|

Selanik Ne kadar uzak... Ne kadar yakın...

“Şurayı dönünce Selanik” diyor sürücümüz. Selanik'e dair ne çok anı kayıtlı bende! Bu anıların bir kısmı Selanik göçmeni komşularımızdan, bir kısmı okuduğum kadın hatıratlarından. İlk karşılaşma, ilk intiba, ilk cümle: Ne kadar da İzmir'sin sen Selanik!

FATMA BARBARASOĞLU / ZEYTİN DALI - YUNANİSTAN GÜNLÜĞÜ (3)
00:00 - 17/03/2011 Perşembe
Güncelleme: 22:35 - 16/03/2011 Çarşamba
Yeni Şafak
Selanik Ne kadar uzak... Ne kadar yakın...
Selanik Ne kadar uzak... Ne kadar yakın...

Geceyarısı, Kavala yolundayız. 'İskeçe Müftüsü Ahmet Mete ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun sohbeti sabaha kadar sürecek galiba' derken saat gecenin birinde otomobillerimize bindik.

İskeçe-Kavala arası ne kadar bir mesafedir ve bu karanlıkta acaba sürücülerin uykusu gelir de direksiyon hâkimiyetini kaybederler mi diye endişe ederken; karanlığın içinde beyaz min-yatür bir bina gördüm. Sanki kuş evi. “Bu nedir?” dedim heyecanla.

Sürücümüz Mustafa Bey “Kuş evi değil onlar” dedi. “Kilise.”

“Nasıl yani?”

“Bunların bir âdeti var” dedi Mustafa Bey “Kaza yaptıkları yere kilise şeklindeki bu ikonları koyuyorlar.” Sohbet ilerledikçe kaza yapılan yerde ölen olursa yakınlarının, kişi kurtulursa kendisinin gelip şükür niyetine ikon koyduğunu öğreniyorum.

Sürücünün uykusu gelmesin diye işi nükteye boğuyorum. Tek katlı kilise-ikonlara 'burada oldu her şey, ölmedim lakin' diye selam veriyorum, iki katlı minyatür kiliseleri görünce 'hayat buraya kadarmış, burada nihayetlendi her şey' diye...


Kavala güzel bir şehir

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve eşi Sare Hanım ile birlikte Kavala sokaklarında dolaşırken, bu şehrin güzelliğinin farkına varıyorum. Sanki tanıdık bir yere geldik. Tabiatın ve tarihin eşsiz bir bütünleşmesi olarak duruyor Kavala. Sabah Lucy otelden denize bakarken 'bu böyle olmayacak Kavala' diyorum, 'sana bir kere daha gelmeli, sokaklarını adım adım dolaşmalı, gecenin karanlığında denizine taş atmalıyım.'

Neden olmasın? İstanbul Kavala arası 400 km. Otobüs ile 8 saat sürüyor.


Fukaraya yardım dolabı

Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın konağının kapısında dönme dolap ile karşılaşınca “Tamamdır işte bu!” diyorum. Hatıratlarda okuduğum Harem ile Selamlık arasındaki yemek aktarımını sağlayan bu dolabı bir türlü hayalimde canlandıramıyordum. Yılların merakı ile çevirdikçe çeviriyorum dolabı. Sare Hanım bu dolabın fakirler için düzenlenmiş olduğunu söylüyor. Ne kadar mutlu oluyorum. Veren elin alan eli görmediği bir düzenek. Konak, tipik bir Türk evi. Ancak tavanlarının basıklığı dikkatimi çekiyor. Restorasyon sırasında yüksekliğin azaldığını düşünmekten başka bir izah bulamıyorum.


Mustafa Kemal'in evi Anadolu'dan bir ev

İlkokuldan itibaren bütün ders kitaplarında resmini gördüğümüz evdeyiz. İki katlı mütevazı bir ev. Anadolu evlerinden bir ev. Duvarları, sedirleri, mutfağındaki bakır kapları, sandığı ve kuzinesi ile, bildiğimiz bir ev. Özel eşyalarına bakarken Mustafa Kemal'in ayakkabılarının ne kadar ince ne kadar kaliteli olduğuna odaklanıyoruz. Mustafa Kemal ve Latife Hanım'ın ortak kartvizitlerinin tasarımına dikkatimizi çeken Davutoğlu Hoca oluyor. (Evet bu evde Davutoğlu Hoca.) Duvardaki fotoğraflardan, fotoğrafların çekiliş tarihine göre bıyık modasına takip etmek mümkün. Mustafa Kemal'in yüzünün üçte birini kaplayan bıyıklı fotoğrafına dikkat çekiyorum. Başkonsolos Hüseyin Özdemir Bey, “Dönemin modası. Prusya tarzı bıyık” diyor. Camlardaki “Selanik işi” etekleri dantelli beyaz patiska perdelere bakarken kadınlar olarak çeyizlerimizdeki dantel örneklerini hatırlıyoruz.


Bakan Davutoğlu'nu şaşırtan sürpriz

Dışişleri heyeti tarihi İmaret Otel'de konaklıyor. Otelin sahibi Ana Misirian, oteli Mısırlılardan kiralayarak restore etmiş. Çok zevkli. Eseriyle gurur duyuyor. Oteline gözü gibi bakıyor. Çocuklu ve köpekli aileleri otele almıyor.

Ebeveyni İzmir ve İstanbul'dan olan Ana'nın eşi İskenderiye Rumlarındanmış. İki güzel kızı ile işletiyor oteli. Türklere hayran. Ahmet Davutoğlu'na Yunanca'ya çevrilmiş kitabını takdim ediyor kendisi adına imzalaması için. Davutoğlu şaşırıyor. Henüz Türkçe'de bile yayınlanmamış olan doktora tezinin Yunanca baskısı ile karşılaşmak günün sürprizi oluyor.

İkinci sürpriz 'hediyeleşme' faslında oluyor. Ahmet Bey çini üzerine işlenmiş gümüş bir yelkenli hediye ediyor Ana Hanım'a. Ana Hanım tebessüm ederek alıyor hediyeyi. Hoş bir tevafuk, kendisi de Dışişleri Bakanımız'a gümüş bir yelkenli hediye ediyor.

Suyun iki yakası 'yelkenli' ile birbirine bağlanıyor.


Her şey o kadar tanıdık ki!

Kavalalı Mehmet Ali Paşa Konağı'ndan sonra hemen yakınındaki Halil Bey Camii'ne gidiyoruz. Alaca Cami olarak da bilinen Halil Bey Camii en eski Osmanlı eserlerinden biri olarak biliniyor. 16. yüzyılın ortalarında inşa edilen cami ve medrese, restore edilerek günümüze kadar ulaşabilen nadide eserler arasında yer alıyor. 2010 yılında onarılan caminin altındaki kalıntıların ziyaretçiler tarafından görülebilmesi için tabanı camdan yapılmış.

Kültür-sanat faaliyetlerinin yapıldığı cami 'birilerinin' canını sıkmış, ruhunun kirini harekete geçirmiş olmalı ki domuz kafası keserek caminin kapısına çivilemişler. 11 Şubat 2011 tarihli haftalık 'Birlik Haber' olayı şu şekilde aktarıyor: “Kavala'nın 'eski şehir' olarak bilinen ve tarihi kaleye giden yolun üzerinde Osmanlı eserlerinin yoğun olduğu bölgede yer alan Alaca Cami, çirkin bir eyleme maruz kaldı. Kimliği tespit edilemeyen kişi ya da kişilerin, domuzu cami girişinde kestikleri bildirildi. Daha sonra başını bıçak ile ahşap kapı üzerine çivilediler.”

Kapısına domuz kafası çivilenen Halil Bey Camii'nden dönerken, yerli halktan birkaç kişi ile karşılaşıyoruz. Yüz ifadeleri ne kadar temiz. Sanki bir özür var tebessümlerinde.

İSKEÇELİ DEĞİL GÜMÜLCİNELİ

Halil Bey Camii'nin mahzun haline kendi mahzunluklarımızı katıp yola koyulmuşken elli atmış kişilik bir öğrenci kafilesi ile karşılaşıyoruz. Aralarında başörtülü genç kızlar da var. Sürücümüz 'kim bunlar' diyor kendi kendine. Sonra cevap veriyor, bunlar İskeçeli değil. Belki Gümülcinelidir. O an söylediği çok tuhaf geliyor. Ama düşündükçe anlıyorum ne demek istediğini. Bu gençlerin Türkiye'den geldiğini tahmin ediyorum. Vücut dili böyle bir şey. O çocukların Türkiye'den geldiğini vücut dillerine bakarak anlıyorum.

NE KADAR DA İZMİR'SİN SEN!

“Şurayı dönünce Selanik” diyor sürücümüz. Selanik'e dair ne çok anı kayıtlı bende. Bu anıların bir kısmı Selanik göçmeni komşularımızdan bir kısmı okuduğum kadın hatıratlarından.

İlk karşılaşma, ilk intiba, ilk cümle: Ne kadar da İzmir'sin sen Selanik! Selanik Başkonsolosu Hüseyin Özdemir ve eşi Canan Hanım'ın sıcak ev sahipliğinde günün yorgunluğunu atıyoruz.

SELANİK'TE ŞEHİR TURU

O kadar az vaktimiz ve o kadar yorgun bedenimiz var ki. Selanik'te sahil boyu yürüyoruz. İnsanlar, evler, kaldırımda satılan eşyalar, kaldırımda satılan eşyaların başını bekleyen Afrika kökenli satıcılar. Her şey o kadar tanıdık o kadar aşina ki.

İzmir'de Kordon Boyu'nda yürüyoruz sanki. Yanımızda Yunanlı koruma olmasa Yunanistan'da olduğumuzu unutacağız. Biz şehir turumuzu tamamlarken Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu, Selanik Belediye Başkanı ile görüşüyor. Görüşmenin neticelerini birbirinden güzel deniz ürünlerinin ikram edildiği lokantada öğreniyoruz. Selanik Belediye Başkanı Yanis Butaris'in, Müslümanlar için bir ibadethane ve bir mezarlık açılacağını vaat ettiğini öğreniyoruz.


Alaca imaret Camii

Yemekten sonra, Selanik Sancak Beyi İshak Paşa tarafından 1484 yılında yapılmış olan Alaca İmaret Cami'ni ziyaret ediyoruz. Dört tarafı evlerle çevrili, bir mahallenin tam ortasında kalakalmış. Kimsiz kimsesiz. Herkes içerde. Görevlinin verdiği bilgileri dinliyor. Bu mahzun camiyi muhayyileme yerleştirmek için dış mekânda bekliyorum. Etrafıma bakıyorum. “Buradayız” diyorum “burada”... Bir zikir gibi tekrarlıyorum: “Buradayız...” Beşinci katın penceresinde beyaz saçlı bir kadın bize bakıyor. Mavi zemin üzerinde çocukların sevgilisi çizgi film kahramanı sarı tivigili battaniye dalgalanıyor. Yaşları 13-15 civarı olan çocuklar attıkları gol üzerinden bir kavgaya tutuşmuş.


Harfleri imanla yazanlar...

Caminin pencere pervazına sanki kurşun kalemle yazılmış gibi duran Osmanlıca cümleleri gösteriyor AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu. Deftere yazılmış gibi yazılmış bir el yazısı. Nasıl güzel nasıl işlek. Hiçbir şeyin bu yazıyı silemediğini söylüyorlar.

Yazan, mürekkebin isini kalbinin derinliklerinden çıkarmış olmalı. Tarihi; harfleri, kalbinin derinliklerindeki imana batıra batıra yazanlar yazıyor.


-BİTTi-
13 yıl önce