geçirilemedi. Çünkü perde gerisinde Mason locaları vardı

Abdullah Muradoğlu
00:00 - 16/11/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:58 - 15/11/2011 Salı
Yeni Şafak
Darbeci subayları Masonlar sakladı
Darbeci subayları Masonlar sakladı

Sultan Abdülaziz'in darbeyle indirilmesi ülkemizin siyasi tarihini etkileyen gelişmelere sebebiyet verdi. Olaylar birbirini tetikleyerek devam etti. '31 Mart Vakası'nı izleyen günlerde bir askeri darbeyle Sultan Abdülhamit de tahttan indirildi.

1913'deki Hükümet darbesi ise karşı-darbe girişimlerini kışkırttı. Her siyasi fırka zor kullanmak suretiyle hükümet değiştirmeye yeltendi. Siyasi husumetler nedeniyle işlenen cinayetler cabasıydı. Bu gelenekler Cumhuriyet döneminde de çok sayıda darbeye ve binlerce vatan evladının kaybına yol açtı. İyi bir amaca kötü araçlarla ulaşılamayacağını göstermesi bakımdan bütün bu yaşananlar acı bir deneyimdir.

Peki başka bir yol olabilir miydi?

Her zaman bir yol vardır ama insanlık tarihi bu yolların denenmemesi yüzünden birçok toplumun telafi edilemez kayıplara uğradığını gösteren örneklerle doludur.

1876'da Kanun-i Esasi ilan edilirse İmparatorluğun selamete kavuşacağına ilişkin kanaatlerin Osmanlı-Rus savaşıyla birlikte bir hayalden ibaret olduğu anlaşılmıştı. Aynı durum İkinci Meşrutiyet için de geçerlidir, çünkü ardından Balkan Bozgunu gelecektir.

HARBİYE MEKTEPLERİNDE GİZLİ KOMİTELER

1800'lerin sonlarından itibaren eski ihtilalcilerden esinlenen genç subaylar gizli örgütlenmelere girişmişlerdi. Sultan Abdülaziz'i deviren generaller adeta bayrak haline getirilmişlerdi. Harbiye Mekteplerinde “Hüseyin Avni Paşa Komitesi” veya “Süleyman Paşa Komitesi” adıyla gizli örgütler kurulmuştu. Hüseyin Avni Paşa, Sultan Abdülaziz'in kayınbiraderi Yüzbaşı Çerkes Hasan tarafından öldürülmüştü.

Genç subaylar Sultan Abdülhamit'e karşıydılar ve onu da amcası Abdülaziz gibi devirmek istiyorlardı. 'Kanun-i Esasi'nin ilanıyla devletin kurtulacağına inanıyorlardı. Bu uğurda kan dökmeye hazırdılar.

İttihat ve Terakki Cemiyeti (yahut Osmanlı Hürriyet Cemiyeti) genç subaylar arasında hızla taraftar topluyordu. Örgüt, faaliyetlerini kaynayan bir kazan olan Makedonya'daki subaylar arasında yoğunlaştırmıştı.

Sırplar, Bulgarlar, Makedonlar, Ulahlar, Yunanlılar hem birbirlerine karşı hem de Türk ve Müslüman ahaliye karşı çete savaşı veriyorlardı. Arnavutlar da diğer etnik gruplarla çatışma içerisindeydiler. Sırp ve Bulgar çetecilerin amacı bölgeyi istikrarsızlaştırmak suretiyle yabancı güçlerin müdahalesini sağlamaktı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne mensup subaylar komitacılığı bu çetelere karşı verdikleri mücadele sırasında öğrenmişlerdi. Çetecilerden öğrendiklerini Sultan Abdülhamit idaresine karşı kullanmaya başlamışlardı.

Kanun-i Esasi ilan edilirse Rumeli'deki Müslüman olmayan azınlıklar da çetecilikten vazgeçerek özgür Osmanlı toplumu içerisindeki yerlerini alacaklardı. Bu kadar saf, romantik ve idealist idiler.

ORDUDAKİ ZAAF BALKANLAR'IN KAYBEDİLMESİNE YOL AÇTI

'Hürriyet kahramanı' olarak anılan Kolağası Resneli Niyazi hatıralarında Kanun-i Esasi'nin ilan edildiği 1908'de şöyle diyecekti:

“Altı yıldan beri çıkarları uğruna birbirini boğazlayan Ulahlar, Rumlar, Bulgarlar ve Sırplar şimdi Türklerin açtığı bayrak altında toplanarak ayrılıkları, kırgınlıkları sararak, kaybettiklerini unutarak insanlıkla ülkenin yücelip yükseltilmesine çalışacaklar.”

Resneli Niyazi'nin hatıralarındaki son sözleriydi bunlar. Oysa Kanun-i Esasi'nin ilan edilmesinden dört yıl kadar sonra Balkan Savaşları çıkacak, Rumeli'nin yanı sıra Ege Adaları da elimizden çıkacaktı.

Resneli Niyazi 'Balkan bozgunu'nu görecek kadar yaşamıştı. Bu bozgunda subayların kendi aralarında fırkalara bölünmesleri suretiyle orduyu zaafa uğratmasının büyük payı vardı.

MEŞRUTİYETÇİLER BİRBİRİNE GİRDİ

Peki önce Balkan bozgununa, ardından Birinci Cihan Harbi'ne ve sonrasında Osmanlı'nın tasfiyesine yol açan gelişmeler nasıl bir halet-i ruhiyenin eseriydi?

Hürriyet getirmek isteyen idealist subaylar nasıl oldu da bu hürriyeti birbirlerine bahşetmek istemediler?

Hükümet gücünün arkasına gizlenen şiddet vazgeçilmez bir araç, bir usül haline gelmişti.

İttihatçılar da, muhalifleri de kullandıkları aracın esiri olmuşlardı. Fail-i meçhul cinayetlerle açılan yol, imparatorluğun sonunu hazırlayan siyasal gelişmelere döl yataklığı yapmıştı. Cemiyetin Makedonya'daki fedaileri İstanbul'da kamplaşmaların silahlı güçleri haline gelmişlerdi. Bir taraf diğerine kesin biçimde baskın gelmedikçe bu savaş bitmeyecekti..


Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilmesinde Mason localarının büyük payı olduğunu Angelo İacovella şöyle özetler:

“Herkes tarafından bilinmeyen konuysa, sokaklarda yaylım ateşi sürerken, tutuklanmak üzere izlenen ve aranan liberallerin localarda himaye edildikleriydi; yeni ve beklenmedik devrimin karmaşık ve coşkulu hareketi localardan yönetiliyordu.(..) Gericiliği(!) kesin olarak kırmak için Jöntürkler padişahı tahttan indirdiler.”


Nazım Bey'i vurdular 'Bulgar çeteleri yaptı' dediler!

Sultan Abdülhamid'i 'Kanun-i Esasi'yi ilan etmeye zorlayan olaylar Makedonya'daki İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından tetiklenmişti. İtalyan radikal ve ihtilalci milliyetçilerin 'Karbonari' örgütlenmesinden esinlenen Cemiyet ayrıca Selanik'teki İtalyan Masonluğunun perdesi altına gizlenmişti. Subayların Cemiyete kabul edilme usülleri de Masonların yemin törenlerini andırıyordu. Cemiyetin 'Fedai bölükleri' de vardı, verilen görevi kasten yerine getirmeyen idam hükmünü imzalamış sayılıyordu.

İhtilalci subayların ilk hedefi Selanik Merkez Kumandanı Yarbay Nazım Bey oldu. Örgütün Selanik kanadını soruşturan Nazım Bey, Kurmay Binbaşı Enver Bey'in eniştesiydi. İdam kararını onaylayanlar arasında Enver Bey de vardı.

Nazım Bey'in Yıldız Sarayı ile yaptığı görüşmelerin şifresi Cemiyete bağlı subaylar tarafından ele geçirilmişti. Her yazışmanın bir kopyası Cemiyete gidiyordu. Nazım Bey'i kimin vuracağını belirlemek için çekilen kurada

Mustafa Necip'in ismi çıkmıştı. Mustafa Necip, Nazım Bey'i vurdu ama öldüremedi. Nazım Bey evinde vurulduğu sırada yanında Enver Bey ile İsmail Canbulat vardı. Nazım Bey'i birlikte tuzağa düşürmüşlerdi. Enver Bey ile Canbulat, Nazım Bey'i pencereye yakın bir yerde lafa tutarak oyalayacaklardı. Dışarda bekleyen Mustafa Necip ise içerden aldığı bir işaretle silahını ateşleyecekti. Saldırı sırasında Canbulat da kaza kurşunuyla bacağından yaralanmıştı.

Suikastçi Selanik'teki güvenli evlerde saklanmak suretiyle korunmuştu. Üstelik Enver Bey eniştesi Nazım Bey'i kendisine suikast düzenleyenlerin Bulgar çeteleri olduğuna ikna etmişti. Selanik'teki hükümet erkanı da oltayı yutmuştu. Olay, resmi yazışmalara “Merkez Kumandanı Nazım Beyin bir şahsı meçhul tarafından saldırıya uğramak suretiyle yaralandığı” şeklinde geçecekti..

Tahkikat derinleştirildikçe suikastin Bulgar çetelerle ilgisi olmadığı ortaya çıkmış ve dikkatler Cemiyete yöneltilmişti. Bu arada Mustafa Necip, Selanik'ten Tikveş'e kaçırılmıştı. Hükümetin yaptığı soruşturma Cemiyetin baskısıyla etkisiz kalmıştı. Resneli Niyazi'ye göre soruşturmaların sonuçsuz kalması genç subayları çeteciliğe özendiriyordu.

Manastır Polis Müfettişi Sami Bey ise Yarbay Nazım kadar şanslı değildi. Örgüt, Sami Bey'i Korşuva'da pusuya düşürerek öldürmüştü. Manastır'daki örgütün mensuplarından Mümtaz Kolağası Servet Bey (emekli albay Servet Moran), Polis Müfettişi Sami'nin öldürülmesine karar verenler arasında Miralay Sadık Bey'in de bulunduğunu belirtir (Sadık Bey, Meşrutiyetten sonra İttihatçılardan ayrılarak Halaskaran-i Zabitan Grubunu kuracaktır). Miralay Sadık, Sami Bey'in ölüm emrini kurye ile Korşuva'da Üçüncü Avcı Taburundan Müfreze Kumandanı Yüzbaşı İbrahim'e ulaştırmıştı (1923'ten itibaren 4 kez CHP'den Bilecik Mebusu olan emekli albay İbrahim Çolak).

Pusuda 'gırra' denilen bir tüfek cinsi kullanılmasının sebebini Servet Moran şöyle açıklıyordu:

“Gırra tüfeği ile vurdurulması da o tarihte Rum eşkıyasının elinde gıra tüfeği bulunması hasebiyle vakanın tahkikat neticesini bir çıkmaz yola sevk etmek maksadına matuf idi” (Bak: Kazım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti).

Sami Bey'in öldürülmesiyle ilgili bir başka anlatı da vardır. Bu hikayeye göre Yüzbaşı İbrahim ve bir arkadaşı pikniğe davet ettikleri Sami Bey'i öldürmüştü. Cinayet sırasında kazaen elinden vurulduğu için Yüzbaşı İbrahim'in lakabı 'Çolak İbrahim' olarak kalmıştı. Tabii failler yine bulunamayacak ve bu olay da 'faili meçhul bir cinayet' olarak kayıtlara geçecektir.

Makedonya'da polis müfettişi Sami'nin Cemiyet tarafından öldürülmesi üzerine Osmanlı devlet birimleri arasında gerçekleşen bir yazışma şöyleydi: “Ötede beride hükümet aleyhine bazı teşekküller vücut bulduğu ve ez cümle hudut boylarında Farmason locaları namı altında faaliyete geçtikleri mutlak surette istihbar edilmiş olduğundan bunların faaliyetlerine zinhar meydan verilmeyerek locaların kapatılması ve teşekküllerinin derhal dağıtılması irade-i seniye iktizasıdır.”

Bu olayın ardından Resneli Niyazi çete teşkil ederek dağa çıkmıştı. Yüzbaşılar Eyüp Sabri ve Bekir Bey ile Binbaşı Hasan Tosun çeteleri de Resneli'yi izleyeceklerdi. Albay Servet Moran'ın naklettiğine göre bu tam teşkilatlı çetelere mensup ikinci ve üçüncü derecede küçük çeteler de vardı. Bir ağ gibi Makedonya'yı saran örgütün en sarsıcı eylemi Şemsi Paşa'nın Manastır'da öldürülmesiydi.


'Hasta Adam'ı çocuklarına boğdurdular!

Selanik'teki İttihatçılarla Masonlar arasındaki ilişkiler öteden beri ilgi konusudur. Bu bağlamda Türk ve İtalyan masonları arasındaki ilişkileri araştıran Angelo İacovella şu bilgileri veriyordu: “O dönemlerde, İtalyan Masonluğunun işbirliği sayesinde Jöntürkler ilk kez imparatorluk sınırları içinde gizlice çalışabilme olanağına kavuştular. Makedonya Locası'nın yeniden canlanışıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin doğuşu arasındaki bağlantı, olayların ve belgelerin ışığında, hiçbir kuşkuya yer bırakmamaktadır” (Bak: Hilal ve Gönye: İttihat-Terakki ve Masonluk). Bu locanın ilk kurucuları arasında İngiliz diplomat Sir John Elijah Blunt da vardı. Üsküp, Edirne, Belgrad ve Manastır'ın ardından 1879'da Selanik Konsolosluğu'na atanan Blunt 1899 yılına kadar bu görevde kalmıştı. 1901-1908 arasında Makedonya Locası'nda 188 kişi masonluğa kabul edilmişti. Bunların 23'ü Rumeli'deki II. ve III. Kolordu'nun üst rütbeli muvazzaf subaylarıydı. Angelo'ya göre bu durum İttihat ve Terakki ile Masonluğun Osmanlı ordusu saflarına özel olarak sızdıklarını onaylayan bir diğer kanıttı. Cemiyetin önde gelen pek çok sivil üyesi de Makedonya Locası'nda tekris edilmişti. Mesela Çadırköşkü Mahkemesi'nde Mithat Paşa'nın avukatlığını yapan Manyasizade Refik Bey, İttihat ve Terakki'nin Selanik'teki önde gelen isimleri arasındaydı. İkinci Meşrutiyet'te bakanlık yapan Refik Bey 1908'de öldüğünde İtalyan masonları ölüm ilanı yayınlayarak büyük kayıp verdiklerini vurgulamışlardı.


Localar cemiyete koruyucu zırh oldu

Cemiyet ile İtalya Maşrık-ı Azamı (Büyük Mason Locası) arasındaki bağlantı adamı Cemiyetin Selanik'teki avukatlarından Emanuel Karasu idi. Makedonya Locası Cemiyet mensupları için koruyucu bir zırh olmuştu. Loca ihtiyaç halinde İtalyan sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Maşrık-ı Azamı'na bağlıydı. Selanik'teki Makedonya Locası'na gizlice giren Abdülhamid'e bağlı ajanlar İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin üye listesini ele geçirmeyi ummuşlardı ama bir gece önce bu bilgi bir mason subay tarafından Loca'nın Üstad-ı Muhteremi olan Emanuel Karasu'ya sızdırılmıştı. Cemiyete ait mahrem bilgilerin yer aldığı kasa Masonlarca boşaltılmış ve yerine cemiyete muhalif isimlerin yer aldığı sahte bir isim listesi konulmuştu.


YARIN:
Manastır'da vurularak öldürülen Korgeneral Şemsi Paşa'nın son sözü: “BENİ BİR ZABİT VURDU!”
12 yıl önce