|

'Punk'çıyım ama iyi bir müslümanım

'Punk'cı ve sufi olduğunu söyleyen Naz Koser, ikisinin ortak noktasını materyalizme karşı olmasıyla açıklıyor. Pakistan asıllı İngiliz Koser, İngiltere'de farklı inançtan olan ama kendi gibi 'uçuk' insanlara İslam'ı anlatıyor.

Ayşe Böhürler
00:00 - 17/07/2009 Cuma
Güncelleme: 03:28 - 17/07/2009 Cuma
Yeni Şafak
'Punk'çıyım ama iyi bir müslümanım
'Punk'çıyım ama iyi bir müslümanım

Naz Ulfahh Sanat Merkezi yönecisi olarak Birminghamlı Müslüman kadınlardan oluşan bir müzik gurubu da kurmuş. Gurubun ismi ise “Kutsal Patlıcanlar”. Naz bunun nedenin patlıcanın doğudan batıya gelmiş bir sebze olması ile açıklıyor. İkinci gerekçesi ise; kendilerinin de doğudan bir batı ülkesine gelen göçmenler olması. Patlıcanla ilgili diğer bir çağrışımda göçün ilk yıllarında genellikle esmer ve çarşaflı olan Müslüman kadınlara bir alay ifadesi olarak patlıcan takma adıyla anılması.

İslam sizin hayatınıza nasıl girdi?

İslâm'la ilgili hatırladığım ilk şey üniversiteden eve döndüğümde kız kardeşlerimi örtünmüş hâlde bulmamdı. Onlar benim müzik dinlememden ve giyim tarzımdan hoşlanmıyorlardı. Sanırım İslâm hakkında ilk defa oturup düşünmeye o zaman başladım. Dinle iyi bir ilişkim olmadı açıkçası. Onlar benimle uğraştıkça ben daha da asileştim.

İslam'a ilginiz nasıl başladı peki?

Babamın hastalığının ilerlemesi, öldüğü zaman ona nasıl bir dinî tören yapmamız gerektiği konusunda kafamı kurcalıyordu. Değişik rüyalar görmeye başladım. Kim olduğumu, kimlerle arkadaşlık ettiğimi, ne yaptığımı düşünmeye başladım. İslâmî bilgileri kendi kendime edinmeye başladım. Bilirsiniz işte temel şeyleri ve vakit geldiğinde babama doğru bir cenaze merasimi düzenleyebilmek için. Böylece serüven başladı benim için.

Peki buradaki Müslüman toplumla nasıl irtibat kurdunuz?

Ardından kalabalık bir gruba katıldım. Oradaki Müslüman kadınlarla konuştum. Onlara, neden sanatla ilgilenmediklerini sordum ve bana İslâm'ın bunu haram kabul ettiğini söylediler. Hayat tecrübem, İslâm'ı çevremdeki insanlardan başka türlü görmeme yol açtı. Yani bir sürü hikmeti içinde barındıran çok güzel bir din vardı; ama insanlar bunu başka türlü lanse ediyorlardı. Bu sefer Tanrı'ya daha da sinirlendim. Çünkü iyi bir Müslüman olmak için bir sürü paranız olması lâzım ki her şeye ara verip kendinizi kitaplara gömebilesiniz ve uzun uzun çalışabilesiniz. Ancak bu şekilde sağlam bilgilere ulaşabilirsiniz. Ama bu adilce değildi.

Peki Tanrı ve İslam'la nasıl barıştınız?

Meselâ tanıştığım pekçok Müslüman kadın başörtüsü örtmediğim için beni yadırgıyordu. İslâmî kitaplarda okuduğum ve karşılaşmayı umduğum kardeşliği gerçek hayata bulamadım. Sanırım gerçek İslâm'ı yaşamak bize düşüyor. Benim için kendimi temiz tutmak ve dinimi öğrenebileceğim en iyi şekilde öğrenmek önemli. Benim için İslâm bir hayat tarzı. Daha yolun başında şunu öğrendim: Eğer Müslüman'sanız kaza kaderi kabul etmek zorundasınız. Kendime hatırlatmam gereken temel ders buydu. Yani karşı koyma, yok sayma, bunu kabullenmeye çalış. Piercing ve dövme gibi tercihlerim, güçlü olmak için kullandığım bir yoldu. Yani farklı olduğumu ve Allah'ın bana herkesinki gibi bir yol çizmediğini göstermek istiyordum. O zamandan itibaren dinle ilgili bilgiler kafamda yerine oturmaya başladı.

'Punk'çı görünümü ile İslami hayat tarzı çelişki oluştur muyor mu?

İslâm bir hayat şekli. Sadece günde beş vakit namaz kılmak ve kılık kıyafet gibi dış semboller değil. Konuştuğum her sözü, yaptığım her işi Allah'ın rızasıyla ilişkilendirebilmeliyim.

İngiltere'de yaşayan bir Müslüman olarak 11 Eylül ve 7 Temmuz saldırıları sizi nasıl etkiledi?

Eğer 11 Eylül ve 7 Temmuz olayları meydana gelmeseydi bu dernek olmazdı ve ben bir sanatçı olarak burada olmazdım. Çünkü 7 Temmuz bombalamalarından önce ben bu işe başladığımda kimse benimle ilgilenmiyordu. Müslüman kadınlar kimsenin umurunda değildi. İslâm'dan korkuyorlardı, dinle alakalı her şeyi küçümsüyorlardı. Bu saldırılar hem Batı hem de Müslümanların İslam'ı daha ciddiye almasına sebep oldu.

Peki bir sanatçı olarak Danimarka'daki karikatür olayına nasıl bakıyorsunuz?

Bu olayda herkes ifade özgürlüğünden bahsederken ben tam aksini düşünüyordum. Evet, ifade özgürlüğü istiyorum ama bununla dini kimliğimi ifade etmek istiyorum. Sizin, birisinin çıkıp Peygamberimiz'in aşağılayıcı karikatürlerini çizdiğinde savunduğunuz ifade özgürlüğü, ben kendimi Müslüman bir kadın olarak müspet bir biçimde ifade etmek istediğimde geçerli olmuyordu. Bu özgürlük bana verilmiyor. İfade özgürlüğü argümanının tek taraflı olduğunu görüyoruz.



Olabilir mi demeyin, oluyor. Naz Koser ile Birmingham'da ilk karşılaştığımızda doğrusu ben de çok şaşırdım. 'Punk'çı bir Müslüman kadın ile karşılaşmak ezber bozan bir şeydi her şeyden önce. Konuşmalar ilerleyince Naz'ın kendisi kadar fikirlerinin ve projelerinin de sıra dışı belki de çılgın bir boyutu olduğunu farkediyorsunuz. Batılı olmak ile Müslüman olmak arasında O'nun sentezi hem punkçı hem de sufi olmak şeklinde ortaya çıkmış. Kendisini “İslam'da sanat haramdır” anlayışına karşı savaş açmış birisi olarak ortaya koyuyor. Müslüman kadınlardan oluşan “Kutsal Patlıcanlar” isimli bir koro kurmuş ve bu koro birçok şehirde ilgi gören konserler vermişti. Müzik dışında da Müslüman kadınları sanatın her alanında teşvik ediyor. Yüzündeki piercingleri, ayakkabıları ve giyim tarzı ile punkçı bir Müslüman kadın resmini de çok iyi tamamlıyor.





Sanatçı kimliğiniz ile Müslüman kimliğinizin sentezinden biraz da söz eder misiniz?

Sanırım sanat dünyasındaki insanlar İslâm'dan, dinden korkuyorlar. Ben bir sanatçı olarak dini olabildiğince ulaşılabilir kılmak istiyorum. O yüzden “Sufi Punk” ismi altında çalışıyorum. Aslında bunlar iki zıt kutup: Bir tarafta tasavvuf bir tarafta punk var. Ben her ikisini de kendi anlayışıma göre yeniden yorumladım. Birbirleriyle benzerlikleri olduğunu düşünüyorum ve keşfetmek istediğim alan da burası. Meselâ son yaptığım çalışmaya “İki Punk Namazda” ismini verdim. Bu çalışmamı, eşcinsel festivali olarak bilinen “Feast Festival” için yaptım. Festival için düzenlenen sanat programının bir fikriydi bu. Seyirciye ilginç gelecek, aynı zamanda Müslüman kitlenin de gelip görebileceği bir eser ortaya koymak istiyordum. Pekçok farklı insan üzerine araştırma yaptım: Ateist, Budist… Neticede herkesin dua ettiği sonucuna vardım. Dua, temelde her şeyi unuttuğunuz bir andır. Aslında namaz ibadeti egonuzu bir kenara koyup kendinizi, Tanrı gibi diğer seçeneklere açtığınız bir dakikadır. Bu, bütün sistemli dinlerin bir şekilde sahip olduğu ibadet olan duadır. Böylece canlı bir sanat eseri oluşturdum. Çünkü insanların namaz üzerine düşünmelerini istedim. O sırada akşam namazı vaktiydi ve ben performansımda akşam namazımı kıldım. Bir Punk gibi makyaj yapmıştım. Namazı kıldığım yer, kendim için hazırladığım küçük bir alandı. Çift taraflı bir cam sayesinde seyirciye açıktı. Ama ben onları göremiyordum. Camdan aşağıya doğru akan bir sudan abdest aldım. Ardından uzun elbise giydim, başımı örttüm ve akşam namazımı kıldım. Yanımda da seyircilerin, özellikle yapmamı istedikleri bir dua varsa yazıp atabilecekleri bir posta kutusu vardı. Gösteri çok iyi oldu. Bir ateist bana gelip duanın böyle harika bir şey olduğunu bilmediğini, duaya artık negatif bakmadığını söyledi. Pekçok Müslüman oradaydı. Müslümanların katılma konusunda zorlandıkları bu festivale uyan bir eser yaratmayı başardığımı hissettim. Bu çalışmayla insanlara kesişim noktası bulabilecekleri bir şey sunduğumu düşünüyorum. Duayı hepimizin, farklı şekillerde de olsa, yaptığını kabul etmek bizi insan olarak birbirimize bağlayan şeydir. Bu anlayışı sunmaktan gururluyum.


Naz Koser Pakistan asıllı Bir İngiliz sanatçı PUNK'TAN NAMAZA isimli bir performansı İngiltere'nin her yerinde yapıyor. 11 Eylül ve 7 Temmuz saldırılarını kınamakla birlikte Müslümanların farklı yönlerinin keşfine sebep olduğunu düşünüyor. Birmingham gibi Müslümanların daha çok kapalı cemaatler halinde yaşadığı bir şehirde yaşamasına rağmen başörtüsü takmıyor. Allah'ın o'nun başını örtmesini istemediğini düşünüyor. Sıradışı ve çileli bir hayatın içinden gelmiş. İslam anlayışını kendisi oluşturmuş. Kendini bir İngiliz Müslüman olarak tanımlıyor ve kendisini doğuya değil batı kültürüne daha yakın hissediyor. Ulfahh Sanat Merkezi'nde Müslüman kadınlara sanat yaparak kendilerini ifade etme imkanı veriyor.



Sarah Joseph 2003 yılından bu yana İngiltere'de yayında olan ve 60'a yakın İslam ülkesinde satılıan Emel dergisinin yayın yönetmeni. Joseph sonradan İslam'ı seçmiş bir İngiliz. İngiltere'deki Müslümanlar içinde oranları yüzde 7' ye ulaşan İngiliz asıllı Müslümanlardan. Enerjik, sorgulayan üslubu ile farklı bir Müslüman kadın profili çiziyor.

Dergisinde ise, İngiltere'deki camilerin zevksiz mimarisi, Hristiyan bile olsa anne babaya hürmet, alternatif doğum günü kutlamaları gibi pekçok konuya yer veriliyor.


Nasıl Müslüman oldunuz?

Ben Roma Katoliği idim ve çok dindar biriydim. Erkek kardeşim evlenirken Müslüman olduğu zaman ben kahrolmuştum. Bunun üzerine kalbime işlemiş olan önyargıları silmek için İslâm'ı öğrenmem gerektiğini anladım. Bu bir iman yolculuğu idi. Bundan yirmi yıl önce çok güzel bir din olan İslâm'ı kucakladım.

Emel dergisini çıkartırken neyi amaçladınız?

Dergiyi 2003'te çıkarmaya başladık. İslâm'ı, okuyuculara bütüncül bir hayat tarzı olarak sunmak istedik. Çünkü İslâm'ın iki boyutu lanse ediliyor ya siyasî boyutu ya da dinî ritüelleri gösteriliyordu. Ama gerçek İslâm'a sarılan insanların hayatlarını gösteren yoktu. Dergiyi yemeklerimizi, kıyafetlerimizi, evlerimizi göstermek için çıkarmaya başladık. Kısacası İslâmî bir hayat tarzının bir parçası olan her şeyi göstermek için…

Müslümanların Batı toplumunda yaşarken endişeleri neler?

Sanırım dininiz ne olursa olsun bir annenin çocukları hakkında endişeleri vardır. Tabii ki onların iyi yetişmesini, modern hayatta karşılaştıkları pek çok sosyal ya da psikolojik baskıyla baş edebilmelerini isteriz. Meselâ İngiltere'de bıçakla yaralama olayları çok sık görülüyor. Ayrıca dinî ayrılıklar hakkında endişelerimiz olduğu gibi, dinî kimliğimizi devam ettirebilmek konusunda da endişelerimiz var.

Türkiye'de İslami hayat tarzı tartışmaları siyasete odaklı sürüyor. İngiltere'de yaşayan bir Müslüman olarak İslami hayat tarzı sizi içinde yaşadığınız toplumdan kopartıyor mu?

Hayır, tam tersi Müslüman hayat tarzının 21. yüzyıla katkılarının olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizim ticaret, finans, çevre, aile hayatı konusunda öne çıkarılacak ahlâkî değerlerimiz var. Müslümanlar doğru olan ve kendilerini ilgilendiren her türlü fikre açıktılar. Meselâ günümüzün çevreci hareketi ile Müslüman çevreci hareket birbiriyle örtüşüyor.

İslami hayat tarzı ve moda tartışılan kavramlar. Sizin moda sayfalarınızda neler var?

Dergimizde erkek, kadın ve çocuk modasına yer veriyoruz. Kadın kıyafeti konusunda daha dikkatli seçim yapıyoruz çünkü okurlarımızın talebi bu yönde. Bizimki sıradan bir tüketici dergisi değil. Dolayısıyla bilinçli davranmamız gereken konular var. Özellikle bulunması zor olan, uzun etek, bol paçalı pantolon, dökümlü ceket gibi şeyleri tanıtıyoruz. Bunun yanında ikinci el kıyafetleri tanıtıyoruz. Kıyafetlerimizi mankenlerle tanıtmıyoruz. Ya sokaktan seçtiğimiz insanların neler giydiklerini gösteriyoruz ya da sadece kıyafetleri gösteriyoruz. Eğer manken kullanırsak da kafalarını göstermiyoruz. Benim için başörtüsü sadece dinî bir görev değil, aynı zamanda özgürleşmekti. Çünkü ben bir mankenlik ajansında yetiştim ve orada sadece dış görünüşünüzün nasıl olduğu önemliydi. Başörtüsü benim için güzellik faşizmini reddetmemin kaynağı oldu. 80'lerin sonuna doğru Müslüman olmam benim feminist fikirlerimi besledi. Kadınların güzellik nesnesi olarak görülmemesi gerektiği hakkındaki güçlü feminist fikirlerimi destekledi. Yani sadece örtünmek değil, mankenlik endüstrisindeki güzellik faşizmini reddetmekti benim için başörtüsü.


Kadınların başörtüsü konusunda kendi kararları önemli. Başörtüsünün onlar için ne anlama geldiğini anlamaları gerekiyor. Ben hiçbir kadına tercihlerimi dikte edecek değilim. Çünkü kadın bedeni üzerinden yüzyıllar boyunca siyaset yapıldığına inanıyorum ve buna taraf olmayacağım. Kadınların kimi zaman giyinmeye zorlandıklarını, kimi zaman giyinmelerine izin verilmediğini görüyorum.









15 yıl önce