|

Paris'i onlar kurtardı

20. yüzyılın başında akın akın Fransa'ya göç eden Cezayirliler ve sonrasında Faslılar, Tunuslular, Senegalliler her iki dünya savaşında en ön cephede ölen askerlerdi. Sağ kalanları ise Fransa'yı yeniden inşa eden işçilerdi. Fransa o tarihte 'İslam'a saygı' stratejisi izledi. Sonra günümüze kadar gelen inkar ve dışlama politikası devreye girdi.

Hatice Kılıç
00:00 - 23/12/2011 Cuma
Güncelleme: 23:18 - 22/12/2011 Perşembe
Yeni Şafak
Paris'i onlar kurtardı
Paris'i onlar kurtardı

Fransa'nın Cezayir soykırımı, tarihin bilinenleri arasında yer alan bir gerçek. Cezayirlilerin bunun için hala özür bekledikleri, Fransız meclisinde ilkin 2006'da buna cevaben "soykırım inkar yasasının" ortaya atıldığı da tartışılan bir konu. Ancak Fransa'da, bugün 5 milyon insanın kapalı kapılar ardında çektiği, çok az ifade edilebilen ince bir sızı var ki o, sömürgecilik döneminin bugüne bıraktığı mirasın ta kendisi. "Ben bu ülke için savaşan ve onu yeniden kuran kişiyim. Müslümanım ve Müslüman kalacağım" diyerek bir varoluş mücadelesi veren 5 milyon Cezayirli, Faslı, Tunuslu, Senegalli, Endozenyalı vs vs. İşte Fransa cumhuriyetinin yeniden kuruluş hikayesinin baş kahramanları Müslümanlar:

GÖÇ ETMEK ZORUNDAYDILAR

Fransız işgalinden sonra Cezayirliler Birinci Dünya Savaşı'ndan önce akın akın Fransa'ya göç etmeye başlamışlardı. El Cezire televizyonuna konuşan Fransa'da yaşayan Cezayir kökenli Muhammed Zennafi adlı emekli öğretmen anlatıyor: "Babamın amcası 1886'da doğmuş. Fransa'ya 18-19 yaşında gelmiş. Göç asla tesadüfi değildi. Şans eseri göç etmiyordunuz. Bu sizin tercihiniz değil, kaderinizdi. Yani bu yoksulluğun dayattığı bir göçtü. İnsanların toprakları vardı, çocukları vardı. Fakat toprak kendi kendine büyümez. Ve siz onu ekemediğiniz sürece işe yaramaz. Bu yüzden, kazancını ailesine göndermek üzere bir veya iki çocuk sürgüne kurban veriliyordu... O dönem göç eden işçiler daha çok donanmaya ait çelik sanayinde ve madenlerde çalışıyordu. 1905'te Fransa'daki Müslüman işçi sayısı 5000'di.

'İSLAM'A SAYGI' POLİTİKASI

Tarihçi Linda Amiri ise şunları anlatıyor: "Önce Fransa'nın kuzeyindeki Lillie kentine göç ettiler. Yaptıkları ilk şey geleneksel kıyafetlerini terketmek oldu. Fransızlar gibi yaşamaları gerekiyordu. Fakat dini eğilimlerini terketmediler." Örneğin Müslüman madenciler yemek saatlerinin namaz saatleriyle çakışması için mücadele veriyordu. İlginçtir ki Fransız makamlar Müslümanların ibadetleri önünde herhangi bir engele yer bırakmıyordu. Çünkü onların nefretini kazanmak kendilerine çok şey kaybettirecekti. Belki de savaşı kaybettirecekti. Nitekim tarih Ağustos 1914'ü gösterdiğinde yüzbinlerce Afrikalı cepheye, Fransa için savaşmak üzere yola koyuldu...

HARCANACAK ERLERE İHTİYAÇ VARDI

Cezayir kökenli senarist Abdul Rauf Dafri bu durumu şu sözlerle anlatıyor: "Fransa'nın savaşta harcanacak erlere ihtiyacı vardı. Önden gönderilip öldürülecek "zencilere." Bu kadar basit. Avlaması kolay çok geniş bir balık havuzu vardı. "Beyazların" hakimiyetindeki tüm ülkeler tarih boyunca savaşta önce en alt katmandaki toplum tabakasını kullandılar. ABD, Hispanikleri ve siyahileri kullandı. Fransa da Arapları ve Afrikalı siyahileri kullandı. Kendi kolonilerinin çocuklarıydı nasılsa." O dönem cephede askerlere öğretilen Fransızca marşın sözleri manidar: "Tunus'tan veya Rabat'tan, vahşi Afrka'dan veya Sousse'dan, Korsika'dan veya Paris'ten, bunlar bizim vatanın çocukları." Senegalli Fatumata Kolibali anlatıyor: "İki dedem de birinci savaşta çarpıştı. Fakat hakklarında hiç hatıra yok elimizde. Çünkü cephede öldüler. Tek kalan şey rozetleri."

DÖNENLER YENİDEN İNŞA EDECEKTİ

Bunlar yaşanırken Fransa İslam dinine duyduğu "saygıyı" her fırsatta ıspata çalışıyordu. Savaş Ağustos ayında başladığı halde başkomutanın emriyle Müslümanlar ekimden itibaren silah altına alınacaktı. Defin işlerine bakacaklardı. Müslüman mezarlığı hazırlayacaklardı. Dini kurallara uyulacak, mezarlar iki taşlı olacaktı. Fransa bu şekildi kolonilerde isyanın önüne geçmeye çalışıyordu. O sırada karşı cephedeki Almanlar kolonilerde isyanı körüklüyorlardı. İşçiler bir yandan da kazı işlerinde ve cephanelik fabrikalarında çalıştırılıyorlardı. Çalışma koşullarının çok zor olduğu yerlerdi. Karne uygulaması vardı. Fakat aynı zamanda içten içe politik bir uyanış da söz konusuydu. Fransa'yı keşfetmişlerdi, çalışma hayatını keşfetmişlerdi. Ve bir sömürge vatandaşı olduklarının farkına varmaya başlamışlardı. 1917'de Sovyet devrimi olmuş, 1918'de Osmanlı yıkılmıştı. Politik hareketlilik onları da etkiliyordu. Tarih 1918'i gösterdiğinde, Fransa zaferi kutluyordu ama Afrikalılar için bedel ağır olmuştu. En az 80 bin ölü. Üstelik savaştan dönenler, Fransa'yı yeniden inşa etmek zorundaydı. İşçilerin sayısı 100 bini bulmuştu. Çoğu yokluk içinde yaşıyordu. Müthiş bir sosyal uçurum vardı. Berbat yerlerde yaşıyorlardı. Bu demek oluyordu ki onlar Fransa'ya yaşamaya değil çalışmaya gitmişlerdi. Sürekli çalışmaya...


'Cafe'lerde örgütlendiler

Zamanla, kabul görmek için göçmenler arasında Fransız gibi olma eğilimi başgösterdi. Kimi inançlarından uzaklaşıyordu. Café'ler sosyal alanları haline gelmişti. Sıla hasretinin paylaşıldığı, göçmenlerin sıkıntılarının saza söze döküldüğü, yeri geldiğinde rejime duyulan isyanın taraftar bulduğu 'kamusal alanlardı' 'café'ler. 1930'dan 1980'e yarım asırlık bir tarih, café göçmenlerinin tarihi oldu. Sadece burada toplumsal baskı altında değildiler. Sömürgeciliğe karşı isyan dalgası da ilk burada başladı. Önemli muhalif Hadj Ali sömürgecilik fikrine karşı mücadele ediyordu. Meclise girmek için aday oldu ve birkaç yüz oyla kaybetti. Buna rağmen ilk kez bir göçmenin de seçilebilme ihtimalinin olduğunu gösterdi. 1923'te bir cezayirlinin çifte cinayeti gündeme oturduğunda göçmen karşıtı kampanyaya start verildi. Cezayirliler “sidis” olarak adlandırılıyordu. Öldürmenin Arap kültüründe var olduğu söyleniyordu ki bu ifade 1995'teki benzer bir olayda da kullanılacaktı. İslam'a saygı poltikası 1926'da dev Paris Camii inşa edilerek yeniden yürürlüğe sokuldu. Camii bir çok karşıt tartışmayı da beraberinde getirdi.


Cami, hastane, mezarlık

1930'lara gelindiğinde salgın hastalık Müslümanların felaketi olmuştu. Fransızlara yapılan aşı göçmenlerin yaşadığı yerlerde uygulanmadığı için vereme yakalanıyorlardı. Müslümanların o dönemki sağlık durumlarıyla ilgili dehşet verici raporların olduğu ifade ediliyor. 1936'da Fransız işçilerle aynı koşulları talep etmeye dönük isyan hareketleri başladı. Bu Kuzey Afrika ve Cezayir işçileri için birlik olma fırsatıydı aynı zamanda. Sonunda Müslümanlar için bir hastane açıldı. Bu, 'kolonideki çocukların' sevildiğini ispat çabasıydı. Ancak hastaneyi bir doktor değil bir politikacı yönetiyordu. Müslümanların ülkede sadece üç simgesi vardı: cami, hastane, mezarlık. Nitekim hemen ardından ikinci savaş... Cephede söylenen yeni bir marş: "İnduçin'den Senegal'e, Tunus'tan Madagaskar'a, Kızıldeniz'den Güney sularına tüm ırktan ve renkten askerin ordusu..." Savaşta onbinlerce Müslüman asker öldü. Paris işgal edilmişti. Paris Camii imamı Bin Gabrit Almanlara Müslümanlara karışmamaları çağrısı yapıyordu. Savaş boyunca Müslümanların buluşma yeri bu cami olmuştu. 1944'te Paris kurtulduğunda kaç Müslüman'ın öldüğü bilinmiyor!...


YARIN: Teneke barakadan meclise giden dikenli yol
12 yıl önce