|

Aklım beni kaçırdı!

Ebu'l Kâsım En- Neysabûrî, okuyucuya, kâinatta her şeyin zıddıyla kaim olduğundan hareketle, akıl ve delilik çifteliğinden ya da beraberliğinden yola çıkarak, gerçek akıllılar ve gerçek deliler üzerine, menkıbeler ve rivayetlerle şekillenen bir düşünce penceresi açıyor

Nuran Ürkmez
00:00 - 16/05/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:17 - 16/05/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Aklım beni kaçırdı!
Aklım beni kaçırdı!

Aklın çoğalttığı pencereler önünde şaşkına dönen insanın, hakiki bir düşünme değil, bir tür zihin oyunu içinde olduğunu, birkaç sene evvel, değerli bir büyüğümle bir mevzû üzerinde konuşurken, daha iyi öğrenmiştim. Önünde durup baktığım ve uzanıp bakılabilecek ne kadar akıl pencerem varsa -ki epeyce olduğuna coşkuyla inanıyordum- hepsini nezaketle birer birer kapatıp, beni manzarası en tabiî ve en güzel olanın önünde gönlümle başbaşa öylece bırakmıştı. Söylemeden anlatmıştı, düşünmek öncelikle meseleye her yandan ve yönden bakabilmek kadar, sonunda bir bakışta karar da kılmaktı. Ve belki sonunda “bir bakışta durmayalım, gel gidelim dosta gönül” de demekti…

Alıştığımız çoktan seçmeli, daima aklımızı bir başka seçenekte bırakan, tedirgin ve muğlak, ve dahi ne yazık ki kaypak, kararsız düşüncelerimizin, hayatlarımızın aslında bunaltan, terleten, ziyadesiyle yoran ağır bir yükü olduğunu, zannederim artık iyice biliyorum.

Gazeteler bu yükü, pek çoğu ortak akla(ne demekse) üç koyup, beş çıkaran köşe yazarlarıyla, televizyonlar, belge belge açıklamalarda bulunan önemli konuşmacılarıyla hergün biraz daha artırıyorlar. Ve bu, başkalarının aklını merkeze almış mutantan alemden, -“bilgi ahlakı”na sahip birkaç yazar müstesna- rafine bir düşünce, sadra şifa bir söz ne yazık ki hâsıl olmuyor. Üstelik bu durum, yani daima başkalarının aklıyla olmak, bilhassa aydının düşüncesini, sanatçının sanatını bir biçimde fesâda uğratıyor.

Kendi kalbimle, kendi fikrimle, kendi kalp aklımla

Neşet Ertaş'ı gözümde bir tür feylesof yapan bir konuşmayı hatırlarım: Bayram Bilge Tokel kendisine, “Üstadım siz okumamıştınız değil mi? Bir de okusaydınız…” dediğinde, “Şimdi kendi aklımlayım, o zaman başkalarının aklıyla olurdum” demişti. Bana göre bu, “kendi kalbimle, kendi fikrimle, kendi kalp aklımla başbaşayım” demekti. Yani, Neşet Ertaş'ın, “…böyle kader böyle zulum/gelir garip başa leylam” derken yaşadığı ve yarattığı yürek yangınının, birkaç kelimelik, kısacık izahıydı.

Zannımca, Neşet Ertaş gibi ibda gücüne sahip bir sanatçı(sanat aktarıcısı değil, zira sanatçı ve sanat aktarıcısı, günümüzde, özellikle müzik sahasında, birbirinin yerine kolayca ikame edilir kavramlar ve bu durum, üzerinde ehemmiyetle durulması gereken bir bahsi diğer), yüksek bir tahsil de görse, başkalarının aklından, kendi kalp aklına dönüp, üretimini ordan gerçekleştirendir. Keza, hakiki bir münevver de öyle… Çünkü samimiyet ve tesir, muhakkak bu tenhalıktan doğar. Bu tenhalık sıra dışı olanı mündemiçtir. Bu tenhalık ilâhî bereketi hak edendir. Rilke boş yere, “Adının insanlar arasında çokça anıldığına şahid olursan, o ismi bırak, kendine yeni bir isim bul. Tenhalarda sana Tanrı'nın sesleneceği bir isim…” demez. Kalp aklı, üretmek için, mutlaka böyle bir tenhalık ister.

Neysaburî'nin, 'Ukalâ'ul Mecânin'i, yani 'Akıllı Deliler' kitabı, üretimle değil ama bu tenhalığın muhtevası ile ilgili, doğru, dolaysız ve berrak ilişkiler kurulabilecek kıymetli örneklerle dolu bir kitap.

Gerçek akıllılar, gerçek deliler

Ebu'l Kâsım En- Neysabûrî, okuyucuya, kâinatta her şeyin zıddıyla kaim olduğundan hareketle, akıl ve delilik çifteliğinden ya da beraberliğinden yola çıkarak, gerçek akıllılar ve gerçek deliler üzerine, menkıbeler ve rivayetlerle şekillenen onüçüncü ondördüncü yüzyıllara has bir üslupla, bugün de istifade edilebilecek bir düşünce penceresi açıyor. Pencereleri çok olup da, bu pencereleri birer birer kapatıp, sonunda bütün ışığı bir pencereden devşirmeyi göze alabilenler için…

12 yıl önce