|

2006 çeviri roman

DENİZ GÜNDOĞAN
00:00 - 3/01/2007 Çarşamba
Güncelleme: 22:36 - 5/01/2007 Cuma
Yeni Şafak
2006 çeviri roman
2006 çeviri roman

İçinde bulunduğumuz yüzyılı, özellikle ülkemiz açısından, "roman çağı" olarak nitelendirirsek pek de haksız sayılmayız. Zira, neredeyse her hafta, yeni romanlar, tekrar baskısı yapılanlar, ilk romanlar yayımlanmakta. Ancak, yayımlanan roman kategorileri içinde biri var ki doğası gereği çok daha özel yere sahip: Çeviri romanlar. Çeviri romanlar, doğası gereği çift dil ve çift anlam yetkinliği gerektirdiğinden ve yazım sürecinde karşılaşılan her sorun, sancı ya da keyif için çiftin de ötesinde kat kat bir hakimiyet hissi barındırdığından, tür olarak hem yayıncıyı hem de okuru bir nebze zorlayabilir. Çevirinin daha ilk harfi "ç" aslında bize çilenin de baş gösterdiğini pekâlâ anlatıyor diyebiliriz. Ancak, bir edebiyat eserinin, özellikle içinde bulunduğumuz yüzyılın en etkili yazın türü olan romanın, anadilimize kazandırılarak okurlarla buluşmasına neden olmak ve böyle bir dil-kültür buluşmasına da içeriden tanıklık etmek çeviri işinin en heyecan verici kısmıdır belki de. Ne var ki bu heyecan, 2006'da ülkemizde yayımlanan çeviri romanlarına şöyle bir göz attığımızda biraz olsun kırılmıyor da değil. Hazır koca bir seneyi daha bitirmişken, yayımlanan çeviri romanların kısa bir muhasebesini yaptığımızda "az ama öz kitap" deyişi bu muhasebenin tam da ortasına oturuveriyor. Türkiye çapındaki yayınevlerine baktığımızda 2006 yılında yayınevlerinin yayımladığı çeviri roman sayısı on ile on beş arasında gidip geliyor. Çevirinin, kabaca da olsa yeni bir kültür, yeni bir dünya tanımak olduğunu söylersek bu sayı aslında pek de iç açıcı görünmüyor. Gene de 2006 yılı içinde, okurları hem sevindiren hem de keyifle şaşırtan çeviri romanlar da yok değil elbette. Yapı Kredi Yayınları, Metis Kitabevi, Everest Yayınları ve Ayrıntı Yayınları okurların imge dünyasında yepyeni ufuklar açarak yıl içinde öne çıkan önemli yabancı yazarların yeni romanlarını okurlarla buluşturuyor.


ANNE KURBAN, BABA CELLAT

Yapı Kredi Yayınları, 2006 yılı boyunca tekrar baskıları yapılanlar hariç, ortalama on üç çeviri roman yayımlamış. Amin Maalouf, Adriana Mater'da bir nev-i libretto sunuyor bize. Romanda, yer ve zaman belirtilmemiş; ancak, kendimizi 20. yüzyılın sonlarını yaşayan Balkanlar'daymışız gibi hissediyoruz. Orada ise bir iç savaşın tam ortasına düşüveriyoruz: Tecavüze uğrayıp hamile kalan genç bir kadın Adriana çocuğunu aldırmak istemez ve tek başına bir anne olarak ayakta durmaya çabalar. Çocuğuysa, hem kurbanın hem de cellatın kanını taşıyordur. Samih Rifat'ın çevirisiyle okurlarla buluşan roman, Maalouf'un o çok iyi bildiği Akdeniz ve Asya çevresini usta imgeleriyle harmanladığı bir dram niteliğinde insanın o amansız hayat trajedisine ayna tutuyor. Gene hüzünlü, şiirsel ama bir o kadar da vahşi bir yeni roman da Jamal Mahjoub'tan. Alametler Saati, deneyimli yazar ve çevirmen İlknur Özdemir'in çevirisiyle bugünlerde Afganistan'da, Somali'de ya da Irak'ta yaşananlara da ışık tutuyor. Mahjoub, romanında bugünkü Sudan'la Etiyopya'nın bir bölümünü içeren Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarına uzanıyor ve 1881'de başlayan Mehdi ayaklanmasını bir nev-i tersyüz ederek bambaşka bir açıyla sunuyor bize. Amerikan ve İngiliz sinemasının bize gösterdiğinin epeyce uzağında olan bu roman, savaşı ve inancı tekrar sorgulayarak ve sorgulatarak edebiyatımız için yepyeni bir kazanım niteliğinde. Bitik Adam, Odun Kesmek gibi eserlerin sahibi ünlü Avustralyalı yazar Thomas Bernhard'ın ilk romanı da edebiyatımıza kazandırılan bir diğer "kült" romanlardan. Don, Bernhard'ın ilk roman özelliği olmasının yanı sıra, gene muhalif bir eser. Schwarzach'ta asistan doktorluk yapan bir tıp öğrencisi, tıp stajı için Weng köyüne gönderiliyor. Görevi ise, asistan Strauch'un erkek kardeşi ressam Strauch'u gözlemlemek. Bu çukurlukta, coğrafyanın ışık-gölge arası gelgitlerinde, karanlığın hakikati ve hakikatin karanlığıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. "Hayvan", "hayvan leşi", "ölüm", "insanca", "barbarca", "et", "ete kemiğe bürünmemiş olgular ve olasılıklarla Weng aslında tam anlamıyla bir şoktur onun için. Toplumsal eleştirisini, genellikle öfkeli bir üslupla ve yoğun bir hınçla ifade eden Bernhard'ın bu ilk romanını da Mustafa Tüzel çevirmiş. Yazarın, bilinçaltından bize aktardığı uzun monologlarla birleşen ve anlatıcı ile kahramanın iç içe geçtiği bu sıra dışı kurgu, yazınsal özelliklerinden hiçbir şey eksiltmeden kütüphanemizdeki yerini de alıyor böylece.


İÇTEN VE ALÇAKGÖNÜLLÜ

Metis Yayınları da 2006'da öne çıkan birkaç çeviri romanla yılı sonlandırmış durumda. Öncelikle tam olarak roman kategorisine girmese de, İngiliz yazının en etkin eleştirmenlerinden olan John Berger'ın Buluştuğumuz Yer Burası anlatısı gerek Berger takipçileri için gerekse hayata ve edebiyata oldukça içten ve hatta Bergervari bir alçakgönüllülükle bakmak isteyenler için bulunmaz bir fırsat. John Berger, Buluştuğumuz Yer Burası'nda, geçen yüzyıla, göçüp gidenleri, tüm zaaflarıyla sevilenleri, yaşanmışlıklarıyla şehirleri, kısacası geçip giden ömrünü ziyaret ediyor; Lizbon, Krakow, Madrid, Cenevre, Islington ve Küçük Polonya'da, artık hayatta olmayan yakınlarıyla, annesi, babası, eski sevgilileri, öğretmenleri, ustaları, akademiden arkadaşlarıyla buluşuyor. Hızdan feragat ederek yavaşlamamızı, önümüzden geçip giden hayatı görmemizi, doğayı yeniden keşfederek ona dokunabilmeyi öneren bu dingin anlatı ise, Cevat Çapan, Gönül Çapan ve Müge Gürsoy Sökmen ortak çevirisiyle yayımlanmış. Dolayısıyla, Berger'ın o eşiz tadını özleyen edebiyat severler için derhal edinilmesi gereken bir kitap Buluştuğumuz Yer Burası. Metis Yayınları'nda öne çıkan bir diğer çeviri kitap da, Türkiyeli Rum bir ailenin İstanbul'dan İmroz'a, 50'li yıllardan 70'li yıllara uzanan hikâyesini anlatan Rea Stathopulo'nun Pedal Çeviren Kadınlar'ı. Farklı kuşaklardaki altı kadının öyküsünü üzerine odaklanan bu roman, hem kadın hem Rum olarak "ötekileştirilen", yurtlarından, özlemlerinden, arzularından yoksun bırakılan üç kız kardeşin gerçeklerle yüzleşme, hayatta kalma ve kendilerinden bir şekilde alınanları geri kazanma çabasını anlatıyor. Romanın kahramanlarından Virginia, ailedeki tüm kadınların pedal çeviren kadınlar olduğunu dile getiriyor: "Hayat boyu hep ileriye doğru yol almak zorundayız, ama dengemizi kaybetmeden." Bu çok katmanlı ve merkezinde de kadınların, evrensel kız kardeşlik hallerinin her boyutunun bulunduğu romanı Yunanca'dan Müfide Pekin çevirmiş. Eleştirmenler tarafından "tipik bir Rönesans adamı" olarak nitelenen, Norveç'in en önemli caz müzisyenlerinden şair, piyanist, romancı ve besteci Ketil Bj¯rnstad'ın Düşüş adlı romanı da 2006'nın kayda değer çevirilerinden. Sulh yargıcı Erling Fall, bir gün kendisini elinde boşanma ilanı ile terk edilmiş, hayatındaki her şeyden kuşkuya düşmüş, şaşkın bir halde buluveriyor. Üstelik hâkimi olduğunu sandığı adaletle de başı belaya girmiştir bile. Erling Fall bir sorgulama sürecine girmek yerine içine düştüğü sorunlardan kurtulmasını sağlayacak telafi imkânlarına sarılıyor; zengin, hedonist, kibirli Norveç toplumunda ona sunulan bol bol seçenek var gibidir. Ancak bu bol seçenekler için elbette bir bedel de ödenecektir. İris Kantemir tarafından çevrilen bu roman, dünya üzerindeki yetişkinlerin sorunlarının, sancılarının bizimkilerden pek de farklı olmadığını, çürümüşlüğün aslında her yerde ortak bir paydada buluştuğunun en güzel göstergesi belki de.


GOTİK ROMANIN KRALİÇESİ

Yaşayan en üretici kadın yazar Joyce Carol Oates, gerek ele aldığı konuların çarpıcılığıyla gerekse dayatılan akılcı kapitalist düzene karşılık verdiği kendi o eşsiz grotesk anlatımıyla öne çıkmıştır her zaman. Everest Yaynları'ndan çıkan Şelale'de de gene çarpıcı bir anlatımla yoğrulan yoğun imgelerin oluşturduğu Barok bir romanla karşılaşıyoruz. Roman kahramanı Ariah, henüz evlenmişken birdenbire dul kalıveriyor. Sonra gelişen olaylar, bir hayatın tesadüflerin kılavuzluğunda nasıl dokunduğunu ve bir anın ardından gelen koca bir ömrü nasıl değiştirebileceğini, hayatın kendisi gibi bir ömrü nasıl değiştirebileceğini, hayatın kendisi gibi su misali akarak gözler önüne seriyor. Ariah'ın hayatı da, her birimizin olduğu gibi, mutluluk, hüzün, şüphe, güven, reddediş ve kabulleniş üzerinde yükseliyor. Gotik romanın kraliçesinin kaleminden dökülen bu kıvrımlı karanlık anlatı Dost Körpe'nin titiz çevirisiyle karşımıza çıkıyor. Everest Yayınları'ndan çıkan bir diğer önemli çeviri roman da çağdaş dünya edebiyatının kadın-erkek ilişkilerini en iyi anlatan yazarı Hanif Kureishi'den. Yakınlık bir yazarın, eşini ve iki küçük oğlunu daha genç bir kadın için terk etmeden önceki gece düşündüklerini ve anılarında yaptığı yolculuğu konu alıyor. Ne politik ne dini inançları olmayan, son derece modern bir erkek, aradığı tatmini cinsel aşkta bulmayı umut ediyor. Anlatıcının kapana kısılmışlığa ve evcilleşmeye duyduğu nefreti, Kureishi tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Yazarın, kısa ve etkili cümlelerle altmışlı yıllarda kendini bulmuş ve seksenlerde kaybetmiş erkek neslinin, doksanlı yıllardaki sosyal ve duygusal bir haritasını gözler önüne serdiği bu çarpıcı romanı gene Dost Körpe çevirmiş. Everest'ten bu yıl önce çıkan son romansa Anaîs Nin'in belki de en ayrıksı romanı Aşk Evindeki Casus, büyüleyici ve karmaşık bir kadının iç dünyasında geziniyor. Tatmin olma duygusunun peşinde bir âşıktan diğerine sürüklenen Sabina, suçluluk ve aldatma duygularının ağırlığı altında ezilirken, mutlak bir bütünlenişi arıyor aslında. Her erkeğin bir yönü, onun mükemmelini tamamlayan bir parçaya karşılık geliyor. Aşkı, tutkuyu, yalnızlığı, aynı zamanda müthiş bir özgürlüğü sorgulayan ve bu arzularını yazınsallaştıran Nin'in bu ayrıksı romanını da Fransızca çevirilerinden aşina olduğumuz Püren Özgören çevirmiş.


ÖNE ÇIKAN ROMANLAR

Kuşkusuz, 2006'da çevrilen romanlar yukarıdakilerle sınırlı değil. Klasiklerin yeniden bambaşka tadla sunan İş Bankası Kültür Yayınları, Hamdi Koç'un çevirisiyle Gurur ve Önyargı'yı, Necla Aytür'ün çevirisiyle Henry James'in en önemli yapıtlarından olan Yürek Burgusu'nu okurlarla buluşturuyor. İletişim Yayınları da klasiklere yeniden dokunanlardan. Özellikle Flaubert'in Madame Bovary'si ve Nobel ödüllü yazar Saul Bellow'un Günü Yaşa adlı romanı gerçekten Türk yazınında önemli bir yer teşkil ediyor. Zira, Amerikalı yazar Saul Bellow sadece 20. yüzyıl edebiyatının değil, gelmiş geçmiş dünya edebiyatının da önde gelen isimlerinden biri. Gene Tolstoy'un 1850'lerin başında yazdığı ilk otobiyografik roman olma özelliğini taşıyan Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik adlı eseri de Rusça aslından yapılan titiz çeviriyle bambaşka bir Tolstoy deneyimi sunuyor bize.


Denetlenemeyen sanatsal güç

Yılın öne çıkan romanlarından biri de çağdaş İngiliz edebiyatının önde gelen adlarından Julian Barnes'ın Gündoğumuna Yolculuk adlı eseri. II. Dünya Savaşı sırasında bir savaş uçağının içinde başlayan bu hikâyede, Gündoğumuna saniyelerle sayılabilecek bir aralıkla gündoğumunu iki kez görebilen bir pilotun, Prosser'ın rehberliğinde çıkılan bir yolculuk konu ediliyor. Roman, aynı zamanda kahramanı Jean'ın çocukluğundan yaşlılığına kadar da hayatının izini sürüyor. Arka planda ise II.Dünya Savaşı'nı yaşayan, sonrasında kendine gelmeye çalışan, yirmi birinci yüzyılda bilgisayarlarla insanların birebir iletişim kurmaya başladığı bir ülkenin, İngiltere'nin gelişimini de gözleme fırsatı buluyoruz. Tüketim toplumuna yönelttiği amansız oklarla yer altı edebiyatının en gözde adlarından Chuck Palahniuk'un Günce'si de gene kara mizah ekseninde kalemi eline alan kişinin korkularına, sevinçlerine, hüzünlerine yapılan bir yolculuk sunuyor. Sıradan bir insanın sıradan yaşamını dile getiren bu anlatıda her şey Marie Kleinman'ın güncesinde saklı. Chuck Palahniuk, insanın ezeli ölümsüzlük arayışına tüyler ürperten bir bakış atarken, sanatın denetlenemeyen gücüne de değiniyor. Yazar, Misty'nin güncesini tuvale yansıtırken hiçbir detayı göz ardı etmiyor. Dövüş Kulübü'nün yazarından unutulmayacak bir kitap daha raflardaki yerini alarak 2006'nın öne çıkan çeviri romanlarını arasına giriveriyor.


En çok e'siz roman konuşuldu

Ayrıntı Yayınları'nın 2005 yılı sonunda yayımladığı Georges Perec'in Kayboluş adlı eseri 2006 yılı boyunca belki de en çok konuşulan romanlardan biri oldu. 1936'da Paris'te doğan Perec, sosyolog, deneme yazarı ve çevirmen kimlikleriyle tanınıyor. Yazarın hiç 'e' harfi kullanmadan yazdığı roman, yine hiç 'e' harfi kullanılmadan Türkçe'ye çevrildi. 'E' harfinin yok olduğu bir dünyada kaybolan bir adamı konu alan kitap, sözcük oyunlarıyla, şiirsel anlatımı ve Perec'in romanlarından eksik olmayan sivri dilli anlatımıyla dikkat çekiyor. Elbette romanın çevirmeni Cemal Yardımcı da bu denli ayrıksı bir yazarın gene bu denli inanılması güç kurgusunu edebiyatımıza kazandırarak bizi de son yarım yüzyılın baş yapıtlarından biriyle buluşmamızı sağlıyor.

17 yıl önce