|

Bir uyumsuzla birlikte yürümek

Yazın hayatına çevirmen olarak başlayan Tomris Uyar, asla vazgeçmediği öykücü kimliğini gün dökümlerinde, gazete yazılarında da ön plana çıkarır. Gün dökümlerini öykülerinden ayıran yegâne unsur, kurgusal olmayışlarıdır.

04:00 - 15/03/2024 Friday
Güncelleme: 02:23 - 15/03/2024 Friday
Yeni Şafak
Tomris Uyar.
Tomris Uyar.
GÜZİDE ERTÜRK

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir kitabında İstanbul’u Arabistan şehirlerinden birinde yaşayan ihtiyar ve hastalıklı bir kadının gözünden anlatmaya koyulur. Hastalanınca İstanbul’un çeşme isimlerini sayarak şifa bulan bu kadın, Tanpınar’ın hayalinde öldükten sonra bir su perisine dönüşmüştür. İstanbul’dan uzak kaldığınızda dünyanın hangi şehrinde yaşadığınız önemini kaybeder. İster istemez onun çeşmelerini hatırlayarak hayalinizde yeni bir kent inşa etmeye başlarsınız. Seslere, yüzlere ve sokaklara ihtiyacınız vardır. Yazılı günlere, yüzleşmelere, arka pencerelere, dolmuş koltuklarına, balıkçılara, şairlere… Belki bir su perisi değil ama kitapla direnmeyi huy edinmiş, Türkçe sevdalısı usta bir öykücü olan Tomris Uyar, hayalinizdeki kenti yeniden inşa etmeniz için 70’lerin, 80’lerin coğrafyasından seslenir. Bu seslenişte, üstten bir bakış, kibirli bir serzenişten ziyade aynı sokakta yaşayan komşu kadının cana yakın samimiyeti, nereye giderseniz gidin sizi unutmayacak bir dostun özverisi vardır.

GÜN DÖKÜMLERİ ARASINDA

Tomris Uyar, kalitenin peşindeki sanatsal zevkleriyle, sözünü esirgemeyen eleştirmen tavrıyla İstanbul’un sokaklarını birlikte adımlamak için sayfalar arasında bekler. Üstelik yaz güneşi sıcaklığını taşıyan turuncu badanalı mutfağı, duvarlara asılı kırmızı soğan hevenkleri, defne dalları arasından Türkiye’ye ve dünyaya açılan ufak bir pencereye sahiptir. Tenekelere çiçek tohumları ekerken yazılacak öykülerden, bitmek bilmeyen işlerden, Jorge-Luis Borges’ten, Virginia Woolf’tan, Turgut Uyar’la Ankara’ya gittiklerinden, çocuğunun derslerinden dem vurur. Yazın hayatına çevirmen olarak başlayan Tomris Uyar, asla vazgeçmediği öykücü kimliğini gün dökümlerinde, gazete yazılarında da ön plana çıkarır. Gün dökümlerini öykülerinden ayıran yegâne unsur, kurgusal olmayışlarıdır. Yoksa, 1975’in bir haziran gününde, Fatih Nüfus Müdürlüğü'nde “Hayır,” deme hakkını kendisinde bulamayan Necla isimli memur; bir öykü karakteri olmamasını, küflü binanın eski havasına yanaklarına sürdüğü allıkla karşı koyan gerçek kişiliğine borçludur.

Komşu apartmanın kapıcısı, halıları çırpmak için söz verip yapmadığında, pişirdiği güveci kapıcının kafasına geçirmeyi düşündüyse de kendini tutar. Kapıcıya öfkelenmek yerine içi dolma dolu kırık güveci düşünerek eğlenen Tomris, alternatif yollar arayarak pişirdiği yemeği de kapıcının kafasını da kurtarır. Bodrum yolundaki Halıdere’de mola verdiği lokantadaki ayıya bira içirildiğini görünce müdahale edip su vermek ister ve ayı bacağını ısırdığında onu suçlamak yerine sadece kuduz olmaktan endişelenir. “Nilgün” ismini verdiği ayının durumunu, yaralı bacağı kadar merak ettiği için lokanta sahibini sık sık arar.

Lahmacun kutusuna “Seyyar Kebap Salonu,” yazan satıcıyı görünce, “Ne yaman bir dil kullanma yeteneği var halkın,” diyerek hayretini paylaşır. Handan İnci’nin 2011’de yayıma hazırladığı Kitapla Direniş’teki “İstanbul’la Aram Bozuk Bu Aralar,” yazısındaysa ismini vermediği dostlarından birinin şu görüşüne yer verir, “Bir kentin tarihini kavramanın en kestirme yolu, o kentte doğup büyümüş bir kadının yıllar yılı esnafla ilişkilerinde kullandığı dili incelemektir. Bu dildeki değişmeleri…” Beşiktaş pazarındaki bir tezgâhta kullanılan dille, Bağdat Caddesi’ndeki mağazada kullanılan dilin özellikleri aynı olamaz. Gittikçe soluklaşan bir atmosferden, gittikçe çürüyen bir dilden şikayetçidir Tomris. Kirlenen Türkçeyi, taze üslubu ve tekrara düşmekten korkan yenilikçi kalemiyle güçlendirmek için kalemini kullanır.

KADINLAR ÜZERİNE YAZAR

İnsan olmaktan ne kadar mutluysa, kadın olmaktan da o kadar mutludur. Mücadeleci kişiliği ve hırçın yapısı kadınların savaşması gereken çok daha fazla sorun olduğu için hayıflanmak yerine daha da mutlu olmayı seçer. Günümüzde yaşasaydı, mutluluğunu ne kadar daha sürdürebilirdi emin değilim. Eleştirmen kişiliğinden kadın sanatçılar da nasibini alır. Gülten Akın hakkında yazdığı bir yazısında vitrin haline gelen kadın sanatçıları yerden yere vurur. “Evlilik hayatlarındaki mutsuzluğu, çocuklarını, kocalarını, bilinçaltlarında var sandıkları çizgileri, kulaktan dolma cinsel özgürlük kuramlarını, kısaca entelektüellik adına ne biliyorlarsa dolduruyorlar yapıtlarına,” demekten geri durmaz fakat taktir ettiği kadın sanatçılara yazılarında yer vererek haklarını teslim eder. Hemcinslerinin parfüm markası, ucuzluktan alınan şey, para ve Paris dışındaki şeylerden konuşabileceklerini vurgular ve beklentisi karşılanmadığında hayal kırıklığına uğrar.

1996’da Feridun Andaç’ın yönelttiği soruları cevaplayan Tomris Uyar, “Oyalayıcı bir şeyler yazmaktansa, kopkoyu bir karamsarlığı yeğlediğini” söyler, “Aynı yemeği bile aynı şekilde iki kere pişirmem. Anında yaratmayı severim.” Tekrara düşmektense bir süre yazmamayı tercih eden; yazarlıkla, yazma hastalığı arasına keskin çizgiler ören Uyar’ın titiz çalışmaları gün dökümlerinde de görülüyor. Bu yüzden olsa gerek, 15 Mart 1975’te kaleme aldığı ilk yazısında, yazarı bir maden işçisine benzetiyor. İşinin başına otururken her defasında kalemi ilk defa eline alıyormuş gibi bir acemiliğe kapıldığı için ve en çok kendini eleştirdiği için zaman zaman durup içine çekilir. Belki de bu titizliğinden dolayı yazdıkları gün dökümleri bugün hâlâ tazeliğini koruyup sayfalar arasında ferah rüzgârlar estiriyor.

İstanbul’u böyle eşi bulunmaz bir uyumsuzla yürümek aslında birçok şeyin 70’ler 80’lerden beri değişmediğini de görmek demek. Sesleri, yüzleri ve sokağı onun yer yer hırçın, yer yer ironik kaleminden gözlemlemek benim için her zaman büyük bir ayrıcalık olmuştur. Hayalimdeki kent, onun kaleminyle giderek derinleşir.



#Aktüel
#Hayat
#Edebiyat
1 month ago