|

Her meçhûlün arkasında kontrgerilla

12 Eylül 1980 darbesine giden kanlı süreçte, birçok cinayetin faili hâlâ bulunamadı. O dönemki CHP'nin lideri Bülent Ecevit'e göre, başta 'Taksim katliamı' olmak üzere pek çok karanlık olayın arkasında 'Kontrgerilla' vardı. Devlet içinde ama denetim dışı bu örgütte ömür boyu görevlendirilen 'siviller' de yer alıyordu

Abdullah Muradoğlu
00:00 - 26/11/2011 Cumartesi
Güncelleme: 23:11 - 25/11/2011 Cuma
Yeni Şafak
Her meçhûlün arkasında  kontrgerilla
Her meçhûlün arkasında kontrgerilla

12 Mart darbesiyle Türkiye düzlüğe çıkmamış, tam aksine neticesi '12 Eylül' olan karanlık bir dehlize sokulmuştu. Sabah ülkücüyü vuran silahın öğleden sonra devrimciyi vurduğu günlerdi. 1970'lerin ortalarında CHP lideri Bülent Ecevit, bazı karanlık olayların arkasında 'Kontrgerilla' diye nitelenen bir örgütün yer aldığı iddiasını gündeme getirmişti.

Devlet içinde ama devletin denetimi dışında faaliyet gösteren bu örgüt içerisinde siviller de yer alıyordu. Amerika'dan aldığı parasal yardımla varlığını sürdüren örgüt, 'Seferberlik Tetkik Kurulu (sonrasında Özel Harp Dairesi)' bünyesindeydi. Ülke bir yabancı güç (Sovyet Rusya) tarafından işgal edildiği takdirde bu örgüt devreye girecekti. 1990'larda NATO üyesi her ülkede benzer bir örgütün kurulduğu ortaya çıkacaktı. İtalya'daki yapılanmanın adı 'Gladio' idi. Ecevit ve radikal sol çevreler Gladio'ya benzeyen bu örgütün (Kontrgerilla) iç olaylarda kullanıldığı kuşkusu taşıyordu. Ecevit, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e kuşkularını bir mektupla ifade etmişti.

AJANLAR İŞBAŞINDA

Türkiye 12 Eylül'e giderken kanlı bir oyun sahneye konulmuştu. Kâh ülkücülerin takıldığı, kâh devrimcilerin takıldığı kahvelerde bombalar patlıyordu. Tam bir 'kör dövüşüydü'... 'İki oradan, üç oradan' gençler ölmeye devam ediyorlardı. Bombalar her görüşten insanın bulunduğu garlarda, istasyonlarda bile patlıyordu.

Nereye çalıştıkları belli olmayan ajan provokatörler, kışkırtıcılar sağ ve sol örgütlere sızmışlardı. Bir bakıyorsunuz Sivas'ta, bir bakıyorsunuz Çorum'da, bir bakıyordunuz Maraş'ta oynuyorlardı rollerini. İddialara göre 1977'de Çiğli Havaalanı'nda Bülent Ecevit'e yönelik bir suikast girişiminin arkasında da Kontrgerilla vardı.

1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'da 34 kişi hayatını kaybetti. Alanı kan gölüne çevirenlerin 'Kontrgerilla' elemanları olduğu iddia edildi ama bu provokasyonu kolaylaştıranlar da Maocu gruplar idi. Benzer bir kolaylaştırmanın 'Maraş Olayları' sırasında da sözkonusu olduğu iddia edilmişti. Elbette bu tür kolaylaştırmalarda sağ hareketlere sızan ajan provokatörler de rol almıştır. Gazeteciler Can Dündar ve Rıdvan Akar'ın Ecevit'in arşivinde ortaya çıkardıkları 'ÇOK GİZLİ' ibareli MİT belgelerinde Maraş olaylarını planlayanların isimleri yer alıyordu ve bu isimler istihbarat elemanlarıydı.

HAMİDO'YA BOMBALI PAKET

1978'de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu (Hamido) kendi adına gönderilen bir paketi açarken içindeki bomba patlamış, gelini ve iki torunuyla birlikte can vermişti. Çıkan olaylarda çok sayıda kişi de hayatını kaybetmişti. Benzer bir paket Maraş'ın Pazarcık ilçesinde Alevi kesimin öndegelen bir mensubuna da gönderilmişti. Bu kişi Pazarcık CHP ilçe başkanı Memiş Özdal idi. Özdal paketten şüphelenmişti. Bu yüzden paketi postahanedeki memurlar açmışlardı. Bomba patlamış, bir memur ölmüş, biri de ağır yaralanmıştı.

1970'lerin en çarpıcı fail-i meçhul cinayetleriydi bunlar. Sağdan soldan, her meslekten insanlar bu kör dövüşünde can verdiler. Beş bin civarında memleket çocuğu bu karanlık tünelde yitip gitti. Peki bütün bu olan-bitenin arkasında kimler vardı? Hâlâ bu soruların cevabını arıyoruz.

JİTEM'Cİ BİNBAŞI İNFAZ EDİLDİ

1990'larda emekli generallere, yazarlara ve görev başındaki bazı subaylara yönelik suikastlerin bir taraftan devleti belli politikalara yönlendirmek, bir taraftan da halk katmanları içerisindeki etnik, mezhebi ve ideolojik eğilimleri çatıştırmak olduğu konusunda ciddi şüpheler var.

2 Temmuz 1993'teki Sivas Olayları, 1995'te İstanbul'un Gazi semtinde kahvelerin taranması sırasında ve akabinde çıkan olaylarda çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi, faillerin yakalanamaması bu şüpheleri güçlendiriyor. Öte yandan 'JİTEM'in kurucularından olduğu söylenen emekli Binbaşı Cem Ersever ve iki arkadaşının infaz edilmesi de hukuk dışına çıkan kimi devlet güçleri arasındaki çatışma olasılığını gündeme getirmişti.

1990'ların başında NATO'nun düşman konseptinde 'komünizm'in yerini 'radikal İslam' almıştı. Özel Harp Dairesi yetkilileri de aynı dönemde bir basın toplantısı düzenleyerek, kurumun 'bölücü terör' ve 'radikal İslam'a karşı mücadele edeceğini vurgulamışlardı. 1990'da yapılan bu basın toplantısı, medyadaki 'Kontrgerilla' tartışmalarının ardından yapılmıştı. ÖHD ilk defa kamuoyuna açılmıştı.

YENİ 'YAKUP CEMİL'LER

Düşman konseptinin değişmesi 'derin devlet'in çeşitli kanatları arasında bir çelişkiyi derinleştirdiği anlaşılıyor. Belki de 'Susurluk Kazası'yla ortaya saçılanlar bu yarılmanın, bu çatlamanın bir ürünüydü. Bir kanat, diğerini tasfiye ediyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Susurluk kazasında hayatını kaybeden eski ülkücülerden Abdullah Çatlı'yla ilgili iddialara atıfta bulunarak Yakup Cemil benzetmesi yapmış ve şöyle demişti: “Benim başında bulunduğum devlet meşru güçler dışında hiçbir güce görev yaptırmaz. Devlet cinayet işletmez. Türkiye yeni bir Yakup Cemil yaratamaz.” Demirel 1970'lerde de Ecevit'in 'Kontrgerilla' iddialarına da hep benzer cevaplar vermişti nedense...

Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in, BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun ve daha başka isimlerin ölümlerinin de kamuoyunda şüpheyle karşılandığını hatırlatmalıyız. Şimdi bu şüpheler de adli makamlar tarafından soruşturuluyor. Türkiye kabuk değiştiriyor, soğuk savaş döneminden kalma eski yapılar, eski anlayışlar değişiyor. Bir toplumsal mutabakat çerçevesinde yapılacak olan sivil anayasa ile bu adımları daha ileri noktalara taşıyacağımızı hiç olmazsa umut ediyoruz. Eski dönemlerde umut da edemiyorduk.


“68 devrimci gençliği CIA komplosunun kurbanı”

“12 Mart” darbesinden önce ordu içerisinde sivillerle ilişkili çeşitli cuntalar cirit atıyorlardı. Bu cuntalardan “9 Mart” cuntası sivillerle işbirliği içerisinde bir darbe yapmak istiyordu. 1960'ların başlarında Suriye'de bir askeri darbeyle işbaşına gelen 'Baas Partisi' esin kaynağı olmuştu.

Askeri darbeye zemin sağlamak amacıyla gençleri sokağa dökmüşlerdi. Bu gençlerin bir kısmı silahlı mücadeleyi esas alan örgütler kurmuşlardı.

12 Mart döneminde yargılanan devrimci subaylardan Sarp Kuray, 1993'te Paris'te Milliyet'ten Mine G. Saulnier'e verdiği bir röportajda 12 Mart öncesindeki devrimci gençliğin durumu hakkında şunları söylemişti: “(..) 1968'de gençlik iyi yönlendirilemediği için ziyan olup gitti. Kimisi Kızıldere'de öldü, kimisi hapishaneye girdi, kimini astılar. (..) Dün İttihat Terakki içinde Enver Paşa ile Yakup Cemil'i karşı karşıya bırakan kurguya biz de düşüyoruz. Zaten İttihat Terakki'yi iyi bilmeyen bir insanın bizim içimizdeki kavgayı anlamasına imkân yoktur.”

Kuray bu röportajda devrimci gençlerin nasıl kullanıldığını da kendi durduğu yerden şöyle anlatıyordu: “(..)Deniz Gezmiş'i saklandığı bir evden diğerine Orman Bakanı Turhan Şahin'in makam arabası taşıyordu. Turhan Şahin Nar limited şirketinde İrfan Solmazerle (eski 27 Mayısçı) ortaktı. Ve hazırlanıp, düşük doğan 9 Mart olayının içindeydiler. Yukarıdaki kadrolarda mevzilendikleri için de, bir yandan bizi, bir yandan komuta merkezini, bir yandan Amerika'yı çevire çevire oynattılar. Bu iş çok karışık. Örneğin Hasan Cemal'i ele alalım, Uluç Gürkan diyelim. Adını saydığım kişiler sayesinde, CIA'nın bir komplosuna kurban gittiğimiz inancını taşıyorum. Üstüme gelirlerse daha da çok konuşurum. Çünkü bunlar yaşanmış şeyler. Ama bu tarafı hiç kurcalanmadı. Uğur Mumcu ölmeden önce kendisiyle konuştum. Kaset yapıp verdim Uğur Mumcu'ya. Ve niçin olayın bu yönüyle üstüne gitmediğini sordum. Demokrasi diyorsunuz, Celil Gürkan olayını ele alıyorsunuz, 9 Mart'ı bir yere kadar getiriyorsunuz. Bunları da anlatmak gerek Uğur Ağabey dedim. Uğur Mumcu bana 'Onun arkasına bizim kudretimiz yetmez, Sarp' dedi. “ Sarp Kuray hâlâ hapiste.


Taylan Özgür'ün katili polis değil, bir üsteğmen

1969'da öğrenci liderlerinden ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür'ün İstanbul Beyazıt'ta sırtından vurularak öldürülmesi bu dönemin ilk fail-i meçhul cinayeti olarak kabul ediliyor. Taylan emekli bir binbaşının çocuğuydu. Ailesi ve arkadaşları Taylan'ın bir polis tarafından öldürüldüğünü ileri sürdüler. Hatta bu polisin ismi Lisan Çakıcı olarak verilmişti. Çakıcı delil yetersizliğinden beraat etmesine rağmen sol çevreler de Taylan Özgür'ün ailesi de uzun yıllar katilin polis olduğunda ısrar ettiler.

1990'da yeniden alevlenen Kontrgerilla tartışmaları sırasında yeni bir iddia daha gündeme geldi. Bu iddiaya göre Taylan'ı öldüren polis değil, bir üsteğmen idi. Bu üsteğmen 1990'da orduda üst düzey görev yapan bir general idi. İddianın kaynağı 12 Mart döneminde yargılanan '9 Martçılar'dan Emekli Yarbay Talat Turhan idi.

1979'da CHP hükümeti döneminde Turhan, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'e Kontrgerilla ve faaliyetleri hakkında on sayfalık bir rapor vermiş ve bu arada Taylan Özgür'ü öldüren üsteğmenin ismini de vermişti. O sırada Hasan Fehmi Güneş'in yanında Uğur Mumcu da vardı.

1990'da Talat Turhan, bir basın toplantısında 'Kontrgerilla' ile ilgili görüşlerini açıklamıştı. Toplantıda Taylan Özgür'ün ablası Hale Özgür Kıyıcı da vardı. Hale Hanım, Turhan'a şu soruyu yöneltmişti: “Ağabeyim Taylan Özgür'ü bir üsteğmenin öldürdüğü, bu üsteğmenin de adını bildiğiniz ve bunu geçmişte CHP'nin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'e söylediğiniz doğru mu? Halen general rütbesiyle orduda üst düzeyde görev yapan subayın ismini şimdi bize açıklar mısınız?” Turhan bu soruya şöyle cevap vermişti: “Hayır açıklayamam... Ben yetkili bir yerde değilim. Bunu İçişleri Bakanı'na söyledim. Olayı delillendirmek artık devletin sorumluluğunda. Bu örgüt devlet içinde devlet. Siyasilerin güçleri yetmiyor.” Hale Hanım, bu iddiayı Uğur Mumcu'ya da sormuştu. Turhan'ın bir dosya verdiğini kabul etmişti Mumcu.

Talat Turhan, 2000 yılında ise olayla ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: “Benim saptadığım iki failinden biri asker, diğeri polistir. Bunlar ilmeğin ucu, çekerseniz düğümü çözersiniz' dedim. İsimleri de Bakan'a verdim. Hasan Fehmi Güneş, isimleri benden aldıktan üç-dört ay sonra faillerden polis olanın izini Trabzon'da bulduklarını söyledi: 'Pol-Der'li bir komiser çıktı' dedi. Sonra da kendisi bakanlıktan, partisi iktidardan ayrıldı zaten...”

Pol-Der, 1970'lerde solcu polislerin kurduğu bir dernekti. Buna göre devrimci Taylan Özgür'ün katil zanlılarından biri solcu polisti.


-SON-




12 yıl önce