|

Pakistan'ın yeni bir İkbal'e ihtiyacı var

Pakistan'daki Batılılaşmış elitin İslam'ı, geleneksel din adamlarının da Batının felsefi düşünme tarzını anlamadığını ifade eden Terekki ve İnsaf Partisi lideri İmran Han tek istisnanın 60 yıl kadar once hayatını kaybeden ünlü düşünür Muhammed İkbal olduğunu söylüyor

Ayşe Böhürler
00:00 - 31/12/2007 Pazartesi
Güncelleme: 23:27 - 30/12/2007 Pazar
Yeni Şafak
Pakistan'ın yeni bir İkbal'e ihtiyacı var
Pakistan'ın yeni bir İkbal'e ihtiyacı var
Kriket şampiyonluğundan politikaya geçtiniz. Neden politikaya atıldınız ve bir parti kurdunuz?

Pakistan'da hiçbir zaman saf demokrasiye sahip olamadık. Benim gibi bir Pakistanlı'nın zoruna giden şey Pakistan'ın potansiyelinin demokrasi, demokratik kurumlar ve hukuk düzeni yoksunluğu yüzünden yok edilmesi. Benim partimin programı adalet. Yani bağımsız bir hukuk sistemi. Bu anayasal düzen ve demokrasi demek.

Partinizin adı Terekki ve İnsaf. Adalet ve İnsaf... Bu partiyi kurarken neyi amaçladınız.

Pakistan için vizyonumuz, bağımsız hukuk düzeni, insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenen sosyal bir devlet. Devlet başkanımızın da Bush'un kuklası olması hoşumuza gitmiyor. Pakistan'ın egemen olmasını istiyoruz. İnsanların gurur duyduğu bir ülkesi olmalı, öz saygımız olmalı.


DEREBEYLİK DÜZENİ

Pakistan'daki siyasi yapı hedeflerinize ulaşmanız izin verecek mi?

Eğer bir ülkede hukuk düzeni olmazsa o zaman güçlü olan haklı olur. O zaman zayıfın güçlüye karşı hiçbir koruması olmaz. Hukuk düzeninin olmadığı bir ülkede güçlüler hep seçimi kazanacaktır. Bu yüzden insanlar refahı yükseltir, onları temsil eder diye düşündükleri partilere değil, korktukları, düşmanlıklarını kazanmaktan korktukları partilere oy verirler. Çünkü koruyucu olarak onlara ihtiyaç duyarlar.

Bu biraz derebeylik düzeni değil mi?

Evet. Sistem derebeylik düzeninin devamına izin vermek zorunda kalıyor. Yani en fazla toprağa sahip olan adam, sonra en fazla oya sahip olan adam olabiliyor.


HALK BANA GÜVENİYOR

Siz de güçlüler sınıfından değil misiniz?

En güçlüler her zaman feodaller değil. Pakistan'daki en güçlü etken ordu. Ordu her zaman seçim sonuçlarıyla oynar. Pakistan'da sadece bir tane özgür seçim oldu, o da 1970'daki seçimdi. Ondan sonraki bütün seçimlere hile karıştı. Güçlü bir aileden geldiğim doğru ama bundan öte ülkede tanınıyor olmam, popüler bir yüz olmam ve kişiliğim beni siyasette güvenilir kılıyor.

İktidara gelebileceğinize seçimlerde başarı göstereceğinize inanıyor musunuz?

İktidara gelmek, güçlü insanlara katılmak için kendi partimi kurmak zorunda değildim. İstediğim siyasi partiye girebilirdim. General Müşerref bana başbakanlığı teklif etti. Ondan önce de iktidarda bulunanlara katılabilirdim ama teklifleri kabul etmedik.

Pakistanlılar size neden oy versin?

Bu ülkede insanlar bana güveniyor. Biliyorlar ki biz hükümete katılmaktansa 10 yıldan beri muhalefette kalan tek siyasi partiyiz. Bunu daha önce kimse yapmadı. Biz Pakistan'da sadece iki lidere sahip olduk. Zülfikar Ali Butto ve Nevaz Şerif. İkisi de ordu destekli yönetimlere katıldı ve ikisi de askeri diktatörlüklerin ürünüydü. Zor olan yolu seçen sadece benim. Mevcut statükoyla savaşmak için insanlara inip kökten siyasi bir hareket başlattım.


İSLAM İÇTİHATLA İLERLİYOR

Başaracağınıza inanıyor musunuz?

Uzun bir mücadele olacak. Derinlere inmiş çıkarlarla savaştığınızda karşınıza ülkedeki en etkin güçler çıkıyor. Zor bir mücadele belki önümüzdeki seçimlerde başaracağım, belki bir sonrakinde ve belki hiçbir zaman. Yine de bu ülkede demokrasi için savaşmalıyız.

Pakistan'daki sorun İslam ile ilgili bir sorun mu?

Şu an sorun dinin insanları haklarından mahrum etmek için kullanılıyor olması. Aslında İslam'ın esaslarına uyan bir toplum hür düşünceli olmalı. Pakistan'ın Batılılaşmış sınıfı İslamı araştırmaya ve öğrenmeye başlarsa bu sadece toplumun mezhepçilik ve aşırılaşmaya karşı koymasına yardım etmeyecek aynı zamanda terakki odaklı İslam'ın ne olduğunun anlaşılmasını da sağlayacaktır. İslam sürekli içtihat, yani müzakere yoluyla ilerlemesi gereken bir din. Böyle olması gerekiyordu ama olmadı. İslam dünyasında şöyle bir problem var: Batılılaşmış elit İslam'ı anlamıyor, geleneksel din adamı kesimi de Batı'nın felsefi düşünme tarzını anlamıyor. İslam dünyasında orijinal bir düşünüş tarzının geliştiğini göremiyoruz. Tek büyük düşünür Muhammed İkbal'di. Çağının Batılı düşüncelerini çok iyi kavramış biriydi. Bunun yanında derin bir İslam, Kur'an ve tarih bilgisi ile anlayışı vardı. Orijinal bir düşünüş meydana getirdi. Yaklaşık 60 sene önce öldü. O zamandan beri hala bu çeşit bir ilim adamımız yok.


Pakistan'da 30 kadar siyasi parti var. Bunlardan Pervez Müşerref, Nevaz Şerif ve suikasta kurban giden Benazir Butto'nun Halk Partisi ülkenin en güçlü partileri. Bir de oy potansiyelleri yüzde 20'yi bulan ve İslami cemaatleri temsil eden partiler var. Geri kalanı ise daha küçük partiler. Pakistan'ın eski kriket şampiyonu, popüler bir isim olan İmran Han, Terekki ve İnsaf Partisi'nin başkanlığını yapıyor. İmran Han ile Lahore'daki evinde röportaja giderken farklı bir portre vardı zihnimizde. Aslıhan Eker ve Nuray Mert'in İngiliz magazin dergilerine yakın aşinalığı ile haberdar olduğumuz İmran Han hikayelerini yol boyu dinlemiş ve seçkinci züppe tavırlı bir Pakistanlı ile karşılaşacağımızı düşünmüştük. Parti macerasını bir fantezi olarak değerlendirmeye çok hazırdık.

Londra sosyetesin gözde isimlerinden Jemima Goldsmith ile 10 yıl süren evliliği, iki oğlu ve önceki ilişkisinden olan kızı ile İngiliz magazin dergilerinin en popüler konuklarından birisiydi. Fakat anladık ki hem kendi halkına tepeden bakan Pakistanlı züppe seçkincilerden hem de kendisinin de öyle görülmesinden hiç hazzetmiyordu. Karşımızda dünya nimetlerini terk etmiş, Batı karşıtı bir İmran Han çıktı. Bu röportajdan sonra Bush karşıtlığı ve Pencap Üniversitesi'nde öğrencileri kışkırttığı gerekçesiyle tedbiren ev hapsine alındı.


İmran Han, Müslüman bir ülkede yaşamasına rağmen İslam ile nasıl tanıştığını bir röportajda şöyle anlatıyor: Okul törenlerinde düzenli şekilde “Pakistan Zindabad” (Pakistan Sonsuza Dek*) diye bağırmama rağmen, kültürümün geri, dinimin ise güncelliğini yitirdiğini düşünüyordum. 80'li yıllarda bir dizi olay beni Allah'a yöneltti. İslami düşüncelerimin asıl gelişmesi ise Salman Rüşdi'nin “Şeytan Ayetleri” kitabının sonrasına rastlar. Benim gibi Batıda yaşayanlar Müslümanların kitaba gösterdiği tepki nedeniyle en fazla zor durumda kalan kişilerdir. İki seçeneğimiz vardı: Ya savunacağız ya da sıvışacağız. Saldırıların haksız olduğunu güçlü bir şekilde hissettiğim için dinimi savunmayı tercih ettim. Ancak o zaman bu işi yapabilmek için İslami bilgimin yeterli olmadığını fark ettim. Bundan ötürü, araştırmaya başladım ve bu hayatımın en büyük aydınlanma süreciydi. Ali Şeriati, Muhammed Esed, Muhammed İkbal ve Gai Eaton okudum. Ve bunlara ilaveten, elbette bir Kur'an çalışması yaptım.


İmran Han, Benazir Butto suikast sonucu hayatını kaybettiğı sırada Hindistan'da bulunuyordu. IBN Televizyonu'na konuşan İmran Han, muhabirin “Butto'nun ölümünden Müşerref'i mi sorumlu tutuyorsunuz?” sorusuna, “Genereal Müşerref tabi ki sorumludur. Çünkü Müşerref ülke güvenliğinden sorumlu olmalıdır. General Müşerref ülkede her ne olursa sürekli Kaide'nin arkasına sığınıyor. İkinci sebep ise gerekli güvenliğin sağlanmaması. Bu katiller nasıl bu kadar yakınlaşabildiler” karşılığını verdi.

İmran Han, Müşerref'in her kaos ortamında boğa gibi görünen yüzünü televizyona yaklaştırdığını ve birşey olmamış gibi insanları sakinleştirmeye çalıştığını söyledi:

“Terörizmi durdurmalıyız diye naralar atıyor. İnsanlara birlik beraberlik çağrısı yapıyor. Bilmiyor ki sorunun ana kaynağı zaten o. Hangi soruna çözümler bulacakmış. Ülkede terörizmi yayan da destekleyen de Müşerreftir. Birçok insan onun acımasız kanunlarıyla acı çekiyor.”


BUTTO CESUR KADINDI

Hükümetten görevini bırakmasını isteyen İmran Han, 8 Ocak'taki seçimlerin ertelenmemesi gerektiğini çünkü Müşerref'e kimsenin oy vermeyeceğini ifade etti. İmran Han'a göre Müşerref'in kazanması trajikomik bir hikaye ve bir şaka olur. İmran Han, Butto'yu ise cesur bir kadın olarak nitelendirdi.




Pakistan'da da en önemli tartışma alanlarında biri laiklik. Orada da laikler, İslamcılar tartışması var. Ama buradakinden farklı bir boyutta. Çünkü Pakistan İslam temeli üzerine kurulmuş bir devlet. En laik insan bile İslam hukukunun bazı maddelerinin yasalardan çıkarılmasına karşı çıkabiliyor. Aslında tartışma daha çok milli olalım diyenler ile daha çok İslami olalım diyenler arasında çıkıyor.

Bir taraf “ordunun İslamcılar ile el ele vererek baskıcı bir sitem kurduğu” tezini savunurken diğer taraf “ülkenin batıya peşkeşe çekildiğini, iktidarın batının taşeronu olduğunu” söylüyor. Birinci gruptakiler özelikle Ziya ül Hak döneminden kalan “aşırı İslami eğilimleri destekleyen ve özelikle kadın ve insan haklarını ihlal eden yasalar”ın değişmesini istiyor. İkinciler ise uygulamada sorun olduğunu, yasaların daha çok İslam hukukuna dayanması gerektiğini ifade ediyor. Pakistan'da insanları dinlerken kimin hangi tarafta olduğunu anlamakta zorlanıyoruz. Aslında İslam'dan ne anlaşıldığı da bölgeden bölgeye gore değişebiliyor. Geleneklerin ve feodal anlayışın hakim olduğu bölgelerdeki İslam anlayışı ile gelişmiş bölgelerindeki İslam anlayışı arasında büyük farklar var.




Shahida Cemil
, Kasım'da kurulan geçici hükümetin sosyal refahtan sorumlu bakanı.
2002 yılında Pervez Müşerref'in kurduğu hükümette Adalet Bakanlığı yaptı. Benazir Butto döneminde kadınlara çok da şans verilmediğini iddia ediyor. Ülkedeki en önemli sorunun kendi düşündükleri İslam'ı herkese dayatmaya çalışan militan İslamcılar olduğunu düşünüyor.

Anayasada Pakistan'ın bir İslam Devleti olduğu yazıyor. Ama yönetimin en çok sorun yaşadığı kesim de İslamcılar. Bu bir çelişki değil mi?

Hepimiz Müslümanız. Çoğunluk Müslüman, tabii azınlıklar da var. Pakistan'ın kurucuları, aşıkları, dedem de dahil Pakistan hakkında konuştuklarında Müslümanların ayrımcılığa uğramadan yaşayabilecekleri bir devletten bahsediyorlardı. Kast, sınıf, reng fark etmeksizin...


HİNDİSTAN'DA BASKI GÖRDÜK

Çünkü Hint toplumunda ayrımcılık gördük, zorluk çektik. Biz ayrımlardan uzak bir devlet kurmak istedik. Biz laikliğe inanıyorduk.

Laiklik kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Müslüman olarak biz ülkemizde, bizim gibi inanmayanlara zarar vermeden hayatlarımızı istediğimiz gibi yaşamalıydık. Hıristiyanlar, Hindular herkes hayatlarını aynı şekilde yaşama özgürlüğüne sahip olmalı, ayrımcılığın olmadığı bir devlet kurmalıydık. Bizim laiklik kavramımız buydu. Fakat zaman ilerledikçe insanlar, özellikle de Zülfikar Ali Butto'nun ölümünden sonra bu anlayışı değiştirmeye ve çarpıtmaya başladılar. Bizim kavramlarımız İslam'ı daha çok içermeli dediler.

Pakistan ile ilgil olaylarda sık sık medreselerin sorunun kaynağını oluşturduğu söyleniyor. Karaçi'de bir kız medresesine gittik. Devletin izniyle kurulmuş bir medreseydi ve kızlar daha çok İslami dersler okusalar da üniversite eğitim görmek üzere hazırlanıyorlardı. Hatta aralarında doktor olmak isteyenler bile vardı.


MEDRESELERLE ANLAŞAMIYORUZ

Medreselerle ilgili problem şu: Hükümet medreselerle ilgili bir eğitim kurulu kurdu ve medreselere bu kurula kayıt olma şartı getirdi. Sadece buraya kayıtlı medreselerin diplomaları kabul edilecekti ve diplamalar diğer hükümet okullarınınkiyle eş değer tutulacaktı. Ne yazık ki medreseler bunu kabul etmiyor. Onlar kendi koydukları derslerin hepsinin kabul edilmesini istiyorlar. Çok çok az fen dersleri veriyor ve diplomalarda eşitlik istiyorlar. Hükümet de bunu kabul etmiyor. Müfredatlarda bir tutarlılık olmalı.







16 yıl önce