|

Yüzyıllık parantezi kapatacağız

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, yeni bir kırılma dönemi yaşandığını belirterek, 'Son yüz yıl kapatılması gereken bir parantezdir. Osmanlı'dan sonra başlayan ayrışma bir parantezdir. Tarih coğrafi sınırlara isyan ediyordu ve biz bu parantezi mevcut sınırlara saygı göstererek kapatacağız' dedi

İbrahim Karagül
00:00 - 1/03/2013 الجمعة
Güncelleme: 23:29 - 28/02/2013 الخميس
Yeni Şafak
Yüzyıllık parantezi kapatacağız
Yüzyıllık parantezi kapatacağız
Bölge bir kader ortaklığına doğru mu gidiyor?

Zaten bizim beraber olduğumuz asırlar düşünüldüğünde, yani genel olarak bölge halklarıyla söylüyorum, son 100 yıl bir parantezdir, kapatılması gereken bir parantezdir. Sykes-Picot ile başlayan ayrışma kapatılması gereken bir parantezdir. Tarih coğrafi sınırlara isyan ediyordu ve evet biz bu parantezi kapatacağız.

Yani şu anlama mı geliyor: 1. Dünya Savaşı Osmanlı coğrafyasının dağılmasından sonraki bugüne kadar gelen süreç, yani orası bir parantez, artık yeni bir döneme geçtik, yeni bir kırılma dönemi başlıyor artık...

Biz geçmişte bu parantezi iyi ilişkiler üzerinden, yani devletlerarası iyi ilişkiler üzerinden kapatmaya çalışıyorduk, ama o devlet yapıları buna uygun değildi; şimdi halklar arasındaki ilişkiler üzerinden aynısını yapmaya çalışıyoruz. Elbette mevcut sınırlara saygı göstererek...

Bölgedeki değişim gibi küresel düzeyde de bir değişim var yani. Yeni aktörler devletler ve bölgeler öne çıkıyor...
ÇİN, HİNDİSTAN, BREZİLYA VE TÜRKİYE GERÇEĞİ

Soğuk savaş sonrası dönemle ilgili olarak 1991 yılında Kanada'da International Studies Association'da ISA'da bir tebliğ sunmuştum. Sonra da yayımlandı. Orada dört aşama öngörmüştüm. Birinci dönem en kısa dönem: Amerika'nın tekelci üstünlüğü. İkincisi reel güçlerin ortaya çıkışı: reel, tarihi, doğası gereği kadim güçlerin ortaya çıkışı. Üçüncü aşama: yeni alternatif medeniyet eksenlerinin ortaya çıkışı. Dördüncü aşama: yeni bir uluslararası düzen fikri. Yani o zaman herkes şunu düşünüyordu: O gün uluslararası düzen, yeni düzen zaten kuruldu. Asıl şimdi reel güçler ortaya çıkıyor, tarihin reel aktörleri çıkıyor ortaya. Çin, Hindistan, Brezilya, Türkiye bunlar reel aktörlerdir yani soğuk savaşın üstünü örttüğü aktörler.

Eski merkez güçler tekrar...

Tabii ve bir güç kayması yaşanıyor. Demin söylediğim, medeniyet eksenli değişim yaşanıyor. Bizim burada alacağımız tutum önemli. Şimdi bizim coğrafyamız öyle bir coğrafya ki, geliştirdiğimiz stratejik ilişkiler bu aşamaların her birinde bize farklı özne rolleri biçebiliyor. Onun için de AB ile ilişkilerimizi sürdürürken, bu yeni ortaya çıkan reel aktörler ile ilişkilerimizi de yeniden tanzim etme ihtiyacı var. Benim en fazla özen gösterdiğim birkaç ilişki var. Bir tanesi Brezilya'yla olan ilişkimiz; çünkü, Latin Amerika hinterlandı çok kuvvetli. Ve Türkiye-Brezilya ilişkileri şimdi literatüre bile girdi: coğrafi olarak bu kadar uzak iki ülke nasıl bu kadar kısa zamanda bu kadar yakın bir ilişkileri var...

STRATEJİK EKSEN GELİŞTİRDİK
Türk diplomasisinde ilk defa böyle bir şey oluyor galiba.

Ve herkes Tahran Anlaşması'nı bilir, ama, geçen sene Brezilya Dışişleri Bakanı bu coğrafi uzaklığa rağmen Türkiye'ye üç veya dört kere geldi, yani ben daha gidememiş olmama rağmen. Bu önemli bir ilişki ağı oluşturuyor. Bir tanesi Çin'le gelişen ilişkiler. Bakan olduğumdan 1 ay sonra Uygur krizi başladı. Ama hem o krizi atlattık hem de Çin'le stratejik bir eksen geliştirdik, yani stratejik bir ilişki.

Yine Rusya'yla nereden nereye geldiğimiz aşikar. AB ve Amerika'yla ilişkilerimiz normal trendini takip ederken, dünyanın birçok yerinde büyükelçilikler açıyoruz. Doğu Asya'da işte Myanmar'ı açtık; ne kadar stratejik bir adım olduğu şimdi anlaşılıyor. Modern güçlerle de ilişkilerimizi muhafaza edeceğiz ve geliştireceğiz. Eski güçlerle de.. hepsiyle bizim tarihi irtibatlarımız var, onları sürdüreceğiz. Bir de yeni pivot ülke şeklinde ortaya çıkan yeni ülkeler var ki onlarla da ilişkileri daha pekiştireceğiz.

KADİM GÜÇLER YÜKSELİYOR

Türkiye'nin özelliği şu: -bunun herkes tarafından anlaşılması lazım.. biraz önce zikrettim ya, kadim güçler yükseliyor...- Türkiye kadim bir güç, yeni bir güç değil. Türkiye'nin gücünü kaybetmesi de tarih içinde bir parantezdi. Biz o parantezi kapatıyoruz şimdi. Türkiye kadim bir güç ve yenilenen bir güç. Zaten gücümüz de oradan geliyor; kadim olsak ve yenilenmesek bölgemizde statik bir unsur halini alırız.

Bizi kadim güce döndürecek olanın içinde şimdi içerde yaşadığımız barış süreci de var. Kadim gücün niteliği zaten içselleştirici olmasıdır, barıştırıcıdır ve kaynaştırıcıdır. Bunun içinde Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Kafkaslar'da bu kadar aktif olmamız var. Yenilenen yönümüz ise Latin Amerika'ya açılımımız, Afrika'nın güneyine açılımımız, Asya'ya açılımımız...

Türk halkı iddiamıza güvendi
2011 seçimlerinde Türk seçmenin tercihlerinde dış politika ikinci sırada yer aldı. Zannediyorum bu halka yansımasını da gösteriyor.

Önemli olan halkın sizin samimiyetinize, bütün alanlarda ülkeyi ileri götürme konusunda samimi ve kararlı olduğunuza inanması. Bizim halkımız buna inandı ve biz de gerçek gücümüzü halkın bu inancından alıyoruz. Yoksa halkın bu desteği olmamış olsaydı hiçbir maddi imkan Türkiye'nin son 10 yıl içinde uluslararası alanda geldiği düzeyi sağlayamayabilirdi. Türk halkı iddialı bir halktır ve iddiasını da önündeki insanlarda görmek istiyor. Bizim de yaptığımız bu iddiayı uluslararası alana taşımak.

Kerry ile uyum sorunu olmaz
Hillary Clinton'la aranız iyiydi. Yeni Dışişleri Bakanı da John Kerry zaten Türkiye'ye bugün geliyor.

Sayın Kerry'i eskiden beri tanırım. Bush yönetimi iktidarken de ben bakan olduktan sonra komisyon başkanı sıfatıyla da görüşmelerimiz oldu, yani bir hukukumuz var. Açıkçası onun bakan olmasından memnuniyet duyduk. Amerikan toplumunun aslında hep içe dönük bir izolasyonist bir tutumu vardır. Halbuki dünyayı iyi tanıyan ABD dışişleri bakanları angajman politikalarıyla hem izolasyonist politikaları hem tek taraflı müdahale politikalarını dengelemişlerdir. O anlamda Kerry dünyayı ve bölgeyi, bizim bölgemizi iyi tanıyan birisi. Bu anlamda yöntem bakımından uyumlu bir ilişkimiz olacağına inanıyorum. Önemli olan burada samimi ve açık bir iletişim kanalının, dilinin geliştirilebilmesi; bu konuda bir sıkıntı yaşayacağımızı düşünmüyorum; aksine, Sayın Kerry buna açık bir yapıdadır.

İSRAİL YENİ DÖNEMİ ANLAMIYOR
Yeni ABD yönetiminden Ortadoğu barışıyla ilgili bir gelişme bekliyor musunuz?

Amerika'nın bölgeye dönük politikasında aslında barışın gerçekleşmesindeki en önemli engellerden birisi, Amerikan siyasi elitindeki İsrail yanlılığıdır. Bu da Amerika'nın bölge barışına yapacağı katkıyı engelleyici bir nitelik kazanmaya başladı. Ümit ederiz bu konuda ABD, bağımsız bir politika yürütür.

İsrail'in yeni süreçte yeri ne olacak?

Uluslararası konjonktür değişiyor, bölge değişiyor ama İsrail'de karar yapıcılar hala bu değişimi idrak edebilmiş değil. İsrail'in şu anda yapması gereken bu yeni durumu anlamaya çalışmak olmalı.

Zaten problem de orada, tehdit olarak görmekle bu yeni dönemi anlamadığı gösteriyor.

Doğal havzalar artık birbiriyle buluşuyor
Peki 21. yüzyılı nasıl tanımlıyorsunuz?

Tarihin normalleşmesi. Sömürgecilik ve soğuk savaş dönemindeki parçalanmanın aşılarak tarihin normalleşmesi ve Ortadoğu'da doğal havzaların birbiriyle buluşmasıdır. 21. yüzyılı bu anlamda ilk aşamada normalleşme, inşallah sonraki aşamada da büyük bir bölgesel işbirliği alanının ortaya çıkışı olarak değerlendiriyorum.

Tarihin sonu denildi, İslam kendi içinde çatışacak diye stratejiler ortaya atıldı ve bu Batı'nın politikalarını etkiledi ama aynı zamanda İslam ülkelerinin etrafı da çatışma bölgeleri. İslam dünyası bunu aşabilecek mi, bunu mümkün görüyor musunuz?

Şimdi bu konunun zihniyet yapısı anlamında bir teorik boyutu var bir de stratejik boyutu. Bilinçli bir şekilde İslam dünyasına dönük psikolojik operasyonlar yürütüldü ve yeni zihniyet oluşturulmaya çalışıldı. Bu yeni zihniyette İslam dünyası, Müslümanlar hep kanlı sınırlarla karşı taraf olarak tanımlandı. İşin ilginç tarafı da İslam dünyasındaki aydınlar da bunu kullanmaya başladı. Bizim bu zihniyete Müslüman kitlelerin kapılmasına izin vermemiz lazım.

Bu bir tuzak mı?

Tabii, kesinlikle bir tuzak. Bu konuda da Müslümanların gösterdikleri tepkilerle bu operasyona izin vermemeleri lazım. Bu işin zihniyet boyutu.

Bir de stratejik boyutu var. İslam dünyasının kanlı sınırları denilen sınırlar aynı zamanda enerji sınırları. Dünyadaki 9 büyük stratejik su yolundan 8'i İslam dünyasında: İstanbul Boğazı, Cebel-i Tarık, Süveyş Kanalı, Aden Körfezi, Malakka Boğazı, Hürmüz Boğazı... Bütün bunlar ile dünya ticareti de dünya enerjisi de İslam dünyası üzerinden seyretmek zorunda. Dolayısıyla, buradaki stratejik rekabete karşı da İslam dünyasının uyanık olması lazım.

Yeni ve inşa edici bir dilin oluşturulması lazım dediniz. Türkiye'nin buna katkısı ne olacak?

Aslında Türkiye olarak bunu da yapmaya çalışıyoruz. Birleşmiş Milletler'in yeniden yapılandırılmasının önünü açmak istiyoruz. Çünkü Birleşmiş Milletler'de İslam dünyası hakkıyla temsil edilmiyor. Birleşmiş Milletler'in insanlık vicdanını temsil etmesi lazım.

Afrikalılar Türkiye'yi bağrına bastı
Türkiye neden Afrika'ya bu kadar önem veriyor?

Açıkçası, Afrika açılımı dış politikada gerçekleştirmeye çalıştığımız paradigmatik değişimin belki de en somut örneklerinden biri. Eskiden Türkiye sadece var olan güçler, muhatap olduğu reel güçlerle ilişkiler üzerinden bir dış politika geliştiriyordu. Şimdi ise Afrika'ya kapsamlı bir stratejinin parçası olarak açılıyoruz. Bunun ciddi açılımlar olduğunu görürsünüz. Afrika açılımının psikolojik boyutu çok iyi yönetildi, Afrika'da bir Türkiye rüzgarı esiyor. Kısa sürede psikolojik eşiği aştık. Somali'ye Başbakanımızın yaptığı ziyaret, bu eşiğin aşılmasında büyük imkan sağladı. Tarihi olarak da coğrafi olarak da Türkiye Afrika'nın bir parçasıdır. Bu psikolojik boyutu. İki; kurumsal boyutu. Son 4 yıl içinde 22 yeni büyükelçilik açtık. Yani kurumsal altyapıyı da oluşturduk.

Afrika açılımı amacına ulaştı mı?

Kesinlikle ve daha büyük amaçlarımız var; inşallah ulaşacağımız daha ileri hedefler var. Şu anda zihnimizde tasarladığımız istikamette süratle ilerliyor.


٪d سنوات قبل