|

2006 yerli roman

Hande Öğüt
00:00 - 3/01/2007 Çarşamba
Güncelleme: 22:32 - 5/01/2007 Cuma
Yeni Şafak
2006 yerli roman
2006 yerli roman

İlk romancı ve ilk feminist Ahmet Midhat'tan Yakup Kadri'ye, Hüseyin Rahmi'den, Halid Ziya'ya, Nabizade Nâzım'dan Peyami Safa'ya dek romanların pek çoğunda kadın kahramanlar okumaya pek düşkündür. Aşkı romanlardan öğrenmekle kalsalar iyi, pek matah bir işmiş gibi öykünürler bu kahramanlara. Midhat'ın, evliliğinin ilk on yılında kocasından gizli gizli kitap okuyacak denli tutkulu bir okur olan öğrencisi Fatma Aliye ile birlikte yazdığı Hayâl ve Hakikat'te, kızın muhayyilesinin bitip babanın vesayetinin başlayacağı noktayı da hatırlatır Midhat... Ama Fatma Aliye, adı yerine "Bir Kadın" imzasıyla yayımlanan Hayâl ve Hakikat ile yetinmez, kendi adıyla romanlar yazar, özgür/lükçü kadınlar vücuda getirir. İlk kadın romancımız Fatma Aliye'nin ilk romanını yazışının üzerinde tam 114 yıl geçti. Ve kadınlar okumaya ama beraberinde yazmaya devam ediyorlar. Aliye'nin Teracim-i Ahval-i Felasife'sinin yayımlanışı 2006'nın sevindirici olaylarından biriydi. Bir diğeri de Kitap Yayınevi'nin başlattığı Mor Kitaplık Kadın Tarihi ve Eserleri Dizisi oldu. Yaprak Zihnioğlu'nun editörlüğündeki dizinin ilk kitapları, Osmanlı-Türk kadın hakları savunucusu, Kadınlar Halk Fırkası ve Türk Kadın Birliği'nin kurucusu, eylemci, yazar Nezihe Muhiddin'in romanlarıydı. Feminist düşünce yapısının izdüşümünü göreceğimiz Ateş Böcekleri ve Güzellik Kraliçesi'nde bireylerin toplumsal değişim karşısında dengelerini kaybetmelerini ve yaşadıkları psikolojik şiddet anlatılır. Güzellik Kraliçesi, ideolojik olarak oluşturulan güzellik idealinin ve bunun yıkıcı sonuçlarını göstermesi açısından; Osmanlı konaklarında cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalan, satıldığı konakta Paşa'nın gözdesi olan Zeynep'i odağa aldığı Benliğim Benimdir ise benliğine sahip çıkan isyancı kadını odağa alması açısından hayli önemlidir. Kadınlar Halk Fırkası'nın genel sekreteri Şükûfe Nihal'in Yalnız Dönüyorum (1938) adlı romanı da bu yılın sürprizlerinden. Özgürlükçü, yurtsever, elit bir aile kızının, Yıldız'ın serüvenini anlattığı, arka plana ise Mütareke dönemini, Kurtuluş Savaşı sürecini ve Cumhuriyet'in ilk yıllarını aldığı bu romanı, hem bir kadının mücadelesini, hem yabancılaşmayı ele alması açısından yabana atılır değil. Ömer Lekesiz'in yorumuna göre, "Eserlerinde çoğunluk kadın sorunlarını ele almasına rağmen, şiirselliği, romantizmi eleştirel yaklaşıma tercih etmiş"tir Nihal; doğrudur ancak omurgasını öncelikle kadınlarla kurduğu Yalnız Dönüyorum, özgürlüğü yanlış yorumlayan yeni zenginlerin görgüsüz ve sorumsuz eşlerini, fabrikalarda çalışan on iki yaşındaki kavruk kızları, on beş yirmi kuruş gündelikle çalışan genç dulları, elleri titrek ak saçlı kadınları bir araya getirmesiyle değerlidir.

2005 sonu, 2006 başında yayımlanan, Leyla Erbil'in son romanı Üç Başlı Ejderha, dinler tarihinin, Roma, Bizans ve Osmanlı tarihinin ve 2000'e kadar yakın dönem tarihin birbiri üstüne binmiş, iç içe yoğrulmuş, sarmal bir biçim kazanmış anlatısını hikâye edişiyle, bir kent tarihinin, bireysel bir tarihin ve bir ailenin tarihinin üst üste bindirilişiyle, her şeyi sorgulayan bir bilinç olarak su yüzüne çıkar. Üç farklı ses vardır romanda. İlki anlatıcı, ikincisi, Roma, Bizans, Osmanlı tarihi içinde Üç Başlı Ejderha anıtının bilgisi ve yorumu, üçüncü ise 27 Aralık 1978'deki Maraş Katliamı'nda oğlu dahil tüm ailesi öldürülmüş kadının mahkeme ifadesidir. Yas, öç ve nefret duygusunun hükmettiği bu "yırtıcı" novellada, üç hayat "abis" kavramında birleşir. Erbil'e göre, tarih ve ortak bilinçdışımız bir abis alanı, bir unutma bölgesidir. Birbirini doğuran nedenler sonuçlar; kıyımlar; yas ve kin, keder ve hınç kaynaşır bu bölgede. Cinnet de cinayet de karışır birbirine. Bu iki kavramın iç içe geçtiği öykü kitabı Abis ile umut vaat eden Aslı Tohumcu da ilk romanını yazdı bu yıl: Yok Bana Sensiz Hayat. Aşkın simgelendiği iki kahramanı da çocuk olarak kurgulayarak şiddetin çocuklara nasıl içrekleştiğini, masalsı bir kurgu, karabasansı bir atmosfer içinde anlatan bu kısa roman, Erbil'in kitabı gibi bir novella. Nezihe Meriç'in, çocuk yaşta köyden kapıcı dairesine göç eden İsmidal ve kocası Hüseyin ile kapıcılık yaptıkları apartmanda yaşayanların hikâyesini tema edindiği Oradan da Geçti Kara Leylekler için de bir novella demek mümkün. Köyden kente gelen kadının durumunu anlatan Meriç'e göre göç meselesi ve bu meselenin uygulanışı, hain bir darbe. Kente göçen kadın, çeşitli nedenlerle değişirken adı da apartman sakinleri tarafından değiştiriliyor romanda. Değişen kadınlar teması, Müge İplikçi'nin Cemre'sinde de çıkıyor karşımıza. Romandan ziyade novella olarak tanımlayacağım Cemre'de Yıldız, Nimet, Hülya, Turunç, Gülperi ve Cemre benliklerini birbirlerine ödünç verir, bir süreliğine her biri diğerinin benliğinde yaşar. Önceki romanı Kül ve Yel'i, Henry Lefebvre'den yola çıkarak gerçek ve düş, yaşanılan ve hayal edilen yerin karşılığı olan "üçüncüyer" kavramı üzerine kuran İplikçi Cemre'yi, narsisizm teorisinin bir bileşeni olan "okyanussal benlik" temasıyla harmanlamış. Latife Tekin'in yeni romanı Muinar'da da kadının kendine dönüş arzusunu görürüz. On bin yaşındaki ölümsüz Muinar'ın, binlerce yıldır devşirdiği bilgilerle kadınları yaşlılığa hazırlamasının öyküsü, klasik roman kurgusundan bağımsız biçimde anlatılır. Belli bir karakteri, mekânı ve zamanı olmayan romanın anlatıcısı Elime, bir yazardır. Muinar, Elime'nin içinde uyanır ve ona binlerce yılın birikiminden damıttıklarını anlatır. Kadın ırkından söz eden, dişil olanı öne çıkaran, doğayı dirilten, kadının içindeki vahşi arketipi ortaya çıkaran bu "manifesto"nun bir önemli yanı da, çok tanrılı bir kadın olarak Muinar'ın türban sorunudur. Peygamberlerin gönderildiği dönemde yaşıyor olmaktan hoşlanmaz; tanrılarına, onu bu dönemde dünyadan uzak tutmaları için yalvarır Muinar. Masalsı kahramanlarla örülmüş bir başka önemli roman da Sema Kaygusuz'un Yere Düşen Dualar'ı. Bir adaya kıstırılmış insanların yalnızlık, iletişimsizlik, sürgünlük, kopuş, sorunsallarını yabancılaştırma estetiğiyle anlattığı bu ilk romanında, romanın bütün karakterlerinden bir parça taşıyan- kahramanı Yaşur'un hikâyesinde Kaygusuz'un önceki anlatılarında üzerinde durduğu temaların hemen hepsini bulmak mümkün; kişiler bedenlerini de kapsayacak biçimde- değişip dönüşür ve birbirleriyle yer değiştirirler. Değişim, dönüşüm ve birbirlerine ikame olan kahramanlar, kadın anlatılarının başat teması oldu bu yıl. Yine Semra Topal Yara'da, cinselliğin veriler yığınını, kendine özgü dili ve grameriyle bozup ona yeni bir ad, anlam katar; dinsel inşaya içrek söylem ile ruhani ve mitik söylenceleri birbirine sentezleyerek, yeraltının iblisleriyle, ateş halkı Yezidileri, garaib âleminin utanç timsalleriyle karnaval dilinin kahkaha ögelerini, fahişelerle şeyhleri bir uzamda buluşturur.

Pınar Kür, 1989'da yazdığı (Bir Cinayet Romanı) ve 1993'te devam ettiği (Sonuncu Sonbahar) üçlemesini bu yıl tamamladı: Cinayet Fakültesi. On yedi yıl önce tanıştığımız matematikçi dedektif Emin Köklü'nün İstanbul'daki özel üniversitelerden birinde art arda işenen cinayetleri araştırdığı romanda tesettürlü, eski çıplak model aracılığıyla Kür, beden metaforundan yola çıkarak örtünmenin ve açılmanın referansının erkek bakış açısı olduğunu vurguluyor. Umutsuz bir kuşağı, özelde ise türban sorununu mesele eden bir başka roman da yılın en iyi anlatılarından biri olan Sibel K. Türker'in Şair Öldü'sü. Hukuk fakültesi öğrencisi Saliha Ersin ve örtülü olduğu için dışlanan Elif romanın kahramanları. Onları birbirine bağlayan ise intiharın insanın öz kararı olduğu sonucunda birleşmeleri. Ersin günahı kendi içinde arar ve sürekli günah çıkarma hâlinde yaşarken, Elif kutsal olan bir şeylere eğreti bir tutunmanın getirdiği görece huzurla hemhaldir.

Nuriye Akman'ın Örtü'sü de başörtü sorununu cumhuriyetin sorunlu bireylerinin gördüğü düşleri okumayı deneyerek çözmeye çalışan bir kadın romanı. Romanın kahramanı Perijan'ın girdiği tarikatta dini değil, ticari kaygıların egemen olduğunu fark ederek başını açışıyla başlayan serüven, Hizbullah'ın ölüm evlerinden, Prag'ın sanat ortamlarından, İstanbul'un tekinsiz sokaklarından ilerleyerek seri cinayetlere bağlanır ve bir polisiye kılığına bürünür. Polisiye kitaplarıyla tanınan Esmahan Aykol ise yeni romanında tür değiştirerek göç sorununa odaklandı. Savrulanlar, Ermeni Tehciri'nin de işin içine girdiği bir unutma hikâyesi. Aşk acısından kurtulmak ve unutmak için İstanbul'dan Londra'ya giden Ece, hem kendisiyle hem de Ermeni Techiri'ne uğramış dedesinin geçmişiyle hesaplaşır.


Yılın en çok konuşulan romanı

Yılın en çok konuşulan romanı ise hiç şüphesiz, Elif Şafak'ın Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinden yargılanmasına neden olan ve Ermeni tehciri üzerine bina edilen Baba ve Piç'i oldu. Ermeni sorunu üzerine yeni bir şey söylemeyen anlatı, hafızaya, unutulanlara, hatırlananlara, suskunluğa, sırlara dair bir kuşak romanı. Batı hayranlığı ile zenofobinin, kendine dönme ısrarı ve hırçınlığıyla geçmişi yok saymanın, katı Kemalist reformist yaklaşım ile ona tepkisel göveren muhafazakâr İslami söylemin, Tanzimat'tan beri yaşanan kültürel ikiciliğin inkârından mustarip, anımsayan Çakmakçıyanlar ile gözünü geleceğe dikerek geçmişini unutan hafıza mağduru Kazancıların iç içe geçmiş hikâyelerini anlatan Baba ve Piç'in iki ana kahramanından Armanuş, anımsayıcı; Asya ise daraltıcı belleğin temsilcileridir. Asya belleksizdir, sürekliliği kabullenir ama geçmişin boşluğunu hayalgücü ile doldurur. Armanuş ise saf anımsamanın teşmilindedir. Jale Parla'ya göre Tanzimat romanı bir babasızlığa, bir yetimliğe doğmuştur. Kahramanın yetim oluşu, yabancı topraklarda tutunmaya çalışan bu türe özgü yapısal bir sorunun işaretidir aynı zamanda. İsmiyle müsemma Baba ve Piç'te Şafak'ın temel sorunsallarından biri de bu arayışı ironik biçimde eleştirmek. Türkiye'nin Batılılaşma, ulus-devletleşme sürecine paralel bir mikrokozmos olarak babasızdır; fikre geç bırakılmış, salt duygudan ibaret kılınmıştır. Gerek Türk romanında, gerek Yeşilçam Sineması'nda romantize edilerek yüceltilen bu tarz bir çocukluk, yetişkin ergenlik durumunun pek çok görünümünün tüm satha yayıldığı bu dramın, "dramenon"u Asya'nın piçlik hâlidir.


İşkence, eğitim, bellek ve hesaplaşma

Tol ile hayli ses getiren Murat Uyurkulak ikinci romanı Har, fantastik öğelerle örülü, günümüz Türkiye'sine sert göndermelerde bulunan, ironik ve travmatik bir anlatı olarak öne çıktı bu yıl. Tol'de, Batı'dan Diyarbakır'a yapılan bir yolculuğu anlatmıştı Har'da ise seyrüsefer tersine dönüyor ve bizi fantastik bir diyara, Netamiye'ye götürüyor yazar. Kürt sorunundan, Ermeni meselesinden, hayata dönüş operasyonlarından, askerlik sıkıntısından dem vuran Har, hakikatle yüzleşmekten kaçınan bir ulusu sert ve ironik bir dille hicvederek ulaşıyor başarıya. Hüseyin Kıran ise ilk romanı Resul'de sıradan bir adamın öyküsünü anlatıyor. Simgeler ve benlik oyunlarıyla örülü, Giderek kendi üzerine kapanan roman, Daire gibi bir korku merkezinin etrafında gelişiyor. Resul'ü izleyen, onun ve herkesin ne yaptığını bilen, gerektiğinde işkencelerle onu cezalandıracak olan Daire, bu romanın önemli bir unsuru olarak öne çıkıyor. Hapis ve işkencenin odağı olarak görülen Daire'nin kendisiyle, toplumla, özbenliğiyle, yer yer 12 Eylül ile başarılı bir soyutlama yardımıyla hesaplaşıyor Kıran.

Ayhan Gençgin'in Gençlik Düşü de, Resul gibi, dil ve anlatım ustalığıyla göze çarpan bir hesaplaşma romanı. Sinik bir kahramanın hayatıyla, yazmaya çalıştığı romanın kahramanının iç içe geçen yaşamlarının verildiği, bireyden yola çıkıp bireyi kuşatan toplumsal yapıya nüfuz eden roman, roman içinde roman biçimiyle İbrahim Yıldırım'ın Vatan Dersleri'ni getiriyor akla hemen. Yıldırım'ın 20. yüzyıl Türkiyesi'ni anlamaya ve anlatmaya çalışacağı yeni üçlemesinin ilki olan roman, Cumhuriyet Aydınlanması'nın önemli bir kurumu olan Köy Enstitülerini mükemmel bir kurguyla ele alıyor. Enstitülerle birlikte 50'ler, 70'ler ve 90'ların Türkiye'sinin siyasi ve toplumsal meseleleri de bir bir canlanırken, ucuz, erotik romanlar yazan Neşet İlhan'ın çalıştığı Afif Sadun'un yayınevi için, yirmi bir Köy Enstitüsü'nü anlatan, yirmi bir anıdan oluşan kitabı hazırlama sürecindeki ikilemlerine, hezeyanlarına ve yüzleşmelerine tanık oluyoruz. Galip Işık'ın 50'lerde kaleme aldığı defterlerden 70'te genç Neşet İlhan tarafından hazırlanan notlar, 90'ların sonunda artık bambaşka bir adam haline gelen Neşet İlhan'ın romanı haline gelir. Ama asıl roman ise Yıldırım'ın önceki romanı Bıçkın Ve Orta Halli'nin yazarının eseridir. Romanda humour'u ve kurgusal oyunları ustalıkla kullanan Yıldırım kadar Mehmet Eroğlu da Belleğin Kış Uykusu'nda şaşırtıyor okurunu. Alışılageldik klasik biçemini değiştiren Eroğlu, gerçeküstü bir dünyanın, bir rüyanın, felsefi bir tartışmanın içinden konuşuyor bu kez. Zamanın ve mekânın silikleştiği, tuhaf insanlar ve ancak roman sonunda aydınlanacak tuhaf olaylarla dolu bir tren yolcuğunda geçen romanın hikâyesi, sabah uyandığında ismini, yüzünü, nerede olduğunu hatırlayamayan bir adamın bakış açısından anlatılıyor. Felsefi bir tartışma eşliğinde bambaşka hayatların ve ruhların içine sızıyoruz yazar ile birlikte. Zira Eroğlu'nun da belirttiği gibi "edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp da farkına varmadığımız hayatlar hediye eder."

2007'nin "hediyelerini" bekliyoruz şimdi de merak ve ısrarla...



17 yıl önce