İslamabad'da, yani İslam şehrinde kalabalık bir heyet tarafından karşılanıyoruz. Havalimanında ve yolda karşılaştığımız sıkı güvenlik önlemleri, biber gazı hükmünde vücudumuzu esir alan sıcaklıktan arta kalan yorgunluk ile uykuya geçemeden sabaha kavuşuyoruz. Kaldığımız Serena Otel'de kapının altından atılan gazetenin manşeti, uykusuz geçen gecenin sabahını bir kat daha karartıyor: “Lahor'da 33 kişi bombayla öldürüldü” İnsani yardım için bulunduğunuz bir ülkede pazar yeri ve cami çıkışını hedef alarak yapılan saldırılardan haberdar olmak, televizyon seyrederken haberdar olmaya benzemiyor.
Kızılay'ın Pir Sabak Kampı'nda kurduğu “Mevlana Evleri”den oluşan Kardeşlik Mahallesi'nin açılış törenine katılmak üzere saat 10.00 sularında helikoptere biniyoruz. Kamp yerine varıyoruz. Kesif bir leş kokusu... Maskeler dağıtılıyor. Hiç düşünmeden takıyoruz. Birkaç dakika sonra burada yaşayan insanların karşısına maskeyle çıkmanın ne kadar kırıcı olabileceğini neyse ki erken fark ederek maskelerimizi cebimize koyuyoruz.
Çocuklar ellerinde Pakistan ve Türk bayraklarıyla Emine Erdoğan'ın gelmesini bekliyor. Sıcaklığı bilmemenin iyi tarafını, o günün akşamında ısının 60 derece olduğunu söylediklerinde fark ediyorum. Genişçe bir çadıra giriyoruz. Çadırın içinde çocuklar ve dikiş diken kadınlar... Türk Kızılayı kadınları meşgul etmek için dikiş makinesi getirmiş. Kadınlar dikiş dikerken hem kamptakilerin ihtiyacı karşılanıyor hem de bir şeyler üretirken birkaç dakikalığına olsun umutsuzluğun koynundan çıkıyor. Bir köşede çocuklar resim yapıyor. Saçları düğüm düğüm olmuş küçük bir kızın yaptığı resmin her yerini yeşile boyadığını görüyorum. Belki de onun köyü yemyeşil bir köydü. Kampın kurulduğu bölge ise, çöl kadar kurak... Her birinin maliyeti 3500 TL olan “Mevlana Evleri”nin kurulduğu Kardeşlik Mahallesi'nde dolaşıyoruz. Bir “ev”in kapısından içeri bakıyoruz. Yerde çıplak bir bebek, başında binlerce sinek... Bu çocuğu geçmiş yüzyıldan kalmış bir görüntü olmaktan çıkaran şey; başında hızla dönmekte olan vantilatör.
Pakistanlı çocukların “Hoş geldiniz” hitabını belki 5. defa duyuyoruz. Ama son duyuşumuzda ses biraz daha gür geliyor, Emine Erdoğan'ın tören alanına geldiğini anlıyoruz. Pakistanlı ve Türk kameramanlardan oluşan bir “ordu” görüntü yarışında. Biraz önce yere düşmesine sebep olduğu çocuğu kameraman fark etmiyor bile. Tören öncesi Emine Erdoğan kampı dolaşıyor. İyi bir terzi olan Emine Erdoğan, yaşını tahmin edemeyeceğimiz kadar kurumuş kadınlarla terzilik dili üzerinden iletişim kuruyor. O çadırda hem bir “Başbakan eşi”, hem de “yaşlı kadınların evladı” ve “çocukların annesi” olmayı aynı anda başarabiliyor.
Türk Kızılayı Başkanı Tekin Küçükali yeni düzenlemeleri aşkla anlatıyor: “Türk Kızılayı Pakistan'a 2005 depreminde girdi. O tarihten bu yana 11 Türk eleman Pakistanlılara 'Afete Müdahale Eğitimi' veriyor. 5 yılda 2 bin 150 kişiye eğitim verildi. Bu elamanlar Pakistan'da Türk Kızılayı içinde hizmet veriyor.” Pir Sabak Kampı'nda açılışına katıldığımız “Mevlana Evleri”, Türk Kızılay'ı tarafından tasarlanmış bir proje, “afet bölgesinin villası” olarak anılıyor. Çadırların 5-6 aylık ömrü olduğunu, çok insani olmadığını belirten Küçükali, Mevlana Evleri'nin Türkiye'de ilk defa Elazığ depreminden sonra kullanıldığını, uluslararası kullanımının ise Pakistan'da sel felaketi sonrası olduğunu söylüyor. “Mevlana Evleri” 12 metrekare. Çadır büyüklüğünde, içinde ranza ve masa var. Yataklar aynı zamanda koltuk olabiliyor. Tasarım ve imalatı da Kızılay'ın.
Uçağımız havalandıktan bir müddet sonra Emine Erdoğan tek tek hepimize "iyi yolculuklar" dileyerek ayak üstü sohbet ediyor. Yıllar öncesinin bir Safer ayının son Çarşambasını hatırlatıyorum kendisine. Recep Tayyip Erdoğan'ın henüz Belediye Başkanı olduğu günler. Emine Hanım, bir grup hanımı Çamlıca'da sabah kahvaltısında bir araya getirdi. Emine Hanım, “Hanımlar, kaza bela def olsun diye Safer ayının son Çarşambasında sadakalarımızı birbirimize hatırlatmak için toplandık” dedi. Emine Hanım'ın kadınları hayırda yarıştırmak konusunda motivasyonunu hiç kaybetmeden sürdürdüğüne Pakistan gezisinde bir defa daha tanık oldum.
Sayın Hanımefendi önderliğinde iyi ki gitmişiz, iyi ki yaşananları kendi gözlerimizle gördük. Üç boyutlu bir acı var orada. Evlerini, tarlalarını, geçim kaynağı olan hayvanlarını kaybettiler. Pakistanlı anneler, çocuklarının en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumda. Umutsuzlukları ve kaygıları yüzlerinden okunuyor.
Burada yaşanan bir insanlık dramı. Çaresizliğin insanı ne kadar yıkan bir şey olduğunun burada farkına vardım. Çok sıkıntılı anlar yaşadık; ama uçağımıza atladık ve işte evlerimize dönüyoruz. Onlar ise oradalar, o koşullarda günlerce, aylarca, yıllarca yaşayacaklar. Unutamayacağım bakışlar var zihnimde. Pakistan'da yaşanılan, basında gördüğümüz gibi bir sel felaketi değil, Pakistan'da halk yok oluyor! Felaketin yanında siyasi veya ekonomik nedenlerden dolayı Pakistan bir yarınsızlık içinde.