|

Engin Ardıç: Gazeteci mazeteci değiller

Engin Ardıç, bugün yayınlanan yazısında gazeteci olmayan, manken, türkücü, iş takipçisi köşe yazarlarını sert bir dille eleştirdi.

00:00 - 28/07/2007 Cumartesi
Güncelleme: 11:08 - 28/07/2007 Cumartesi
Yeni Şafak
Engin Ardıç: Gazeteci mazeteci değiller
Engin Ardıç: Gazeteci mazeteci değiller
Gazeteci mazeteci değiller

Sevgili Oray... Belli ki Zülfü Livaneli durmuş durmuş, Deniz Baykal'dan intikamını almak için en uygun günü kollamış, hem yere düşene bir tekme de o savurdu, hem de kendini kamuoyuna hatırlattı, ne güzel...

Sevgili Oray, “Baykal istifa” ve “CHP nasıl kurtulur” tatavası, bu seçimde rezil kepaze olan Babıali kaşalotlarına mükemmel bir “konu saptırma ve gündem değiştirme” olanağı sağlıyor, bu da güzel. Hepsi zeytinyağı gibi üste çıktı, bir de edepsizleniyorlar, bu daha da güzel.

Fakat sevgili Oray, şu “gazeteci olmayan köşe yazarları” meselesi, beylik deyimle “kanayan bir yaradır”...

Eskiden köşe yazarlığı diye bir kavram yoktu, ona “fıkra yazarlığı” denirdi, ve bu bize ortaokulda, altmışlı yılların başlarında Türkçe hocamız tarafından bir “yazı türü” olarak öğretilmişti. O zamanların gözde örnekleri de elbette Burhan Felek, Refii Cevat Ulunay, Bedii Faik falan... Sizin kuşak Kadircan Kaflı'yı da bilemeyecektir, çok ünlü ve etkili bir imzaydı.

Önceleri bu işi “edipler” yaparlardı, öyle ya, bir yazı türü olduğuna göre... Cevat Fehmi Başkut ilk aklıma gelendir. Haldun Taner'in bile bir dönem Tercüman gazetesinde başyazar olduğunu bilir misin?

Meslekten gazeteciler de onlardan hiç aşağı kalmıyorlardı ama... Zekeriya Sertel'den başla, Naci Sadullah, Vâlâ Nurettin, Ecvet Güresin, İlhan Selçuk, şimdilerde kimseciklerin hatırlamadığı, gençliğimizin çok ünlü ve çok önemli ismi İlhami Soysal, daha sonra Teoman Erel, say sayabildiğin kadar.

Habercilikten gelip yazarlığı deneyenler de vardı, Örsan Öymen gibi, edebiyata açılmaya çalışanlar da, örneğin Çetin Altan, Refik Erduran, edebiyatçı kimliğini piç edip gazetecilikte karar kılan da, örneğin Attila İlhan... Basına üniversiteden atlayanlar vardı, Mümtaz Soysal, Uğur Mumcu.

Politikaya demir atanlar da olmuştur, Bülent Ecevit, Ahmet Tan, hem mesleği hem politikayı harmanlayanlar da, Metin Toker falan.

Sırf yönetici oldukları için “yazarlık da yapmak zorunda kalanlar” vardı, diyelim Abdi İpekçi, diyelim Ertuğrul Özkök.

Fakat ne oldu bilir misin Oray? Babıali patronları, köşe yazarlarının “patronu da gazeteyi de aşan” gücünden rahatsızlık duymaya başladılar.

Tıpkı Turgut Özal'ın “sarı basın kartının etkinliğini kırmak için” ota boka sarı basın kartı dağıtmaya başlaması gibi, patronlar da bir “köşe yazarı enflasyonu” yarattılar. Böylece yazıların kalitesi düştü ama köşe yazarlarının tekeli de kırıldı.

İşte, “gazeteci olmayan gazeteciler dönemi” de böyle başladı.

Önceleri emekli memurları denediler. Ne kadar büyükelçi, banka müdürü, Şura-yı Devlet azası falan filan eskisi varsa, bir de baktık, yazı yazıyorlar. Yazıyorlar da yazamıyorlar ama, zarar yok!

Hani, bazı emekli paşaların, çok ilgisiz bazı büyük şirketlerin yönetim kurullarına girmeleri gibi bir şey...

Bu kesmeyince, magazin dünyasına yöneldiler.

Gazete köşelerini, mankenler, şarkıcılar, türkücüler, aktrisler, Emin Çölaşan'ın deyimiyle “esmer ve sarışın bombalar” kapladı.

Örneğin esmer bomba İclal Aydın çok fazla başarılı olamadı ama “bizim zamanımızın” sarışın bombası Pakize Suda, birçok “meslekten” gazeteciye parmak ısırttı.

Eh, bu kadar güzel kadının yanında benim gibi tipsiz herifler de birşeyler yapmaya çalışıyorlar işte...

Bırak haber tutmayı, haber gizlemeyi, “manipülasyon” yapmayı, amigoluk etmeyi, biz bu piyasada “falanca süpermarkette imza günüm var, mutlaka beklerim” reklamı yapan da gördük, “şu gün şurada konserim var, yeni albümüm de çıktı, gelmezseniz, almazsanız vallahi darılırım” bezirgânlığı edeni de. Bundan utanmadılar ve sıkılmadılar.

Sevgili Oray, Zülfü Livaneli dostumuz “türkücülükteki başarısı ve de Zafer Mutlu'yla arkadaşlıktaki başarısı” sayesinde köşe yazarı olmuştur. Daha sonra roman yazarlığı, belediye reisliği, milletvekilliği, parti genel başkanlığı, kerameti kendinden menkul kültür elçiliği gibi alanlarda da şansını denemiştir. Bir koltukta taşınan bunca karpuzun da düşmesi ve çatlaması kaçınılmazdır.

Böyle böyle, “ortaokul mezunu bakan” gördüğümüz bu ülkede ilkokul mezunu köşe yazarları da doğmuştur, lise ikiden terk köşe yazarları da.

Oraycığım, bu memlekette İbrahim Tatlıses de köşe yazarı olmuştur, Deniz Akkaya da.

Bunlarla Livaneli arasındaki fark bir “nitelik farkı” değildir. “Nicelik farkına” gelince... O da tartışmaya açıktır en azından.

* * *

Engin Ardıç'ın konu etttiği Oray Eğin'in dün Akşam gazetesinde yayınlanan yazısı:
Livaneli haberi gizledi mi?

Amerikan edebiyat çevrelerindeki adıyla O.Z. Livaneli'yi anlamak da, okumak da, dinlemek de gerçekten zor. Hemen seçim ertesinde yazdığı ve Deniz Baykal'la Recep Tayyip Erdoğan'ın arasındaki “gizli pazarlığı” aktardığı yazının girişini okuyalım:

“Seçimler öncesi CHP'ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım. Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum. Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım. Bunu bir borç olarak görüyorum.”

Livaneli'nin bu satırlarını daha evvel bildiği ancak sustuğu bir konuda şimdi ağzını açtığı şekilde anlamaktan başka bir yol yok. Seçimden hemen önce yazılsa, belki sandığı etkileyecek bu bilgileri gizlemesi sorgulanmaya da açık. Nitekim pek çok okuru da tepki göstererek “Madem biliyordun, neden yazmadın?” demiş.

Livaneli şu satırlarla da bu bilgileri ilk kez verdiği izlenimini yaratıyor: “Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.”

Ancak bir gün sonraki yazısında okurların “Neden önce yazmadın” sorularına şu cevabı veriyordu Livaneli:

“Sevgili okurlarımı temin ederim ki; Baykal'la Erdoğan arasında gizli bir anlaşma bulunduğunu, buna dayanarak Erdoğan'ın başbakan yapıldığını bu köşede en az on kez yazdım; Abbas Güçlü'nün Genç Bakış programı gibi çeşitli programlarda anlattım. Ama bu yazıların ve konuşmaların hiçbiri dünkü yazı kadar yankı yaratmadı. Bugünlerde Baykal çok tartışıldığı için yazı gündeme denk düştü.”

Hem kendisi “Bunca zaman sustum” diye yazıya başlıyor, ilk kez yazıyormuş izlenimini uyandırıyor, sonra da kalkıp aslında defalarca yazdığını ama hiç kimsenin üzerine atlamadığını söylüyor.

Bir gün sonra yine aynı tepkiyi veren okurlarını ise “Algılama güçlüğü” çekmekle suçluyor, altında da bir kötü niyetli kampanya arıyor. Olsa olsa bu çift taraflı bir algılama güçlüğü olur, zira Livaneli'nin yazısında içinde geçtiğini iddia ettiği 'Daha önce defalarca söyledim' ifadesine rastlamak mümkün değil...

Dahası bu kafa karışıklığı sosyal demokratların durumunu da özetliyor sanki: Hiçbirinin ne dediğini anlamak mümkün değil. Nitekim bir Deniz Baykal'ın yalanlaması var, bir de Livaneli'nin ısrarı, diğer tanıkların suskunlukları...

Hiçbiri net değil ki, kimse bildiklerini tam olarak açıklamıyor ki biz de “algılama güçlüğümüzü” çözelim, anlayalım en azından tam olarak durumu. Sosyal demokratların kopukluğunda kendilerini anlatamama sorunu varsa O.Z. Livaneli'den Deniz Baykal'a herkes bu derdin pençesinde olmalı.

Bu işin kafa karışıklığı kısmı, bir de Livaneli'nin affedilemez bir tavrı var.

Diyor ki “CHP'den istifa etmiş olmama rağmen, bu yazıyı seçim öncesinde yayınlayamazdım. Eğer böyle bir şey yapsam, seçimden sonra çok suçlanır hatta yenilginin sebepleri arasında gösterilirdim. İnsaf sahibi herkesin bu tutumumu haklı bulacağını biliyorum.”

Gazeteci olmayanlara köşe yazdırılmasındaki ciddi problem işte burada ortaya çıkıyor. Livaneli'nin bu satırları bir yorum yazısı değil, içinde haber var, dolayısıyla bir gazeteci yazısı. Gazetecilik kriterlerine göre değerlendirmek gerek.

Ve en temel bazı kuralları ihlal ediyor: Gazeteci taraftar değildir, gazeteci haberi saklamaz, gizlemez.

Ne olurdu seçimden önce yazsaydı, hatta hezimetin sorumlusu olarak algılansaydı? Bir partiyi kollamak, onun çıkarlarını düşünerek gerçekleri gizlemek manipülasyona girer. CHP'nin seçim sonuçları gazeteciyi bağlamaz, onun sorumluluğu alanı haberini yazıp teslim ettiği anla sınırlıdır. Haberinin doğuracağı sonuçlardan sorumlu tutulamaz...

Eğer gazeteciyse... Yahut gazetecilik yapmaya soyunuyorsa...

Tabii eğer taraftarsa, eğer gazete köşesinde meslek sınırları dahilinde yorum yapmak yerine siyasi propaganda yapılıyorsa, birtakım hesaplar çıkarılıyorsa...

O zaman da oturup tekrar düşünmek gerek köşe yazarlarını ve görev tanımlarını.

17 yıl önce