|

Hasan Fehmi suikastıyla darbeye zemin hazırlandı

Meşrutiyet'in ilanından sonra muhalif gazeteci Hasan Fehmi'nin Galata Köprüsü'nde öldürülmesi ülkede infiale sebep oldu. Cinayeti protesto eden üniversite öğrencileri “Gizli eller kırılsın” diyerek Bab-ı Ali'ye ve Meclis-i Mebusan'a yürüdü. Meclis'te de iktidar ve muhalefeti birbirine düşüren bu provokasyon, İstanbul'u alt üst eden 31 Mart Vakası'nın da habercisiydi

Abdullah Muradoğlu
00:00 - 18/11/2011 Cuma
Güncelleme: 02:14 - 18/11/2011 Cuma
Yeni Şafak
Hasan Fehmi suikastıyla darbeye zemin hazırlandı
Hasan Fehmi suikastıyla darbeye zemin hazırlandı

Resneli Niyazi, hatıralarının son cümlelerinde şöyle diyordu: “Altı yıldan beri çıkarları uğruna birbirini boğazlayan Ulahlar, Rumlar, Bulgarlar ve Sırplar şimdi Türklerin açtığı bayrak altında toplanarak ayrılıkları, kırgınlıkları sararak, kaybettiklerini unutarak insanlıkla ülkenin yücelip yükseltilmesine çalışacaklar...”

'İkinci Meşrutiyet'in ilanından iki gün sonra yazılmıştı bu cümle... İngiliz gazeteci Edward F. Knight '1908 İhtilalinin Hikayesi: Jöntürkler ve II. Abdülhamit' kitabında o günü şöyle anlatır:

“İhtilalin karargahı Selanik'te Avrupalıları hayrete düşüren büyük bir sevinç yaşanıyordu. Bulgarlar, Rumlar ve diğer çete liderleri; Arnavut tugayı ve şefleri; bütün bunların dağlardaki kanun kaçağı avanesi ki, kelleleri yıllardır satılığa çıkarılmıştı -getirene mükafat vardı- çocukluklarından beri birbirinin şehirlerini yakan ve kadınlarını öldüren bu insanlar Cemiyete teşekkür etmek, yekdiğeriyle barışmak ve Müslüman Türklerin dostu olmak için gelmişlerdi. Kahveler şerefe içiliyor, bazen de rakılar yuvarlanıyordu. Birbirini kucaklıyor, kardeş olacaklarına dair yemin ediyorlardı.” Bu şenlikli manzaraların ardından Meşrutiyet karanlık bir sis perdesi altında kaybolup yitecektir. Aslında o birkaç aylık şenlik, Balkanlar'daki kanlı tiyatro oyununda verilmiş kısa bir molaydı.

31 MART'I HABER VEREN CİNAYET

Anayasanın ilanından sonra Enver ve Talat Beyler, Sultan Abdülhamit ile yakınlaşmışlardı. Bundan rahatsız olan devletler, içerdeki adamları vasıtasıyla yeni bir oyun kuruyorlardı. Abdülhamit'e karşı birleşenler birbirlerinden ayrılmaya başlamışlardı. İttihatçılar ve liberal Prens Sabahattin'in birleşme çabaları sonuç vermemişti. Sabahattin Bey'e yakın olanlar 'Osmanlı Ahrar Fırkası'nı kurmuşlardı. Avnullah El Kazimi de 'Fedekaran-i Millet Cemiyeti'ni kurmuştu. Basın, subaylar, aydınlar fırkalara bölünmüştü. Normal olmayan, bu fırkaların birbirinin canına kastedecek şekilde davranmalarıydı. Önce İsmail Mahir Paşa'nın, sonra Hasan Fehmi'nin fail-i meçhul cinayetlere kurban gitmesi Meşrutiyet'in havasını zehirledi. Hasan Fehmi'nin öldürülmesi İttihatçılar ve muhalifleri arasındaki gerginliğin infilak etmesine sebep oldu. Bu cinayet '31 Mart Vakası'nın habercisiydi.

“SENİ ÖLÜM LİSTESİNE ALDILAR”

Mevlanzade Rıfat'ın çıkardığı Ahrar yanlısı 'Serbesti' gazetesinin başyazarı olan Hasan Fehmi, İttihat ve Terakki'yi sert biçimde eleştirdiği için ölüm tehditleri alıyordu. Ordunun siyasete bulaşmasını eleştiriyor, bazı devlet adamlarının yolsuzluklarını ifşa ediyordu. Arkadaşlarının “Seni ölüm listesine aldılar, dikkatli ol, evden dışarı çıkma” uyarılarını duymazlıktan geliyordu.

6 Nisan 1909 akşamıydı. Hasan Fehmi bir akşam arkadaşı Ertuğrul Şakir ile Galata Köprüsü'nde yürüyordu... Arkalarında aniden bir subay belirdi. Arkadan yaklaştığı Hasan Fehmi'ye üç el ateş etti. Katil, “Al sen de Mevlan” diyerek Mevlanzade Rıfat zannettiği Şakir'in belden aşağısına ateş etmişti. Tetikçi Eminönü tarafına doğru koşarak gözden kaybolmuştu. Zabıta, katili takip etmek yerine kasığından yaralanan Şakir'i cinayet zanlısı diye karakola götürmüştü. Cinayet İstanbul'da deprem etkisi yaptı. Muhalif basına göre cinayet İttihat ve Terakki Cemiyeti yahut Cemiyetin arkasına gizlenmiş bir komite tarafından planlanmıştı. Cemiyet ise yayımladığı bir bildiriyle iddiaları yalanladı.

8 Nisan günkü Serbesti gazetesinin ilk sayfası sadece şu cümleyle çıkmıştı: “Serbest basının ilk kurbanı ömrünü sürgünlerde geçirmiş olan evlad-ı hürriyetten Hasan Fehmi Bey'in ruhuna Fatiha.”

BİR HAFTA İÇİNDE NELER OLMAZ!

Cinayet Meclis-i Mebusan'da sert tartışmalara neden oldu. Muhalif mebuslar Hasan Fehmi'ye atılan kurşunların bütün basına, bütün Osmanlı milletine atıldığını vurguladılar. Verilen soru önergelerinde, “İki tarafında asker ve zabit ve ortasında Bahriye nöbetçileri bulunan Galata Köprüsü'nün üzerinde gerçekleştirilmiş bu cinayetin faili nasıl olup da yakalanamaz” deniliyordu.

Hükümeti destekleyen mebuslara göre cinayet siyasi değil adli bir vakaydı.. Hasan Fehmi'nin Arnavut olmasını dile getirerek cinayetin başka sebeplerle işlenmiş olabileceği imasında bulunanlar bile vardı.

Verilen araştırma önergesinin görüşülmesi bir hafta sonrasına bırakılmıştı. Bir mebus “Öbür Cumartesi mi? O vakte kadar neler olmaz” diyerek bağırmıştı. Hakikaten öyle oldu, bir hafta içerisinde 31 Mart vakası gerçekleşti ve Hasan Fehmi Bey dosyası da gümbürtüye gitti.


“Rejim oturuncaya kadar bu ölümler şart!”

İsmail Mahir Paşa sahte bir mektup vasıtasıyla Saray'a davet edilmişti. Saray'dan böyle bir davetin sözkonusu olmadığını öğrenmiş ve kıl payı bir suikastten kurtulmuştu. Bu sahte mektupla ilgili bir tahkikat için Harbiye Nezareti'ne çağırılmıştı. Katiller bu çağrıyı da haber almışlardı. Paşa bir adamıyla evinden Harbiye Nezareti'ne doğru yola çıkmıştı. Aniden çıkan pelerinli bir zabit Mahir Paşa'ya ateş etti.

Olay yerine ilk ulaşan, İttihatçılardan Hasan Amca (Hasan Vasfi Kıztaşı) idi. 'Doğmayan Hürriyet' başlıklı anılarında anlattığına göre Mahir Paşa ve adamı sokakta yürüyordu. Bir tesadüf eseri Hasam Amca arkalarındaydı. Kepenk indirmesine benzer bir ses duymuştu. Köşeyi döndüğünde Paşa yerdeydi. Paşa'nın adamı da bacağından yaralanmıştı. Gözden uzaklaşmakta olan pelerinli bir zabitin karartısını Hasan Amca'ya göstererek “Paşayı vurdular” demişti.

'GÖRMEDİM, DUYMADIM'

Paşa'yı sedyeyle taşırlarken bir bekçi gelmiş ve biraz evvel pelerinli bir teğmenin kendisine “Bir paşa vurulmuş. Git bak” dediğini aktarmıştı. Hasan Amca hemen müdahale etmiş, “Nereden biliyorsunuz subay olduğunu” diye sormuş, bunun üzerine bekçi “Hayır bilmiyorum, subay gibi bir şey dedim” diyerek lafı çevirmişti.

Hasan Amca şöyle devam ediyordu sözlerine: “Bu konuşma kısa sürdü, beş altı kişi olmuştuk, hepimiz de bir şey görmediğimizi söylemeye zımmen mukaveleli gibi konuşmadan danışmadan hazırlanmış idik sanki... Zaten soran da olmadı”.

Dr. Müfit Ekdal'ın “Bir İhtilalcilden Dinlediklerim” isimli kitabında ise Hasan Amca aynı olayı şöyle anlatır:

“Bir akşam üstü Divanyolu'ndan yukarı doğru çıkıyor, önümde bir Paşa, onun da arkasında bir Haremağası yavaş adımlarla ilerliyorlardı. Tam karşıdan pelerinli genç bir teğmen hızlı hızlı geldi, silahını çekip Paşa ile Haremağasını vurdu. Paşa yere düştü, ayağından vurulan Haremağası'nın yarası hafif olduğu için ayakta kıvranıyordu.” Hasan Amca bu cinayetten çok etkilenmişti ve İttihatçı arkadaşlarıyla konuyu tartışmıştı. Yakup Cemil, cinayeti eleştiren Hasan Amca'ya çıkışarak “Rejim oturuncaya kadar bu ölümler şart” demişti.

İsmail Mahir Paşa, Manastır'da öldürülen Şemsi Paşa'nın akrabası idi. Cemiyetin düşmanlığını hak eden bir şahsiyet değildi, bu yüzden öldürülmesi üzüntüyle karşılanmıştı. Ahmet İzzet Paşa, anılarında şöyle der:

“Binlerce tanınmış hırsız rüşvetçi hafiyet hatta cani meydanda gezerken Sultan Hamid ricali arasında adı bile duyulmayan bir Arnavut İsmail Mahir Paşa seçilip kandırılarak evinden çıkarılmak ve sokakta arkasından kurşunla vurulmak suretiyle öldürüldü. Bununla da bir kavmin kızgınlığı çekildi.” Paşa haklıydı, Arnavut subayların İstanbul'dan uzaklaştırılmaları da yanlış olmuştu. Üst üste gelen yanlışlar 'Halaskaran-ı Zabitan (Kurtarıcı Subaylar)'ı doğurmuştu. Hasan Amca da Ahrar'a ve Halaskarlar'a katılmıştı. Halaskar subaylar da tıpkı İttihatçılar gibi Makedonya'da dağa çıkmışlar ve Hükümet istifa etmek zorunda kalmıştı..


Resneli Niyazi'nin hayalleri yıkılmıştı!

'Hürriyet kahramanı' olarak ünlenen Resneli Niyazi'nin yaşam öyküsü dramatik şekilde sonuçlandı. 1912-13'teki 'Balkan bozgunu'ndan ötürü büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Ölmeden önce Avlonya'da rastladığı bir subay arkadaşına, “Görevimi yerine getiremedim, çok üzgünüm” demişti. Niyazi Bey'in hatıralarını yayımlayan İhsan Ilgar'ın dediği gibi Balkan Savaşları Resneli'nin kurtarmak istediği Rumeli'yi baştanbaşa düşman eline düşürmüştü. Hayalleri, umutları yıkılmış, kırılmış halde ve hastalık acıları içinde kıvrandığı Arnavutluk kıyısındaki Avlonya'dan İstanbul'a dönmek istemişti. Avlonyalı Süreyya Bey'in anlattığına göre kıvrana kıvrana iskeleye indirilmişti. Deniz yoluyla İstanbul'a dönmeye hazırlanan Niyazi Bey kendisi gibi Arnavut ırkından bir komitacının kurşunlarına hedef olmuştu. Son nefesini vermeden önce sadece “Niçin?” diyebilmişti. Takvimler 17 Nisan 1913'ü gösteriyordu. Resneli Niyazi 1908'den sonra yaşadıklarını da hatıralarına eklemiş olsaydı acaba neler söyleyecekti bize?


GİZLİ ELLER KIRILSIN

Hasan Fehmi'nin öldürüldüğünü duyan üniversite gençleri dersleri boykot etmiş ve “Gizli eller kırılsın” sloganıyla eylem yapmıştı. Onbinlerce genç Bab-ı Ali'ye (Başbakanlık binası) yürümüş, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa da gençlerin karşısına çıkmak zorunda kalmıştı. Talebeler adına konuşan Hukuk talebesi bir genç (daha sonra Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı yapan Burhan Felek) şöyle diyecekti: “O köprü ki, iki başı asker ve polis karakolu ile çevrilmiş bir kapandır. Burada adam öldürebilmek için hükümetin yardımına güvenmek yahut hükümetten direktif almak lazımdı. İktidardan veya iktidar partisinden himaye görmeden katilin saklanabilmesine imkan yoktur. Makedonya dağ metotlarıyla imparatorluğun idaresi mümkün değildir.” Sadrazam, “Merak etmeyin 24 saatte katili buluruz ve asarız” demişti. Meclis-i Mebusan önünde de protestolarını sürdüren gençlerle Meclis Başkanı Ahmet Rıza arasında sert tartışmalar yaşandı. Hasan Fehmi'nin cenaze töreni bir gövde gösterine dönüştü. Meşrutiyetçi cephede büyük bir gedik açılmıştı ve bu gedik hiç kapanmayacaktı. Aradan 24 saat değil, 102 yıl geçti ama Hasan Fehmi'nin katilleri hep meçhul kaldı.


HÜRRİYETLE GELEN İSTİBDAT

İttihatçılar, Ahrarcılar, Fedakaran-i Millet'çiler, Abdülhamit dönemini “devr-i istibdat” diye niteliyorlardı. Devr-i İstibdat'ta muhalifler, gazeteciler kendilerine maaş bağlanarak sürgün edilirlerdi, “Devr-i Hürriyet”te ise arkadan vurularak öldürülüyorlardı. İki devir arasındaki fark, buydu. Prof. Tarık Zafer Tunaya fail-i meçhul cinayetleri “Resmi Tabanca” başlığı altında yorumlar. Muhalif kişileri öldürterek ortadan kaldırma yönteminin İttihatçılıkla bütünleştiğini, bu kurbanlar grubu içinde gazetecilerin özel bir yer işgal ettiğini belirten Prof. Tunaya, “1908-1918 arası, baştan sona iktidara hakim ya da iktidarda olan İttihat ve Terakki'nin bu işlemleri resmilik kazanınca, vuran tabanca 'resmi' olarak nitelendirilmiştir” diyecektir.(Bak: Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler) Elbette İttihat ve Terakki'yi tümden suçlamak haksızlık olur. Ancak İttihatçı hükümetlerin cinayetleri gereği gibi soruşturmadığı ve dosyaların örtbas edildiği de hakikattir.


YARIN: DARBEYLE GELDİ, SUİKASTLE GİTTİ


12 yıl önce