|

'Tabut'larda varoluş mücadelesi

İki dünya savaşında da Fransa'ya kurtuluş getiren Müslümanlar, yaşadıkları teneke barakalarda 21. yüzyılın başına kadar Fransızlarla eşit muamele görmek için mücadele verdi. Cezayir bağımsızlığını kazandı ama Fransa'da kalan Cezayirlilerin, Faslıların, Tunusluların mücadelesi hala sürüyor.

Hatice Kılıç
00:00 - 24/12/2011 Cumartesi
Güncelleme: 01:43 - 24/12/2011 Cumartesi
Yeni Şafak
'Tabut'larda varoluş mücadelesi
'Tabut'larda varoluş mücadelesi

1945'lar... Fransa'nın “sömürge çocukları” İkinci Dünya Savaşı'na kadar hep bir gün vatana dönme umuduyla yaşadılar ancak savaştan sonra bu durum değişti. O tarihe kadarki göçler evin erkeklerinin “geçici” göçüydü. Ama artık aileler göç etmeye başlamıştıki bu yepyeni bir dönemin başlangıcıydı. Artık Fransa'da kalıcı olacaklardı. Tarifi imkansız berbat gecekondularda yaşıyorlardı. Tuvaletleri dahi yoktu.

BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ

Gecekondu semtlerindeki barakalarda kendi gerçekliklerinin her gün biraz daha farkına varan Müslümanlar arasında isyan hareketleri filizleniyordu. 1954'te Cezayir'de silahlı ve bombalı saldırılar başlamıştı. Birbirlerine rakip olsalar da Cezayir Ulusal Hareketi (MNA) ve Cezayir Kurtuluş Cephesi (FLN) örgütleri bağımsızlık için mücadele ediyordu. Mücadele 1962'de Cezayir bağımsızlığını kazanıncaya kadar sürdü. Ancak büyük bedeller ödendi. Fransa'nın göçmenleri tutsak gibi yaşıyorlardı. Neredeyse hiçbir demokratik hakları yoktu. Sürekli kimlik kontrolünden geçiriliyorlardı. Bu trajedi o dönem filmlere de konu oldu. Fransa'da tutuklananlar önce Cezayir'deki La Sante cezaevinde işkenceden geçiriliyor ardından Fransa'ya getiriliyordu. Sonunda bağımsızlık kazanılmıştı ancak bitkin düşmüş Cezayir Fransa'daki çocuklarına kucak açabilecek, onlara iyi bir gelecek vaadecek durumda değildi. Fransa'nın Müslümanları özlemini çektikleri vatana dönemiyorlardı. Üstelik göç de devam ediyordu. Vatanlarına bağlılıklarını ise koruyorlardı. Onlar için Fransa'ya tamamen entegre olmak ihanetti. O vakit Müslüman olunamazdı.

“HARKİ”LERİN TRAJEDİSİ

Bir de “Harkiler” vardı... Arapça “hareket, parti” anlamlarına gelen fiilden türetilen bu kelime Cezayir savaşı boyunca Fransız ordusuna yardım etmiş Cezayirli askerlerine ve ailelerine verilen isimdi. Şüphesiz Cezayirliler tarafından hain olarak görülüyorlardı. Ancak Fransa tarafından da “işbirlikçi” olarak görüleceklerdi. Harkilerin hikayesi trajikti. Savaş bittiğinde 90 bin Harki Fransa'ya ulaşmıştı. Ancak Fransa onları “istenmeyen” kişiler gibi görüp hızlıca çok kötü koşullar altındaki Auvergne askeri kampına tıkıştırdı. Sanki hiç yoklarmış gibi bir durum yaratılmaya çalışılıyordu. Kısa süre sonra bu Cezayirliler Fransa tarafından kahraman gibi görülmediklerini anlayacaklardı. Yaşamları dışlanma, inkar ve utançla etiketlenmişti. Kamplarda berbat bir hayat yaşıyorlardı. Ancak devlet bir yandan televizyondan farklı görüntüler yayınlayarak bunların prefabrik evlerde “medeni hayatı öğrendiklerine” dair propaganda yapıyordu.

Bir yandan da Fransa artık sadece Cezayirli işçi istemiyordu. Fas'tan, Tunus'tan, Endonezya'dan gelen işçi göçü 50'lerde artmaya başladı. Onlar da baraka kasabalarda yaşıyorlardı. Kışın barakaların duvarlarına battaniyeler çivilenerek soğuktan korunmaya çalışılıyor, dışarıda ayak bileklerini aşan çamurun içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı. Okullarda Müslüman çocukları “Arap, kara zenci” diye aşağılanıyordu. O çocuklar aynı zamanda Fransa'da yetişen ilk göçmen nesildi... 1968, Cezayirli gençleri de etkiliyordu. Bir yandan Senegal'den de göçler yaşanıyordu. Onlar daha kötü koşullarda yaşıyordu. Yaşadıkları yerlerde fareler cirit atıyordu. Üstelik ırkçı muameleye maruz kalıyorlardı. Oysa Fransa için verilen iki dünya savaşında da en ön cephede ilk ölen onlar olmuştu. 1970'te 4 Afrikalı işçinin kötü koşullarda hayatını kaybetmesi “patrona” karşı bir isyan başlattı. 1969-72 yılları arasında Fransız Başbakanı olan Jacques Chaban-Delmas baskılar üzerine baraka kasabalarının yıkılacağını ilan etti.

YENİ NESİL BOYUN EĞMEDİ

Müslümanlar için yeni siteler inşa edildi. Banyosu olan evlerde yaşayacaklardı. Bir yandan da Kuzey ve Güney afrikalı gruplar arasında çatışmalar yaşanıyordu. Arapların siyahilere karşı bir önyargısı vardı. Bir yandan da İslam'ın “gerici bir din” olduğunu düşünen nesil yetişiyordu. Fransız toplumuna nasıl nüfuz edebileceklerinin yollarını arıyorlardı. 1973'te çıkan bir şiddet olayından sonra gazeteler “Göçü durdurun” manşetiyle çıktı. 1975'te ise kampta yaşayan Harki'lerin çocukları hakları için ayaklandı. Rehine alma olayı yaşandı. Artık Harkilerin durumunu tüm ülke öğrenmişti. İsyandan sonra kamp ıslah edildi. Bir yandan da yeni yapılan ve “tabut” olarak adlandırılan binalar çok yüksek kiralardan dolayı protesto ediliyordu. 70'lerin sonuna gelindiğinde Müslümanlar hala özgür değillerdi. Vatana dönüş hayali sonra ermişti. Artık tek istenen şey ayrımcılığa, kötü muameleye maruz kalmamaktı.

80'lerin başında ekonomik kriz işsizliği had safhaya ulaştırmıştı. 1981'de araba yakma olayları yaşanmaya başladı. Yakanlar göçmen işçilerin çocuklarıydı. Ve aslında Fransızlar bundan sonra göçmenlerin birer aileyle, yani sırtlarındaki ağır sorumlulukla birlikte varoldukları gerçeğini görecekti. İsyanlar yeni jenerasyonun doğum belgesiydi. Onlar anne-babalarının gördüğü muameleye maruz kalmayı reddediyordu. Fransa'da hak ettikleri konum için savaşıyorlardı.

İRAN DEVRİMİ BAHANESİ

1979 İran İslam Devrimi buradaki dengeleri de etkiledi. Muhalif göçmenler İran'la bağlantılı olmakla suçlanmaya başladı. İran etkisi bahane edildi. Müslümanların “radikalleşmeye” başladığı söyleniyordu. Aşağılayıcı karikatürler basında boy gösteriyordu. 80'lerin başlarında çok sayıda göçmen çocuk-genç saldırılarda hayatını kaybetti.

Varoşlarda isyan hareketleri ise büyüyordu. Paris'teki Concorde Sarayı'na yapılan göçmenlerin ırkçılık karşıtı ilk büyük yürüyüşü Fransızların göçmen algısını altüst etmişti. İfade özgürlüğü kendisini dayatıyordu. 1986'da lise gösterileri başgöstermişti. 80'lerin sonlarına doğru giderek daha çok destek toplayan ırkçı Fransız siyasetçi Le Pen büyük bir kitleye yaptığı bir konuşmada şu ifadeleri kullandı: “Eğer kendi kültürünüzü geleneğinizi aynen uygulamakta ısrar ederseniz burayı terkedin. Aksi halde sonu kötü olur.” Konuşma ayakta alkışlanmıştı.


Filistinlilerle aynı koşullardayız


80'lerde yeni nesil, İslami kimliğini yeniden keşfediyordu. 1989'da üç Müslüman göçmen kız başörtüleri nedeniyle liseye alınmadı. Bu Fransa'nın İslam'la ilişkisinde ilk “tehlikeli” dönemeçti. “Fransa'nın değerlerine ve laik yapısına tehdit” olarak algılandı. Bu Fransa için bir şoktu. O tarihten sonra başörtüsü yaygınlaştı. Başörtüsü “Biz varız. Biz farklıyız, bize saygı duyun” mesajının da sembolüydü aynı zamanda. Ve tabi ki Fransız meclisi okullarda başörtüsünü yasaklayan yasayı kabul etti. 1995'te Paris'te bombalı bir saldırı düzenlendi. Cezayir islami örgütü sorumlu gösterildi. Halit Kelkal isimli siyahi bir genç “1 numara” olarak gösterildi. Bir anda “İslami radikalizm” söylemi Fransa'yı sardı.

El Cezire'ye konuşan bir sosyolog durumu ilginç sözlerle özetliyor: “Fransa henüz İslam'ı bilmezken, “politik İslam” tehlikesi konuşuluyordu.” Sonunda Kalkal vuruldu. Kameralar “ibretlik olsun diye” vurulma anını çekti. Dönemin TV spikerinin olay yerinden bildiren muhabirle arasında geçen diyalog şu şekildeydi: Spiker “sence Kelkal vakası entegrasyon fikrinin çöküşü anlamına geliyor mu?” Muhabir: “Evet... ” 2000'deki ikinci Filistin intifadasında Fransa Müslümanları Filistin'i destekledi. Fransız varoşlarındaki bu gençler kendilerini Filistinlilerle aynı koşulda görüyorlardı... Ve 11 eylül saldırıları... Sömürge döneminden kalma tartışma yeniden alevlenmişti: İslam “ıslah edilemez.”


Senin adın bizi yenilgiye uğratır


23 Şubat 2005'te Fransa'nın Kuzey Afrika kolonizasyonun olumlu olduğunu kabul eden bir yasa geçti. El Cezire televizyonuna konuşan Fransız senatosunun bir kadın üyesi, Sosyalist Parti'den aday olmaya çalıştığı dönem yaşadığı olayı şu sözlerle anlatıyor: “Benim partimin ayrımcılık eğilimi yoktu. Ta ki liderlik için bir gün adaylığımı koyana kadar. Bana dini orijinim hatırlatıldı. Dendi ki senin adın listeyi aşağı çeker. O gün Sosyalist Parti'de daha yapılacak çok işin olduğunu anladım.” Senatör Fransız meclisine girmeyi başaran üç göçmen kökenli kadın içinse çok sevindiğini ancak bunun ayrımcılığın bir sonu olduğunu düşünmediğini söylüyor. 13 Temmuz 2010 tarihinde Fransız meclisi kamuya açık her yerde burka veya peçeli çarşaf giyilmesini yasalayan, uymayanları 150 Euro para cezası veya mecburi yurttaşlık stajıyla cezaladıran yasayı kabul etti. Eylül 2011'de ise Kenza Drider adlı peçeli kadın Fransız Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyacağını açıklayarak sembolik bir mücadele başlattı. Cannes Film Festivalinde ödül alan Cezayirli senarist Abdul Rauf Dafri “Bugün göçmenlerin çocukları sanatçı vs. olabiliyor, fakat kamusal alanda söz sahibi değiller. Kaç tane Arap belediye başkanı var Fransa'da?!” diyor. Bugün sayıları 5 milyon olan Müslümanlar için çok şey değişti bugüne kadar fakat değişmeyecek bir şey var ki o da Müslüaman olarak kalacakları...



12 yıl önce