|

Arkadaşım Alain

Zehra Özdemir
00:00 - 6/02/2008 Çarşamba
Güncelleme: 13:36 - 13/02/2008 Çarşamba
Yeni Şafak
Arkadaşım Alain
Arkadaşım Alain

Mutluluk reçeteleri sunanları sever misiniz? Küçücük mutlulukla. Biraz sonra size vereceğim reçeteyi uygulayabilmeniz için muhakkak deniz otobüsü kullanıyor olmanız gerekiyor. Vapurlarda kitap, gazete okuyanlar vardır. Ama daha çok insanlar birbirlerinin yüzünü okur. Hele de kırk yılda bir kıtadan öteki kıtaya geçenler varsa, vapurda gözlerini öyle dikip bakarlar. Sanki bambaşka alemlere seyre çıkmış bir ademoğlu/ ademkızıdırlar. Bindikleri vapur en fazla yirmi beş dakika sonra yanaşacaktır. Söz konusu kişilere o yirmi beş dakika ne kadar uzun, ne kadar başka gelmektedir ki bakışlarını üzerinizde sabitlediklerini bile unuturlar. Deniz otobüsü bu konforu vermiyor. Onunkisi tıpkı havaalanı yalnızlığı gibi bir şey. Çünkü karşınızda kimse oturmuyor. Yanı başınızda oturanı göremezsiniz. Konuşamazsınız. Vasıtalar modernleştikçe insanların davranış kodları da bu modernliğe ayak uyduruyor. Daha doğrusu modern vasıtalar insanın etrafı ile iletişim kurmasını engelleyerek "merkeze" bağlanmasını sağlıyor. Merkeze yani kulağındaki ipoda ya da ekrandaki görüntüye.


MUTLULUK REÇETESİ BAŞLIYOR

Bu "merkeze" bağlanmayı red edenler yani ille de kendi açıklarında batmayı tercih edenler için kitap okumanın dışında bir seçenek kalmıyor. Mutluluk reçetesi tam burada başlıyor işte. Geçen hafta on gündür çantamda gezdirdiğim ama bir türlü bitiremediğim kitabı çantamdan çıkararak Alain De Botton “Görmek ve Fark” etmek kitabını aldım. Aman ne kadar iyi etmişim. Gün içinde iki toplantım olduğu halde benden mutlusu yoktu. Çünkü sabah sabah kitabı açmış sonra da kendimi kırklı sayfalarda bulmuştum. Deniz otobüsü iskeleye yanaşmış yolcular inmiş ben şaşkın şaşkın okumaya devam ediyorum. Ta ki görevlinin geri mi döneceksiniz ikazına kadar.

Neden bu kadar sevdim kitabı? Birincisi mekanına denk gelmişti. Her kitap her mekanda okunmaz. İkincisi yazarı son derece samimi. Üçüncüsü akşam eve dönerken kitabı bitirmiştim bile. Çevirenler güzel çevirmiş. Ah bir de o dipnotu koymamış olsalardı. Metinde Eyüb Peygamberin sabrına göndermede bulunuluyor. Herkes bilir Eyub Peygamberin sabrını. Çevirmenler herkesin bilmediğini düşünerek bilgi vermeye kalkmışlar. Keşke hiç zahmet etmeselermiş. Sabrıyla meşhur Arap emiri gibi bir açıklama kondurmuşlar.


BULUTLAR BİZİ SÜKUNETE DAVET EDER

Alain De Botton çok samimi bir yazar. Modern mekanlarla fazlasıyla barışık. Bendeniz modern mekanlarla pek barışık olamadığım için bu tür yazılar bana çok iyi geliyor. Bu vesile ile hiç bilmediğim hiç anlayamayacağımı düşündüğüm bir konumu bir durumu anlar buluyorum kendimi. Kitapta bir havaalanı yazısı var ki o yazıyı ezberlemek ya da en iyisi fotokopisini çektirip muska niyetine uçuşlarda yanıma almak istiyorum. Bu kadar mı güzel anlatılır:""Uçaktan aşağıya bakan göz, tıpkı yabancı bir dilde yazılmış bir kitabı deşifre eder gibi önceden bildikleriyle o anda gördüklerini eşleştirmeye çalışır. Bir de bu kadar yüksekten baktığımızda yaşamımızın ne kadar küçük olduğu gelir aklımıza." Uçuş korkusu olanlar arınma duygusunu değil boğulma duygusunu yaşar uçaklarda daha ziyade. Ama Botton arınanlardan:"Bulutlar bizi sükunete davet eder. Aşağımızda dostlar, düşmanlar, kederler ve korkular kol gezer; fakat onlar, yeryüzü üzerindeki minicik tırnak izlerinden ibarettir artık. Bunun böyle olduğunu zaten biliriz ya, yine de uçakta oturmuş başımızı pencerenin soğuk camına dayamışken,bu gerçeklik daha bir gerçekmiş gibi gelir bize." Benim kuşağım trenleri sever. Botton neden trenleri sevdiğimizi de izah ediyor bize. Başlığa gelince... O kadar yazarın samimiyetine kaptırmışım ki. (Zürih'i neden sevdiğini ne güzel anlatıyor mesela) Herhalde yoğun bir gün içinde onun satırlarıyla dinlendiğim için. 1969 İsviçre doğumlu yazarı küresel köyden tanıdığım bir arkadaş olarak kodlayıverdi zihnim.

16 yıl önce
default-profile-img